Mustafa Özcan
TT

ABD neden Şii kampını tercih etti?

ABD neden bölgede sistematik bir biçimde Sünni kampa karşı Şii kampı tercih ediyor?   Bunun mukni bir izahı var mı? Irak meselesinde Saddam Hüseyin ile birlikte hareket etmek yerine ABD, önce gizli kapaklı sonra da açıktan İran ile birlikte hareket etmeyi yeğlemiştir ve bu suretle Saddam Hüseyin’i devre dışı bırakmıştır.  Uzun yıllar ABD’nin hem Irak hem de İran ile diplomatik ilişkileri kesik durumda kalmış lakin her ikisiyle de ilişkilerini derinden ve masa altından yürüttüğü ileri sürülmüştür.  İrangate skandalı bunun kanıtlarından birisi olmuştur.  ABD-Irak ilişkilerinde gizli bağlantı noktalarından birisinin Irak hariciyesinden Nizar Hamdoon olduğu ileri sürülmüştür.  Lakin ABD’nin fiili tercihi son tahlilde hep İran’dan yana olmuştur. Peki! Irak yerine ABD’nin İran’ı tercih etmesinin özel veya stratejik nedenleri var mıdır? Öncelikli olarak İran-Irak savaşının 8 yıl boyunca uzun sürmesinin nedenlerinden birisi de ABD’nin el altından zayıflayan taraflara takviye yapmasıdır. Böylece bölge hem insani hem de mali olarak kanamalı bir duruma gelmiştir ve akabinde bölgeyi daha fazla Amerikan müdahalesine açmıştır. ABD’nin çıkarları, bölünmüş bir bölgeden yana ise bunu temin etmenin en kestirme yollarından ve araçlarından birisi azınlık politikası uygulamaktır.  Şia ise bölgede tarihi azınlıklardan birisi halindedir. Volkanların aktif hale gelmesi gibi Humeyni Devrimiyle birlikte bu sönmüş yanardağ da aktif hale gelmiş ve bölgeye lavlar saçmaya başlamıştır. Bu yanardağın üzerinde oturan ülkelerden birisi de bizzat Irak’tır. Humeyni’nin maceracı dış politikasına karşı Saddam Hüseyin’in pervasız yaklaşımları potansiyel savaş kıvılcımını tetiklemiştir. ABD önce iki tarafı da idare etmiş ardından savaş ve ambargolarla zayıflatılan Irak üzerine çullanma politikasına devreye sokmuştur.  
 Bunu kısmen de olsa İngiltere’nin Osmanlı politikasıyla izah edebiliriz.  İngiltere bir süre hasta adam olarak anılan Osmanlı’yı Rus yayılmacılığına karşı kollamış ve desteklemiştir. Osmanlı’ya istinat duvarı ve set olmuştur. Lakin Osmanlı’nın sürekli olarak gerilemesi ve kan kaybetmesi sonucu politikasını revize etmiş ve Osmanlı’yı destekleme yerine paylaşma politikasına yönelmiştir.  ABD Irak’ta benzeri bir politikayı devreye sokmuş ve ideolojik olarak düşmanı sayılan İran ile Irak’ı bölüşmek üzere anlaşmıştır.
Selefi İngiltere de Osmanlı topraklarını rakibi Fransa ve Rusya ile Sykes-Picot sürecinde paylaşmaya açmıştır. Rusya rejim değişikliği nedeniyle içine kapanmış ve Çarlık sonrası fiili olarak anlaşmadan çekilmiştir. Lenin bu şekilde İstanbul’un kurtulduğunu söylemiştir. Geriye Fransa-İngiltere beraberliği kalmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında da Churchill ile Amerikalı müttefikleri Hitler ile Stalin karşısında şaşırtıcı bir pozisyon takınmıştır.  İç düşman Hitler yerine dış düşman olarak Stalin’i desteklemişlerdir. Kara Avrupa’sına kimin hakim olacağı meselesi ittifakların belirlenmesinde etkili olmuştur.  Mussolini ile Hitler Batı’nın istenmeyen adamları olmuştur.        
