Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Türkiye, baharı beklerken…

Bundan sadece üç hafta önce Türkiye genelinde insanlar, baharın gelişini (Nevruz) geleneksel kutlamalarla karşıladılar. Bununla birlikte şu an Türkiye’de sohbetler büyük oranda “gerçek bahara” odaklanmış durumda. Bu baharın 14 Mayıs’ta, yani 65 milyon Türkiye seçmeninin başkanlık ve meclis seçimleri için oy sandıklarına yöneldiği gün başlaması umuluyor.
Bu beklenen baharın, karaya oturan Türkiye gemisini yaklaşık yüz yıl önce hilafet sona erdiğinden beri başka herhangi bir liderden daha uzun süre yöneten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlikte sonunu getirmesi bekleniyor.
“Bahar”, Erdoğan’ın seçimlerdeki en büyük rakibi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçtiği seçim sloganlarının odak kelimesi. Kılıçdaroğlu herkese, “Sana söz, bahar gelecek!” diyor.
Hem Kılıçdaroğlu hem de Erdoğan (orta sıkletteki Muharrem İnce ve Sinan Oğan gibi diğer rakiplerden bahsetmiyorum bile), üst düzey seçim programları ortaya koydu. 14 Mayıs’ta gerçekleşmesi planlanan bu seçimlerin aslında Erdoğan’ın 25 yıllık siyasi yolculuğuna dair bir halk oylaması olduğu ortada. Rekabet aşırı derecede kişiselleştirildiği için sonucu tahmin etmek oldukça zor görünüyor.
Erdoğan’ın uzun kariyer yolculuğunu genel anlamda üç aşamaya ayırabiliriz. İlk aşamada Turgut Özal’ın başlattığı reformları uygulamaya ve Türkiye’nin yüzünü modernliğe döndürmeye kararlı cesur bir lider olarak boy gösterdi. Erdoğan, ihmal edilen eski imparatorluk başkenti İstanbul’un belediye başkanı olarak bu şehrin hareketli bir metropole dönüşmesine katkı sağladı. Başbakan olarak ise Türk ekonomisini on yıl boyunca sürdürülebilir büyüme yoluna sokan bir dizi reforma öncülük etti. Aynı şekilde yaklaşık yarım asırdır akrebi işleyen saatli PKK bombasından kurtulma konusunda da başarılara imza attı. Erdoğan’ın dış politikası, düşman sayısını sıfıra indirmeyi hedefledi ve liderlerinin konumlarını düşman edinerek inşa ettikleri bir bölgede bu konuda kayda değer bir başarı elde etti.
Üçüncü aşamada ise Erdoğan, kuruntulara hapsolmuş ve giderek yalnızlaşan bir lider olarak göründü.
Türk seçmenler, Erdoğan’ı üçüncü versiyonuna göre yargılarlarsa ona seçimi kaybettireceklerine şüphe yok. Türkiye şu an kasvetli bir tablo çiziyor. Nitekim sürdürülebilir ekonomik büyüme yerini, görünüşe göre yavaş ve gerileme haline bıraktı. Bugün enflasyon, resmi tahminlere göre yıllık yüzde 55’i geçiyor; başka analiz tarzları benimsenirse yüzde 100’ü de geçebilir. Gürleyen bir nehir gibiyken, bugün yabancı yatırımlar bir damla suya benzeyecek şekilde geri çekildi.
Ayrıca, üçüncü versiyonunda herkes Erdoğan’ı baskıcılığı, gerçek ve sözde siyasi muhaliflerine, özellikle de eski İslamcı destekçilerine, solcu grupların kalıntılarına ve son olarak eski Kürt seçmen tabanının bir kısmına olan muamelesi ile hatırlıyor.
Eski Hititlerin torunları, Truvalılar ile Selçuklu ve Osmanlı göçebelerin oğulları olan Türkiyeliler için yeni bir ulusal kimlik inşa etme girişimi, bu milletin büyük kesimleri arasında kafa karışıklığı ve şüphe haliyle sona erdi. 14 Mayıs’ta seçmenlerin karşısına çıkacak adaya, Türkiye için Viyana kuşatmasından bu yana herkesten daha fazla düşman edinmiş adam gözüyle bakılabilir. Nitekim Putin’e kur yaparak ve İsveç’in ittifaka katılmasına itiraz ederek NATO’daki müttefiklerini kızdırdı.
