Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Ahlak mı dış siyaset talepleri mi?

Muhammed bin Zayid üniversitesindeki meslektaşlarımla yeni kitap eleştirileri içeren Kıraât (Okumalar) dergisinin ilk sayısının hazırlık aşamasındayken, BAE’deki Ulusal Savunma Koleji’nden Prof. Dr. Bedr eş-Şatıri, dergi için Amerikalı stratejist Joseph Nye’in ABD’nin dış siyasetinde ahlakın rolüne dair kitabını okuyup incelemeyi önerdi!
O zaman bu yeni kitaptan haberim olmadığı için hemen okudum. Kısa sürede ünlenen kitabın, şimdiki gibi kritik zamanlarda Amerikalı stratejistlerde alışık olduğumuz eleştirel bir tarzda değil de daha çok bir aklama ve bahane tarzında olması beni şaşırttı. Tamam, II. Dünya Savaşı sonunda hiç gereği yokken Japonya’ya karşı atom bombası kullanımını eleştirmiş ama bunu, haklı olmasa da Amerika’nın dünyadaki yeni rolünün bağlamını anlamaya yardımcı stratejik güdüler olarak değerlendirmiş. Sonra hemen, Sovyetler Birliği 1949 yılında bombasını patlattıktan sonra Başkan Truman’ın, Soğuk Savaş’ın eşiğinde yeniden bomba kullanmama kararını ahlaki içerikli bir erdem olarak kabul etmiş! Vietnam Savaşına değerlendirirken Amerikan politikasını suçlamış, ancak en büyük suçlaması, savaşa dahil olmayan Kamboçya’ya savaş uçaklarıyla yapılan baskın içinmiş! Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yeni Rusya’yla yeterince ilgilenmemekle ilgili dış politika hatalarını saymış ama Afganistan ve Irak’a yönelik savaşları da Irak’ın parmağı olmadığı halde, 2001’de Amerikan güvenliğini hedef alan olayla meşrulaştırmış!
Dergi için kitabı inceleyen Bedr eş-Şatıri, Joseph Nye’ın iki mantık, ahlak mantığı ile strateji mantığı arasındaki çelişkisini ortaya koydu. Ahlaki olarak meşrulaştırılamayan şey, stratejik olarak meşrulaştırılabilir. Ahlak, olayların mevcut gidişatıyla, strateji ise gelecek tehditlere yönelik beklentilerle ilgilenir.
Rusya-Ukrayna savaşının başlangıcından beri dünya, Rusya Yönetiminin, bu özel askerî operasyon için gerekçelerini izledi. Buna göre Rusya (savunma) savaşını, NATO onu neredeyse her taraftan kuşatmak üzere olduğu için başlattı. Başkan Putin’e göre ülkenin stratejik güvenliği için bir tehlike mevcut; bu tehlike onu, AB’ye girmek istemesi yetmezmiş gibi bir de Rusya’yı hızlandırılmış bir kuşatma ile kapatmak isteyen NATO’ya girme arzusunda olan komşuya karşı savaşmakla yüzleştirdi. Ancak sonuçlar beklediği gibi olmadı. Nitekim tüm Avrupalı üyeler NATO’ya sıkıca tutundu, İsveçliler ve Finlandiyalılar girmeye çalışıyor ve en başta Almanya olmak üzere Avrupa, muhtemel Rus tehlikesine karşı yeniden silahlanmak için acele ediyor. Savaşın ilk aylarında Zaporijya ve devasa nükleer santrali çevresinde Rusya, nükleer savaşa maruz kaldı; Rusya lehine yavaş da olsa bir ilerleme olunca nükleer konusunda sesini kıstı. Bununla birlikte Başkan Putin geçtiğimiz günlerde, ABD ile yapılan ve iki ülkenin nükleer başlıklı füze sayısını sınırlayan START-2 anlaşmasından çekildiğini duyurdu. Tam bu noktada Amerikalılar, bu açıklamanın ahlaka aykırı bir şey olduğunu söylediler! Bu niteleme ve değerlendirme neden? Rusya’nın önceki uygulamaları Avrupa’ya karşı olup ABD’ye zarar vermeyecek adımlar olarak yorumlanabilecekken bu, doğrudan ABD’ye karşı atılmış bir adım da ondan. Peki, Başkan Putin niçin bu ölü anlaşmadan çıkmayı kafasına koydu? Çünkü ABD Başkanı yakın zamanda Kiev’i ziyaret ederek oradan Rusya’ya meydan okudu!
