Abdulaziz Tantik
TT

Bilgi, Bilinç ve Eylem -insani hasletler-

İnsan tanımı açısından bilgi, bilinç ve eylem önemli yetiler olarak önümüzde durmaktadır. Tabi ki insan bu üç terimle sınırlı bir zemine sahip değildir. Özellikle niyet ve irade gibi temel olgular ile istek gibi belirleyici halin kendisi insan tanımına etki etmektedir. İnsanın etkileşim üzere bir oluşum olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek! Fakat insanın karakterini oluşturan, kimliğini inşa eden ve şahsiyetini belirginleştirerek etkileşim içine koyan bilgi, bilinç ve eylemin yeri ayrı bir şekilde ortaya konulmalıdır.
Konuya her zaman en temel ve genel bir tanım üzerinden yürümek doğru olsa gerek: Bilgi, İnsan aklının alabileceği gerçek, olgu ve ilkelerin tümüne verilen ad, bir konu ya da iş konusunda öğrenilen ya da öğretilen şeyler. Bu tanım bilginin en genel tanımı olarak işlevsellik kazanır. Burada dikkat çekilmesi gereken şeyin, bu tanımın, vahyin isimlerin öğretilmesini haber verdiği kavrama yetisi ile birebir örtüşen bir zemine sahip oluşudur. Bilgiye farklı disiplinlerin farklı tanımlar yapması bu genel tanımı dışlayan bir tanım özelliği olmayacaktır.
Bilinç ise, insanın kendisini, çevresini ve olup biteni tanıma, algılama, kavrama, fark etme yetisidir. "Bilinç, kişiyi kişi yapan şeydir", algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme sürecidir.
Bu noktada bir şeyi bilme ile onun bilincine sahip olma, o bilgiyi olay, olgu ile bağıntılı bir zeminde yeniden düşünme farklı bir durumu izhar eder. Bilgiye sahip olma ile o bilgi üzerinden bir yeni duruma ulaşmayı da içerir bilinç hali… İki ayrı kategori olarak birbirini beslerler. Ancak bu iki durum birbirini zorunlu kılmazlar. Bilgiye sahip olduğu halde bilginin sağlayacağı bilinçten yoksun olan milyonlar söz konusu… Salt kendi başına bir bilinç sahibi olmakta yeterli bir zemini sunmamaktadır. Bilgi, bilinç için vazgeçilmezdir. Bu vazgeçilmezlik, doğru bir işleyişe kaynaklık edişi ile ilgili bir durumu işaret eder. Buradan zorunlu bir ilişki çıkarılamaz. Zorunlu ilişki ile birbirini tamamlama yetisi arasında fark vardır: zorunluda tamamlama olsa da olmasa da gerçekleşen şeydir. Ama olgunlaşma ve sıçrama için gerekli olan da ise zorunluluk olmasa da vazgeçilmezlik söz konusudur. Biri olgusal iken, diğeri ise ahlaki bir zemine, değere, imana ve karakterin olgunlaşmasına matuf bir yapıya göndermedir. Bu iki halin kendisi birisi sizi sorumlu kılmazken, çünkü zorunluluk sorumluluğu devre dışı bırakır, diğeri ise sizi sorumlu kılar, kendi iradeniz ve isteğiniz çerçevesinde gerçekleştireceğiniz bir eyleme işaret eder.
Eylem, bir değişiklik doğurabilen etkileyici davranıştır. Eylem, değişikliği beraberinde taşır. Bir hamle yapmaya matuf, bir hareket doğuran bir özelik taşır. Bilgi ve bilinç eylem olmadan harekete geçirilemez olandır. Eylem, bir boyutu ile hem bilgi sürecinde ve hem bilinç sürecinde de kendini izhar eder. Ama bu izhar çok içerden ve derin bir kategoriyi oluşturduğu için özel bir düşünmeye ihtiyaç hissettirir. Eylem, bu anlamı ile zaten her iş, oluş ve olanda mevcuttur.
Bilgi, bilinç ve eylemin iç içe geçiciliği bizi yanıltmasın. Çünkü her olguyu meydana getiren şey teke irca edilemez, birden fazla elemanın katkısı söz konusu… Bilgi, bilgi olarak potansiyel anlamda bir bilinci içinde taşır. Ama bilinç olarak insanda açığa çıkması başka bir olguya dönüştüğünü gösterir. Aynı şekilde bilgi ve bilinç düzleminde bir eylem potansiyel olarak bulunmaktadır. Ama bu potansiyelin harekete geçmesi bağımsız bir olguya dönüştüğünü işaret eder. Yani iç içe olan olguların ayrışması insanın kendi dinamik gelişiminin aşamaları olarak izah edilebilir.
