Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

Suriyeli Araplar ve Kürtler!

Yıkıcı depremler Suriyeliler arasında Arap ile Kürt ayrımı yapmadı. Onların canları, evleri ve mülkleri deprem karşısında eşitti. Ancak ayrımcı ve Kürt kimliğini hedef alan tavırlar, Afrin ilçesinin depremden en çok zarar gören, acısı dinmeyen ve yaraları sarılmayan Cindires kasabasına yerleşti ve Cindires, bir aileden dört Kürt bireyin soğukkanlılıkla öldürüldüğü çirkin bir suça sahne oldu.
Cinayet sebebi, bu insanların geleneksel Nevruz Bayramı (21 Mart) kutlaması için evlerinin önünde ateş yakması.
Fail, Suriye muhalefet koalisyonundan Kurtuluş ve İnşa Hareketi’ne bağlı Ceyşu’ş-Şarkiyye adlı askerî bir grubun silahlı unsurları.
Gerekçe, ateş yakmanın “bidat, küfür, falan filan!” olması.
Sonuç, Cindires kurbanları için düzenlenen cenaze törenlerinin Afrin’in çeşitli kasabalarında toplu halk gösterilerine dönüşmesi ve özgürlük ve adalete inanmış tüm seslerin de bu gösterilere destek vererek onu haklı bir çığlık haline getirmesi.
Bu sesler, tüm silahlı oluşumların yerleşim yerlerinden ve şehirlerden çıkmasını, “Türk işgali” ve ona bağlı Suriyeli askerî grupların nüfuzu yerine uluslararası komitelerin girmesini talep ediyor. 
Aynısı Kürtlerin kontrol ettiği bölgelerde Arapların başına geliyor diyerek bu ihlali haklı çıkartmak utanç verici. Kendisine rakip silahlı muhalif gruplara üstün gelmek ve İdlib ve kırsalını tek başına kontrol etmek için bu ihlali hemen istismar etti diye suçu Heyet-i Tahriri’ş-Şam’a atmak da olayları basitleştirmektir. Sorumluluktan kaçmak ve olan biteni kötü niyetli disiplinsiz silahlıların veya içeri sızmış ajanların istikrar ve güvenliği bozmak için gerçekleştirdiği bir “bireysel saldırı” olarak değerlendirmekse ayıptır. Bu ihlal, kontrolü elinde bulunduran grupların geriye kalan Kürtleri göçe zorlamak ve bir tür demografik değişim dayatmak maksadıyla uyguladığı keyfi tutuklama, zorla yok etme, kötü muamelede bulunma, işkence etme, yağmalama ve mülklere el koyma gibi uygulamaların bir devamıdır. Böyle bir ihlalin hem Arap hem de Kürt muhalefet sahasında, ötekini kabul etmeyen ve onu öldürüp taciz etmeyi kolaylaştıran bir savaş hali doğuran bir kin ve hedefli seferberlikten başka bir sonuç vermediğini kabul etmemek, yanlış ve tehlikelidir.
Mevcut sahnede, ayrımcılığa ve ötekileştirmeye maruz kalan ulusal bir azınlık, dengeleyici bir güce dönüştü ve uluslararası koalisyon güçleriyle askerî işbirliği yaparak DEAŞ örgütüne karşı koymak ve onu yenmekle kalmayıp, ülkenin dörtte birine yayılan özerk bir yönetim de kurdu. İslamcılar da muhalif Arap varlığını tekeline alarak bu varlığı Kürtlerle yüzleşmek için salt bir araca bu mevcut sahnede dönüştürdü.
Sonuç olarak Arap veya Kürt Suriyeli muhalifler, şiddet dilini desteklemek ve tahakküm mantığını beslemek dışında her şeyde farklılaştı. Ayrıca tüm oluşumları da, bağımsız ulusal kararlar alabilen, değişim cephesini güçlendirip yabancı istihdama bağımlılığını azaltan bir siyasi elit oluşturmada başarısız oldu.
