İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

İngiliz kültür savaşında Lineker raundu

Tüm savaşlar tanklar, toplar ve savaş uçaklarıyla verilmez, ancak bu silahsız savaşların bile kurbanları vardır. Duyduğumuz gibi ki zaman duyduklarımızın doğruluğunu kanıtladı, savaşın -herhangi bir savaşın-  ilk kurbanı gerçektir. Bu, Amerikalı senatör Hiram Johnson’ın 1918'de söylediği bir sözdür. Şimdi, dünya "cepheci - klasik", “siber", "terör", "yerinden etme - yerleşme" ve "ekonomik" savaşlar gibi birkaç savaş çeşidi yaşıyor. Ayrıca hoşgörü seviyesi gerilediğinde, bir arada yaşama alanı daralıp, dışlama ve yok sayma yaklaşımı baskın hale geldiğinde zaman zaman uluslar arasında - ve bazen ulusların kendi içinde – patlak veren "kültürel - ideolojik" savaşlar da var.
Üniversitede, ulusların istikrarının, ortasında olduğu iki sınıfa kıyasla orta sınıfın büyüklüğüne bağlı olduğuna dair değerli bir ders öğrendim. Orta sınıfın genişliği kapsamında, toplum içinde istikrar arzusu ve menfaati de genişler. Tam tersi, (sağ- sol, zenginlik-yoksulluk, modernite- muhafazakarlık gibi) iki uç tarafın gücünün aşırı büyümesi ve orta sınıfın küçülmesi ölçüsünde de ılımlılık ve genel istikrar fikri ve onunla birlikte toplumu şu veya bu yönde aşırılıktan koruyan diyalog, anlayış ve ortak zemin imkanı da küçülür.
İşin teorik kısmının çok derinlerine girmeyeceğim ve Avrupa ile dünyanın en iyi sporcularından biri olan eski İngiliz futbol yıldızı Gary Lineker'ın bir tweetinden sonra dün İngiltere'de ortaya çıkan krizi takip etmekle yetineceğim.
Memleketi Leicester’da (Orta İngiltere) yetenekli bir genç olarak başladığı ve dünyanın en ünlü kulüpleri arasında sürdürdüğü başarılı kariyerinin ona iyi bir servet sağladığı Lineker, kökenini ve sosyal çevresini unutmadı. Birçokları gibi belki de, bir duruş göstermeye değer olduğuna inandığı konularda görüşlerini ifade etmesinin görevi olduğunu hissediyor. İngiltere'de sığınma ve göç, yerel toplumlar içindeki alt tabakaların sıkıntıları konusunda yaşanan tartışmaların ortasında, Lineker, Muhafazakar Parti içinde gerçekte sağın sağını temsil eden mevcut hükümeti eleştirmeyi seçti. Bu hükümet göçmenlerin çocuklarıyla dolu olsa da, AB’den ayrılmasının ardından göç taleplerini sınırladığı ve baskıladığı için övünmekle yetinmeyip, bir de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dahil AB kriterlerine göre düzenlenmiş sözleşme ve antlaşmalardan çekilmekte de ısrar ediyor. Bu bağlamda, İçişleri Bakanı Suella Braverman, "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin siyasileştirilmiş” olduğunu ve bazen "İngiliz değerleriyle çeliştiğini!" söyledi.
Bir diğer açıklamasında da Braverman (Hint asıllı) “yüz milyonlarca” (sığınmacıyı) içeren bir insan selinin ne pahasına olursa olsun İngiltere’ye gelmek istediğini iddia ederek pek çok kişiyi rahatsız eden bir üslupla konuşmuştu. Bu üslup, iki veya daha fazla kuşaktır bakkallık yapan bir ailenin oğlu olan Lineker'i (60 yaşında) Twitter üzerinden bu konudaki görüşünü ifade etmeye teşvik etti ve o da şöyle yazdı: “Ortada bir sel yok. Biz (İngiltere olarak) Avrupa'nın en büyük ülkeleri arasında en az sayıda sığınmacıyı kabul ediyoruz. Çok zayıf insanlara yönelik son derece gaddar bir politikaya tanık oluyoruz ve bu politika, 1930'larda Almanya'da (yabancılara ve azınlıklara düşman olan Nazi dönemine atıfta bulunuyor) benimsenen üsluptan çok da farklı olmayan bir üslupla ifade ediliyor,...” İktidardaki Muhafazakar Parti'nin liderliğinde birbirini izleyen siyasi değişimlerin teyit ettiği siyasi bir kriz yaşayan ve bu değişimlerle 2016-2022 yılları arasında ardı ardına 5 başbakan değişimine tanık olan bir ülkede dahi bu sözler çok tepki çekmeden öylece geçip gidebilirdi. Ayrıca, paniğin Muhafazakar politikacıları, kamuoyu yoklamalarına göre rakibi İşçi Partisi'nin popülaritesi yüzde 50'ye yükselirken kendi popülaritesi şu anda yaklaşık yüzde 25'e gerilemiş yerli bir partiyi hedef alan herkesi kınamaya itmesi de anlaşılırdı.