Bu noktada insanın çok katmanlılığı ile insanın çok katmanlılığına zemin oluşturan bilgi, bilinç ve eylemliliğin de çok katmanlı bir zemine yaslanmaları, insan değişiminin, dinamiğinin ve gelişiminin, olgunlaşmasının bel kemiğini oluşturur… Yani insan, hiçbir anında yalnız bırakılmadığı gibi sürekli kendisine yeni lütuflar verilmektedir. Bu lütuf ile sürekli kendini yenilemekte ve geliştirmektedir. İnsanın olgunlaşması, kendisine yöneltilmiş bu lütfün gereğini yerine getirmesi ile orantılı bir gerçekliğe sahiptir. Fakat bu noktada unutulmaması gereken şey, bu üç olgunun; bilgi, bilinç ve eylemin istek ve irade üzerinden insan dinamiğinin temelini oluşturduğudur. İstek, var olma arzusunu izhar eden temel bir olgudur. İsteğini kaybeden kişinin ölüme doğru bir sürüklenişe ve kendini akıntıya terk etmeye hazır bir ruh haline sahip olduğunu gösterir. Her iki halde de insanın nitelik kaybettiği ve gelişim dinamiklerinin zarar gördüğü anlamına geleceği bedihidir. Burada anlamlı hale gelen şey ise; bilgi, bilinç ve eylem düzeyinin yeni bir bilgi türü üzerinden anlamlılığa kavuşturulmasıdır. İşte bu bilgi vahyin işaret ettiği gibi insanın kendi başına bilme ihtimalinin olmadığı ilahi bilgi/vahiydir. Kuran, bilgi, bilinç ve eylemi istek ve irade üzerinden yeni bir şahlanışa taşıyarak kişiyi, mümin kılar ve onun ilahi rızaya ulaşması için gerçek bir karaktere, şahsiyete ve zat oluşa yönelmesine zemin oluşturur.
Burada olgusal olan ile değersel olan arasında bir ayrım yapmak zorunludur. Değer üzerinden bilgi, bilinç ve eylem kendi anlamlılığını inşa ederek kişinin olgunlaşmasının gücünü ortaya çıkartır. Bu noktada bilgiyi iki tür olarak betimlemeliyiz: ilk bilgi türü, kişiye yaratılışında verilmiş olan bilgi, isimlerin bilgisi, kavram bilgisi ve bağıntı oluşturma bilgisidir. Bu bilgi insanın yaşama sürecine süreklilik sağlar. Korku, sevinç, hüzün gibi duyguları yaşamasına zemin oluşturur. Duygularını tanır, onları yaşar. Ama ilişkiler ağına ciddi zararlar verebilme potansiyeli var… Çünkü gücü eline aldığı zaman, duygularına kapılıp, başkalarına zarar verme yetisi çok güçlüdür. İşte vahiy bilgisi, duygularını kontrol etmesine vesile olur. Yönelimini belirgin kılar. İstikamet üzere yürümesine imkân tanır. Birinci bilgi türü olgusaldır. İkinci bilgi türü ise değersel olana tekabül eder. Birinci bilgi türü kimlik olarak olgusal tezahüre neden olur. Olgusal tezahür ise bir isteğin irade tarafından belirlenmeden isteğin iradeyi belirlediği bir zemine sıçrama yapmasına neden oluşturur. Olgular arasında bir hiyerarşik yapı kurulamaz, bu anlamı üzerinden her olgu eş değer bir özelliğe sahiptir. Yekdiğerinden ayrım yapılarak kurumlaşamazlar. Ama ikinci bilgi türü; vahiy ise, bir fark doğurur. Ahlaki yetiyi belirgin kılar, isteği ise iradeyi belirli bir şuur üzerinden harekete geçirerek olgusal düzlemden ahlaki düzleme/değer alanına tekabül ettirir. Böylece insan, yapıp ettiklerinin sorumluluğunu üstleneceği bir zemine sahip olur. Olgusal zeminde bir sorumluluk doğmaz, değersel olanda ise her alanında bir sorumluluk hali öne çıkar.