Çıkar ve yetkilerinin kapsamını belirleyen devletin görevi nedir? Aristo’ya göre kamu işlerini iyi idare etmek. Kamu işlerinin yönetimi içe aittir ve siyasi rejimin yönetimi meselesi halkın çıkarına bağlıdır. Aristo’nun on bölüm veya kitap halindeki Nikomakhos’a Etik adlı kitabında siyasi sistemden altıncı bölümde bahsediliyor. İlk beş bölüm ise bireyin toplum içinde, kendi halinde, evinde ve gelirinin idaresindeki ahlaki durumu hakkındadır ve Platon’un şu dört faziletiyle (erdemiyle) başlar: hikmet, cesaret, iffet ve cömertlik. Bireysel ve toplumsal ahlaki tavırlar, istikamet üzere olursa iyi toplumun idaresi için iyi bir siyasi sistem ortaya çıkar. En iyisi krallık yönetimidir, ancak, her ne kadar Aristo kendisinden sonraki kargaşadan çekinse de bazı koşullarda demokratik de olabilir. Dış dünya ile savaştan söz edilmiyor; bir sonraki kitap Politika’da bahsi geçiyor ancak dipnot mesabesinde. Bu düşünce ve idare biçimi Müslüman siyaset düşünürlerinde de görülüyor. Mesela Maverdi’nin, Teshilü’n-Nazar ve Ta’cilü’z-Zafer fî Ahlaki’l-Melik ve Siyaseti’l-Mülk veya Edebü’d-Dünya adlı kitaplarında düşüncesi öncelikle, iyi ve ahlaklı toplumun oluşumuna yönelir, daha sonra devlet siyasetinden bahsedilir. Maverdi, “her şeye gücü yeten sultan” bahsinde onun iç siyasetini kasteder. İçeride yeterlilik, dışarıdan önceliklidir. Bu “siyaset” veya düşünme biçimi Machiavelli’nin Prens adlı eserinde de karşımıza çıkar. Amerikalı siyaset düşünürleri, Britanya sömürgesinden çıktıktan sonra kurucu babalarının da bu yaklaşımı benimsediğini söylüyor.
Öyleyse, ahlak ne zaman iç politikada değil de dış politikada bir sorun haline geldi? Asya ve Avrupa’da, sonra da Amerika’da imparatorluklar ortaya çıkıp birbirleriyle güreştiğinde. Elbette savaş düşüncesi ve üstünlük niyeti baki oldu, ancak bunlar, çatışma stratejisine iyi toplum ahlakından daha fazla itibar edildiği durumlar dışında, (Platon’un isimlendirdiği şekilde) devlet adamı veya politikacı için düşünme yöntemi ve siyaset haline gelmedi. Kanunların (uluslararası hukukun) hükmettiği uluslararası sistem düşüncesi, meşhur Avrupa ve dünya savaşlarından sonra ortaya çıktı. Bununla birlikte uluslararası hukuka ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne uymak büyük ölçüde tercihe bağlı kaldı. Büyük ülkeler, hatta küçükleri de sınırlar, kaynaklar veya stratejik alanlar üzerinde bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda bunların dışına çıkabiliyor.
Tüm dezavantajlarıyla Soğuk Savaş, o meşhur, barış içinde bir arada yaşama koşullarıyla uzun bir barış dönemiydi. Bu süreçte iki büyük savaş gücü Japonya ve Almanya, güçlü bir ekonomi ve küçük veya zayıf askerî güç stratejisine alışmaya çalıştı ama güçlü ABD’nin himayesinde. NATO’da ve Rusya ve Çin ile rekabet konusunda münzevi olan Trump, dev Amerikan ordularını himaye karşılığında Japonya ve Almanya’dan para isteyen Amerikan devletinin paralı askerleri olarak görüyordu. Şimdi Amerikan himayesiyle bu iki ülke, biri Çin’den diğeri de Rusya’dan korkarak gelişmiş silahlarla kendilerini korumak için geri dönüyorlar. Şu an -gelişmiş olarak adlandırılan- dünya boyutlarını ve sonuçlarını öngörmenin zor olduğu korkunç bir silahlanma yarışında. Hiç şüphe yok ki Ukrayna ve çevresindeki savaş, dünyanın sair bölgelerinde küçük savaşlar doğurdu ve doğuracak.
Ukrayna ve çevresindeki yeni Rusya-ABD savaşının patlak verdiği sırada dış politikadaki ahlakı sorgulayan Joseph Nye, bir sonraki kitabında, adalet toplumunu iyi topluma doğru geliştirmeyi hala arzulayan John Rawls (Adalet Teorisi (1971) kitabının yazarı) ve Alasdair MacIntyre (Faziletten Sonra (2007) kitabının yazarı) ile dalga geçebilir! Strateji savaşlar üretir, savaşlarda ise ne adalet vardır ne hayır! Ama bunlar şu soruya cevap verebilir: Öyleyse savaşlarda ahlak nasıl mümkün?