Kürtler arasında, büyüyen ulusal bağımsızlık dürtülerinin olduğu doğru. Bu dürtüler, derin mağduriyet duyguları ve hayatlarından ayrılmayan baskı, ayrımcılık ve ötekileştirme şiddetiyle bağlantılı olarak ayrılıkçı sloganlarla ifade edildi. Ama daha önemlisi ardında insanların hayatları ile etnik ve dinî çeşitliliğin selametini tehdit eden hendekler bırakan duraksız şiddet ve iç çatışmalardan sonra vatanları Suriye’nin başına gelenlerdir. Otoriter baskı ve ayrımcılığa karşı çıkan ve Kürtlerin, kendi kaderlerini tayin hakkı da dahil olmak üzere ulusal haklarını yasal ve anayasal olarak destekleyen birkaç Arap liberal var, doğru. Ancak şu da doğru ki özellikle ulusal ve mütedeyyin muhalif güçlerin çoğunluğu, Kürtleri ulusal hakları ve kültürleri olan bir halk olarak tanımadı. Bunların arasında Kürtleri aşağılayan şovenist fikirleri yaymayı sürdürenler de var. Kürtlerin varlığı, sömürgeciliğin uydurduğu bir komplocu hadise olarak değerlendirildi ve onlarla iş birliği yapmadan önce Kürt partilerine, onları “ulusal politikalarının” esiri yapmak için önkoşullar dayatıldı. Bu güçler arasında gerek ulusal ayrımcılık sorununa ideal bir çözüm olarak vatandaşlık devletini teşvik ederek gerek taviz verip Kürt bölgelerine özyönetim payı tanıyormuş gibi davranarak kendi kaderini tayin hakkını kurnazca atlatmaya çalışanlar var. Bunlar Kürtlerin kültürde, dilde ve temsildeki özellikleri için güvence veriyor. En kötüsü ise Kürtlerin sevgisini kazanmak ve onları kendi savaşlarında ve gerilimlerinde bir yakıt olarak kullanmak için tavanı yükseltip yalancı vaatlerde bulunanlardır.
Bugün Suriye’deki karmaşık vaziyeti ve geleceğin kötü alametlerini kabulleniyoruz. Nitekim siyasi bir çözüm fırsatı yok ve olaya askerî olarak dahil olan güçler arasında rekabet kızışıyor. Bu esnada bir yanda Şam rejimi ile Suriye’nin kuzeybatısındaki muhalif varlığın doğrudan hamisi olan Ankara hükümeti arasında bir açılım ve uzlaşma gündemi var, diğer yanda ülkenin geneline yayılan ekonomik gerileme ve kötü yaşam koşulları. Üstelik Arap ve Kürt güçlerin kontrolündeki bölgelerde iç karartıcı bir tablo görülüyor. Kalkınma projelerinin eksikliği, yolsuzluk olgusunun yaygınlaşması, baskıcı düzen eğilimleri, tekelleşme ve gücün kötüye kullanımı da cabası. Bu noktada, düzeltmeye çalışmadığı ulusal bir kaybın hüsranı içinde olan Kürt ve Arap seçkinlerin bir kez daha pişman olmamak için cevaplamaları gereken haklı sorular ortaya çıkıyor:
Eşit hakları karşılıklı olarak tanımak; önyargılı ve düşmanca tutumlardan ve şüpheci ve suçlayıcı yaklaşımlardan kurtulmak için adım atmak; aradaki diyaloğu teşvik etmek; baskı ve ayrımcılığa karşı ortak acı ve özgür ve onurlu yaşama duyulan doğal ihtiyaç temelinde fikir birliği oluşturmak suretiyle Suriyeli Kürtler ve Araplar arasında güveni tekrar inşa etmek, bugün artık ulusal ve manevi bir sorumluluk değil mi?
Kürtler, ABD politikasındaki herhangi bir değişiklikten, Araplar Türkiye’nin tutumundaki herhangi bir değişiklikten ve ikisi de rejim ve müttefiklerinin şiddeti tırmandırmasından korkuyor. Ellerini vicdanına koyan Kürt ve Arap muhalefet liderlerinin, varlıklarını ve değişim iradelerini korumak ve mevcut sefil duruma teslim olmayı reddetmek üzere iletişim ve iş birliği için ulusal seçeneklere başvurması daha iyi olmaz mı?
Bu, muhalefetin Suriye’de bardak neredeyse taşarken köşeleri dönmek ve ulusal-dinî vesayetten kurtulmak adına yatırım yapması gereken bir fırsat için kaybedilen bir bahis mi?
Halbuki Kürtlerin PKK’nın, Arapların da Heyet-i Tahriri’ş-Şam’ın maskesini düşürmek ve toplumdaki imajını bozmak da dahil olmak üzere İslamcı gruplarla bağlantısının koparılmasını hızlandırılabilirdi.
Ve en önemlisi Kürt ve Arap muhalefeti Suriye halkının büyük fedakârlıklarına vefasını, neden kinlenmek ve savaşmak için değil de kontrol ettikleri bölgelerde çekici bir model oluşturmak ve adaletin, haysiyetin, özgürlüklere ve insan haklarına saygının giderek arttığı bir ulusal deneyim sunmak için rekabet ederek göstermesin?