Şaşırtıcı olan, Lineker'in tweetini "profesyonellik kurallarının ihlali" olarak değerlendiren Britanya Yayın Kuruluşu’nun (BBC) pozisyonu ve ondan sosyal medya kullanımı konusunda bir mutabakata varılana kadar geçici olarak görevine ara vermesini istemesiydi. Eski futbol yıldızı ve şimdi de ünlü haftalık "Günün Maçı" programının sunucusu olan Lineker, kanalın bu isteğine programdan ayrılarak yanıt verdi. Çok geçmeden yorumlarını ve görüşlerini paylaşanlar da dahil olmak üzere çok sayıda meslektaşı, ifade hakkının ve düşünce özgürlüğünün kabul edilemez bir ihlali olarak gördükleri bu konuda onunla dayanışma içinde olduklarını açıkladılar. BBC, sözcüleri ve tutumunu destekleyenler aracılığıyla, Lineker'in "kurumun" profesyonellik politikasının merkezinde yer alan "tarafsızlık ilkesinden" saptığını iddia etti. Ancak Kültür, Enformasyon ve Spor Bakanlığı'ndan bir kaynak, "münferit olaylar (BBC)'nin yetkisi dahilindedir" ifadesini kullanırken, İşçi Partisi'nden bir kaynak, BBC'nin "korkakça" kararını düşünce özgürlüğüne bir saldırı olarak gördü. Ancak BBC'ye en güçlü yanıtlar, yorumcular ve Twitter kullanıcılarından geldi. Bazıları Lineker'in kanalın "tam zamanlı çalışanı" değil “anlaşmış olduğu” biri olduğunu söylerken, bazıları da Lineker’in bir spor programı sunduğunu, yani söylediklerinin haber, analiz veya siyasi yorum bağlamına girmediğini belirttiler. Son olarak bazıları Lineker’in görüşlerini bir sosyal ağdaki özel hesabında dillendirdiğini ve BBC kanalı ekranını kullanmadığını söylerken, bazıları da anlaşmalı çalışanlarından “tarafsızlık” bekleyen “kurum”un başkanlığını eski bir bankacı ve Goldman Sachs'ta Başbakan Rishi Sunak'ın yakın arkadaşı, "Muhafazakar Parti"nin önemli bir bağışçısı (400 bin sterlin bağışladı), sağcı ve muhafazakar "Politika Araştırmaları Merkezi"nin mütevelli heyeti üyesi olan Richard Sharp'ın yaptığına dikkat çekti. BBC’nin İcra Direktörü Tim Davie ise, daha önce belediye seçimlerinde “Muhafazakar Parti”den aday olmuş, 1990'larda Londra'nın Hammersmith ve Fulham ilçelerinde Muhafazakar Parti teşkilatı başkan yardımcılığını yapmış bir iş adamı.
 Aslını söylemek gerekirse, BBC'nin ideolojik aşırılık dönemlerinde iktidar partileriyle ilişkisi genellikle gergindir. Margaret Thatcher yönetimi sırasında (1979 ile 1990 yılları arasında), radikal Thatcherizm yanlıları onu solun tarafını tutmakla suçluyorlardı. İşçi Partisi solu da onu muhafazakarların suyuna gitmek ve onlara boyun eğmekle suçlamaktan geri kalmıyordu. Bugün yeni olan, İşçilerin önceki radikal liderliklerini devirip 1990'ların başında “ılımlılığa” dönmeye karar vermelerinin ardından, Muhafazakar Parti içinde de John Major, David Cameron, Theresa May gibi ılımlıların sona erdirdiği “Thatcherizm”in kollarında büyüyen muhafazakarların yeniden güçlenmesi. Bu 3 isim, Muhafazakar Parti içinde çatışmacı ve ötekini yok saymadan uzak "Tek Millet Muhafazakarlığı" eğilimini temsil ediyorlardı. Ancak "Thatchercılar" (tecrit edici ve ırkçı içerikleriyle) AB’den ayrılma kampanyalarının başarılı olmasının ardından partiyi tekellerine aldılar ve ideolojilerini ona empoze ettiler. Böylece, Lineker meselesi, orta sınıfın küçüldüğü, hoşgörü ve bir arada yaşamanın gerilediği, dizginsiz popülizmin ulusal birliğin aleyhine döndüğü bir toplumda tehlikeli bir ideolojik savaşın dikkate değer bir raundu oldu.