Bir zamanlar milli bir hedef olan Türkiye’nin AB’ye katılması, bugün neredeyse imkânsız. Erdoğan, bir zamanlar Türkiye’nin değerli bir dostu olan İsrail’i de Tahran mollalarının sempatisini kazanma uğrunda düşmanlaştırdı. Ancak eski Sovyetler Birliği'ne bağlı Azerbaycan Cumhuriyeti'nin İran destekli Ermenistan'a karşı savaşına yardım ederek aynı mollaların hoşnutsuzluğunu uyandırdı.
Erdoğan’ın Yunanistan ile girdiği çatışmalar, bölge ülkeleri için potansiyel bir altın madeni olan Ege Denizi’nin enerji kaynaklarının işletilmesi için gerekli yatırımların durmasına sebep oldu.  
Erdoğan Türkiye’yi Suriye bataklığına sokarak, savaşların zarar görmüş Suriye’yi yönetilmeyen bölge statüsünden kurtarmaya yönelik her türlü girişimin boşa çıkmasında katkı sahibi oldu. Bu ise Türkiye’nin dünyanın en büyük mülteci kampı özelliğini korumasına neden oldu.
Erdoğan ayrıca, Türkiye’yi, İran İslam Cumhuriyeti’ne ve Ukrayna’yı işgal eden Rusya’ya yardım eli uzatmak amacıyla yaptırımları delme operasyonlarını da içeren anlaşmalar imzalamaya yönlendirdi.
Ayrıca 14 Mayıs'ta seçmenin karşısına çıkacak olan Erdoğan, yakın zamanda ülkenin başına gelen ve yaklaşık 3 milyon kişiyi etkileyen ve 120 milyar dolardan fazlaya mal olan deprem felaketiyle ilgili soruları yanıtlamak zorunda kalacak. Bu konudaki en önemli soru ise: Gölge anlaşmalar, altyapıyla ilgili yasadışı izinler ve karar verme sürecindeki tembellik, bu doğal felaketin doğurduğu trajedinin kapsamının genişlemesinde pay sahibi mi?
Eski Ekonomi Bakanı Ali Babacan ve eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gibi Erdoğan’ın bazı eski yardımcılarının onu yalnız bırakması, teknokratlar ve İslamcı iş adamları da dahil seçmenlerinin büyük bir kesimini kaybettiğini ortaya koyuyor. Ki bu kesim, neredeyse tüm büyükşehirlerin Erdoğan’ın üçüncü versiyonuna karşı döndürmeye yardımcı oldu.
Aşırı milliyetçi eğilimler ve Bozkurtlar da dahil olmak üzere Türk milliyetçisi gruplarla olan ittifakıyla birlikte Erdoğan bugün, gazeteciler de dahil en fazla siyasi tutukluya sahip ülkeler listesinin başında gelen bir hükümete başkanlık ediyor.
Tahminler, herhangi bir seçimde yüzde 30 ila 40’lık bir seçmen oranının, ehveni şer düşüncesinden hareketle statükoya oy verdiğini ortaya koyuyor.
Dikkate alınması gereken bir şey var ki o da şu: Kılıçdaroğlu her ne kadar beyefendi bir adam olsa da ortaya konan siyasetten ziyade kişiliğe odaklanan seçimlerin gerektirdiği karizmatik kişilikten uzak. Daha da önemlisi Erdoğan, seçim terazisini kendi lehine çevirebilir.
Daha kötüsü de Erdoğan’ın seçimleri kazanmakla birlikte meclisteki çoğunluğu kaybetmesidir. Böyle bir sonuç, Türkiye’yi belirsizliğe sürükleyecek, Ortadoğu’nun karmaşıklığını daha da artıracaktır.
Erdoğan’ın rakiplerinin umduğu bahar, Türkiye’ye gelebilir de gelmeyebilir de. Ancak gerçekleşirse bu, Türkiye’yi Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar ve Avrupa’nın geniş bölgelerinin muzdarip olduğu birçok krizin sona erdirilmesinde öncü rol oynayabilecek büyük bir bölgesel güç olarak görenler için harika bir haber olacak.