Bilginin doğal olarak kişide bulunması ile onun diğer olgular üzerinden kişide açığa çıkması ve onun bilinci devreye koyarak bilinçte bilginin parlamasını sağlaması arasında derin bir ayrım var. Bilginin bir süreç olarak öne çıkması gibi bilinçte de belirgin bir süreç vardır. Ne bilgi, ne bilinç kendi başlarına bu süreci sağlıklı yürütemezler. Bunlar istek ve irade tarafından harekete/eyleme geçirilerek varlıklarını insanın gelişim dinamikleri için yeterli hale dönüştürürler. Burada insan bir olgu olarak diğer olgularla ilişkisi ile insanın bir sorumlu kul olarak diğer olgular ile ilişkisi arasındaki mahiyet farkını da gözlemlemek ve bu ayrımı bilinç düzeyinde idrak etmek çok önemlidir.
İşte sürecin farkındalığı, hem olgunun gelişimini sağlıklı bir zeminde gerçekleştirirken, hem de insanın gelişim dinamiğinin sağlıklı bir zeminde sürdürülmesine imkân tanır. Burada farkındalık ile bilinç arasındaki ilgileşim ve ayrımlar önemlidir. Bilincin eyleme yönelik yüzünde ahlaki bir kaygının ortaya çıkmasına zemin oluşturan ise farkındalıktır.
Bilgi, bütün bu gelişim dinamiklerinin her alanında kendi varlığını hissettirir. Yani her aşamada bir bilgi durumu ile karşı karşıya kalınır. Her bilginin olduğu yerde ise bir bilincin varlığı kesinlik kazanır. Ama bu kesinliği sağlayan şey, eylemin varlığı ve bu eylemin irade ve istek tarafından değersel olarak yönlendirilmesinde açığa çıkar.
Bütün bu süreç bize insana potansiyel olarak verili halde bulundurulan fücur ve takva/kötülük ve iyilik duygusudur.  Bu iki olgunun insan davranışlarına etkisi tartışılmaz bir gerçekliğe dönüşür. İnsanı sorumlu kılan da bu iki olgunun potansiyel olarak varlığı, değişime açıklığı ile irade üzerinden sürekli bir müdahaleyi mümkün kılmasıdır. Bu noktada imtihan olgusu ile başlayan yeni yaşam sürecinde insanın varlığının kazandığı anlam bir indirgeme durumu ile karşı karşıya kalmıştır. İnsan yeryüzüne gönderilerek bir çatışma zemininde imtihan vermesi için ikame edilmiştir. Bu imtihanda; imtihanı kolaylaştıracak veya zorlaştıracak her şey eşit bir zeminde insanda tekmil edilmiştir. İnsan, bu tekmil üzerinden olgusal olandan değersel olana yönelecek bir bilgi, bilinç ve eylem düzeyine sahiptir. Burada düşünme yetisinin insan açısından önemi ayrıca düşünülmeye değer bir şeydir. İki bilgi türü ve birbirleriyle ilişkisi bağlamında insanın düşünme yetisi tercihte bulunarak sürekli kendisini yükselişe taşıyabilecek bir istidadı harekete geçirebilir. Eylem bu istidadı taşıyabilecek bir güce sahiptir. Bilgi, bu gücü sürekliliğe taşır. Bilinç ise bu sürekliliğin akamete uğramaması gereken önlemleri almaya muktedirdir. Bir şartla: kendi varlığının bir anlam kazanması, kendi dışından, aşkın bir gücün/Yaratıcı Kudret olan Allah’ın kendisine yüklediği bir ‘amaç’ çerçevesinde gerçekleştiğini öğrenmesidir. Bu öğrenmeyi, bilgi, bilinç ve eylem düzeyinde bir istek ile taçlandırarak onu iradesi üzerinden hayata geçirmeye çalışması, çabalamasıdır. Bu konuda da Yaratıcı Kudretin bizatihi kendisinden yardım dilemesi, yardım dilerken salt ona kulluk etmesi gerektiği şuurunu da derinden idrak etmesidir.
Evet, insan, bilgi, bilinç ve eylem sürecini ilahi vahyin kendisine rehberlik etsin diye gönderdiği bilgi ile kayıtlandırarak varlığının anlamını bulacak bilgiye, bilince ve eyleme sahip olabilir.