Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Bağışıklık ve onu güçlendirme ihtiyacı

Kovid-19 pandemisinin yansımaları hakkındaki konuşma hiç bitmeyecek gibi görünüyor. Şu an, o sırada dikkatimizi çekmemiş olan başka meselelerin farkına varıyoruz. Tüm dikkatler, ekonomik sonuçlara ve insani kayıplara odaklanmaya devam ediyor.
Koronavirüs salgını; bağışıklığa, insanlığın sağlık alanında ortaya koyduğu çalışmalara ve tedavisi olmayan hastalıkların aşısını keşfeden doktorların dâhiliklerinden birini temsil eden aşılama konusundaki birikmiş tarihî çabalara da zarar verdi. Koronavirüs salgınından önce bu konunun önemi hakkındaki konuşmalar ağırlıkta değildi. Ancak Dünya Sağlık Örgütü (WHO), insanlığın bağışıklık alanındaki başarılar açısından 30 yıl kaybettiğini açıkladı. Bu kadar korkunç bir açıklamanın göz ardı edilebileceğini zannetmiyorum. Konu, sağlık ve bağışıklığa temas ediyor ve bu, uluslararası sağlık tartışmasını geniş bir şekilde gündeme getirmek için tek başına yeterli. Zira maliyeti çok yüksek ve aylar, yıllar alıyor. Görüyorsunuz, tam otuz yıldan bahsediliyor. Bu korkutucu teşhisten sonra dünyanın, bağışıklık ve aşılama alanındaki 30 yıllık gerilemeye hızlı ve rekor düzeyde bir çözüm için geliştirilen planların sunumunu yapmak üzere sağlık bakanlarının katıldığı konferanslar ve toplantılar düzenlemek için WHO’nun gözetim ve talimatı altında seferber olması bekleniyor. Aslında istenen şey daha ziyade, çeşitli açılardan çare bulmakta zorlanan ülkelere yardımcı olunmasıdır. Mali destek seferberliğinin lüzumundan bahsetmeye gerek görmüyorum bile. Sonuçta bağışıklığı güçlendirmek ve gerilemeyi telafi etmek bedava olmayacaktır.
Dünya Bağışıklığı Güçlendirme Haftası’nda olduğumuz şu günlerde bu konunun ciddiyetini gösteren başka bir nokta daha var. Şöyle ki aşıların çocuk grubunu ilgilendirmesi ve onların bağışıklığının güçlendirilememesi, bağışıklık bakımından alınacak hasarın insanlığın gelecek nesillerine, yani iş gücüne zarar vereceği ve insanlığın yaşam umudu ve sağlık konusunda elde ettiği başarıları olumsuz etkileyeceği anlamına gelmektedir.
Açık ve net olarak ele almadığımız şey, Koronavirüs salgınının birçok düzeyde bir darbeyi temsil etmesidir.
Peki, çocukların bağışıklığı, alelade bir konu ve kabul edilebilir bir hasar mı?
Tabi ki hayır. Aksine, otuz yıllık gerilemeyi telafi etmek için çözümler bulmayı gerektiren şey tam da bu. Ancak -yukarıda da söylediğimiz gibi- gerilemeyi telafi etmek için bazı imkânlara sahip olmak lazım. Tecrübeler, bu imkânların yalnızca ülkelere ve dünyadaki resmi sağlık kuruluşlarına güvenerek sağlanabileceğini ispat etti. Bu bir sorun. Daha büyük sorun ise çoğu ülkenin Kovid-19 salgınından etkilenmesi ve önceliklerinin artık, halkları için gıda temin etmek ve Rusya-Ukrayna savaşının etkilerine karşı koymaya çalışmak olmasıdır. Bu savaş, ülkelerin şaşkınlığını artırdı ve önceliklerini, mevcudu ve kısa vadeyi aşmayacak şekilde formüle etmelerine sebep oldu.
Ayrıca, ilan edilmeyen ve belirsiz bir sosyal ve kültürel tehlike de mevcut. Bu tehlike esas olarak, aşılanma ve bedenle bilimsel uğraş zihniyeti ve kültürü düzeyinde yaşanan gerilemeyle temsil edilmektedir. Bağışıklık kazandırma, bir kültür ve süreç olmanın yanı sıra aynı zamanda aşılanmanın gerekli olduğu konusunda bir tür görüş birliğine varmak için tarih boyunca verilen bir mücadeledir de. Her bir çocuğun aşı takvimine riayet etmek, sağlığa özen gösterildiği ve aşılanmaması halinde karşı koyamayacağı hastalıklara karşı vücudun sağlamlaştırıldığı anlamına gelir. İnsanları, aşılanmanın gerekliliğine tekrar ikna etmek kolay olmadı. Sözünü ettiğimiz gerilemenin telafisinin, aşı kültürü konusunda paralel bir çaba gerektirdiği anlaşılmazsa kolay da olmayacak.
Arap ülkelerinin de bu gerilemeye sahne olduğuna şüphe yok. Bu; çocuklarla, aileyle ve sosyal gelişimle ilgilenen yapıların yanı sıra bağışçı kurumlar ve en başta da medya ile sosyal bilinçlendirme kurumlarının omuz omuza vererek faaliyet yürüttüğü stratejiler, ulusal planlamalar ve özen gerektiren bir şeydir.
Bağışıklık alanında yaşanan otuz yıllık gerileme telafi edilmedikçe hiçbir şeyin anlamı yok. Bağışıklığın güçlendirilmesi ve gerekli aşıların yapılması konusunda ihmal gösterildiğine dair üzücü hikâyelere dünya çapında ışık tutulmalı ve bir panik çığlığı atılmalı. Bu konuya, önemli olduğu için odaklanıyoruz. Ayrıca Dünya Bağışıklığı Güçlendirme Haftası etkinliği de gerilemenin boyutunu tarif edip belirlemekle sınırlı kalmamalı. Meselenin bağışıklıkla, her şeyden önce de çocukların bağışıklığıyla ilgili olduğu düşünülürse gerilemenin telafisi için uluslararası düzeyde acil planlar geliştirilmelidir.
Üstelik bugün dünyanın büyük bir kısmı Kovid-19 salgınının, Rusya-Ukrayna savaşının, yoksulluk ve müesseselere zorunlu olarak kilit vurulması olgularının yaygınlaşmasının ve işsizliğin artmasının sıkıntılarıyla boğuşuyor.
Bugünün dünyasındaki çok boyutlu yoksulluk da cabası. Hal böyleyken bağışıklık meselesine odaklanmak, gösterilen direnişin tüm tezahürlerini anlamlı kılan bir şey olacaktır.