ABD’nin stratejik gurularından Daniel Pipes İkinci Dünya Savaşı ortamında çılgın ile (Hitler) vahşi (Stalin)  arasında seçim yaptıklarını ifade eder. Hitler yerine Stalin’i tercih etmişlerdir. Bunu Suriye politikasına yansıtan Daniel Pipes Suriye’de devam etmekte olan mücadelede Hitler’e benzettiği muhalifler yerine Stalin’e benzeyen Beşşar’ı desteklediklerini ifade etmektedir. İsrail ise bunu başka bir şekilde formüle eder.  Bildiğimiz şeytan bilmediğimiz şeytana yeğdir.  
 Demokrasi halkın iradesinin yansımasıdır. Lakin Batı ne Irak işgali sonrasında(2003)ne de Cezayir olaylarında(1991)ne de sonrasında halkın iradesini dikkate almamıştır. İdealist değil hep stratejik davranmıştır.  Hiçbir zaman demokrasi diye bir kaygıları olmamıştır. Suriye’de ortağı Türkiye’yi hep yalnız bırakmıştır. 1957’de Menderes döneminde olduğu gibi 2011 sürecinde de Türkiye’nin müşterek güvenli bölge teşkil çağrıları Beyaz Saray’da yankı ve karşılık bulmamıştır.  Vaktiyle güvenli bölge hayata geçirilseydi IŞID de ortayla çıkmayabilirdi. Bilakis projenin külfetli olduğunu söyleyerek teklifleri geldiği yere geri göndermiştir.
Dick Cheney’in ulusal güvenlik Danışmanı John Hannah Cheney’in etkili olduğu dönemde Saddam yerine İran’ı destekleme politikasını yürüttüklerini kabul etmiştir. Zaten sonuçlar da bu tezi desteklemektedir.  Ardından da yine IŞİD’e karşı ortak hareket ettiklerini hatırlatmıştır.  IŞID’e karşı Kasım Süleymani ile Haşd-i Şabi karadan taarruzda bulunurken Amerikan liderliğindeki uluslar arası koalisyon da havadan destek vermiştir. Hem Suriye hem de Irak’ta Kürtler bu koalisyonun bir parçası olarak hareket etmiştir.  Velhasıl Suriye’de Esat’ın arkasını kollayan ABD Irak’ta Saddam’ı devirmek ve ülkenin zenginliklerini paylaşmak üzere İran ile ortaklığa gitmiştir.  Son dönemlerde İran Devrim Muhafızlarını terörle ilişkilendiren ABD fiiliyatta 20 yıldır mali imkanlar sunarak bu orduyu desteklemektedir.   Buna mukabil Lübnan’da Hizbullah da karşılıklı ‘kaşı sırtımı kaşırım sırtını’ ya da hizmetleşme (tehadum)politikası ile İsrail’in Kariş petrollerine ulaşımını sağlamıştır. Yaser Ebu Hilale’nin bir makalesine göre ABD Irak üzerinden sunduğu mali imkanlarla İran Devrim Muhafızlarını yıllarca finanse etmiştir.
Peki!  Bu ilişkilerde saklanan bir boyut var mıdır?  Belki de değinilmesi gereken boyutlardan birisi ABD ve Batı’nın uyguladığı azınlıklar politikasıdır. Maruni asıllı yazar Dr. Nebil Halife kitap boyutundaki bir çalışmasıyla bu konuya temas etmiştir:  Ehl-i Sünneti Hedef Almak/ Ortadoğu’yu Kontrol Etmek ve Sünni Nüfuzu Sökmek için Batı-İsrail ve İran’ın ortak stratejisi.   
Başlık uzun olmasına rağmen yine de özetleyici!
Kısaca Batı Hitler karşısında Stalin, Saddam karşısında Humeyni ve Sünniler karşısında ise Esat’ı yeğlemiştir.