Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Şiddet ve ekonomi diyalektiği

Toplumsal ilişkiler düzeyindeki kültürün, bireyler ve cinsiyetler arasındaki tahakküm ilişkileri kalıplarını kontrol ettiği doğrudur. Bu, çeşitli toplumsal olguları anlamada etkinliğini kanıtlamış önemli bir tarihsel ve kültürel veriyi temsil eder.

Bununla birlikte, gerekli adımları atmamış olsalar bile çoğu ülkede mevzuatın ilerlediğini söylemek objektif bir yaklaşımdır.

Uluslararası insan hakları baskısı ve uluslararası desteğin uluslararası insan hakları referanslarıyla uyumlu bağlantısı, insan hakları çarkının dönüşünü büyük ölçüde etkilemiştir.

Günümüzün sorunu, sosyal olguların kötüye gitmesi ve yaygınlaşmasıdır. Ancak bunları artık tek başına inandırıcı olmayan kültürel yorumlara göre açıklıyoruz. Günümüzde evlilik içi şiddeti örneğin sadece erkek egemenliğine yaklaşarak açıklamak mümkün değildir. Bu meselenin üzerinde durulması ve dinlenmesi gereken başka sebepleri de vardır.

Aslında şiddet, günümüzde her zamankinden daha fazla rahatsız edici, endişe verici ve korkutucu bir olgu haline gelmiştir. Pandeminin derin ekonomik yansımaları göz önüne alındığında Kovid-19 salgınıyla birlikte çocuklara ve kadınlara yönelik şiddet olgusunun önemli ölçüde arttığı ve Rusya-Ukrayna savaşıyla durumun daha da vahimleşmeye devam ettiği sonucuna varılabilir.

Böylece her ekonomik krizle birlikte şiddetin seviyesi de yükseliyor. Şiddet ile ekonomik kriz, şiddet ile yoksulluk, şiddet ile işsizlik arasında diyalektik bir nedensellik ilişkisi bulunur. Bu, cihatçı örgütlerin çok fazla yatırım yaptığı ve insan stoğunun oluşmasında belirleyici olan bir ilişkidir.

Ekonomi ve şiddet arasındaki bağın gücünü göstermek için kullanılabilecek en iyi örnek, evlilik içi şiddet olgusudur. Cinsiyete dayalı şiddet vakalarının çoğu evlilik ilişkilerinde görülür. Başka bir deyişle, dünyanın çeşitli yerlerinde evlilik içi şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet türlerinin başında gelir. İkincisiyse, evlilik içi şiddetin çoğu durumda ekonomik nedenlerden kaynaklandığıdır. Bir toplum ekonomik kriz veya işsizlik sorunu yaşadığında, buna bağlı olarak evlilik içi şiddet artar. Bu nedenle, boşanmaların çoğu ekonomik bir nedenden kaynaklanmaktadır. Bu da ekonomik ve finansal krizler derinleştikçe ve satın alma gücü düştükçe boşanma oranlarının yükselmesine neden olmaktadır. Ekonomik kısıtlamalar, sosyal ilişkiler üzerinde baskı oluşturur ve onları sebat ve dayanışma testlerine tabi tutar. Başarılı olanlar olduğu gibi şiddeti ve ayrılığı seçenler de vardır.

Elbette bu, boşanmaların sadece ekonomik sorunları olanlar arasında gerçekleştiği ve evlilik içi şiddetin sadece eşler arasındaki ekonomik krizle ilişkilendirildiği anlamına gelmez. Daha ziyade, üzerinde durulması ve dikkate alınması gereken şey, ekonomik krizlerin, kurumların iflasını doğurduğu ve bunun bir sonucu olarak da artan işsiz sayılarının, ilişkileri ve evleri gerilim ve ardından şiddet uygulama alanlarına dönüştürmesidir. Şiddet mağdurlarının dahi çoğu ekonomik açıdan kırılgan durumdadır. En yaygın kırılganlığın ekonomik kırılganlık olduğu bir dönemdeyiz. Kırılganlığın çeşitli yönlerinin üstesinden gelmek ve ekonomik kırılganlığın ötesine geçecek şekilde şiddetini azaltmak mümkündür. Burada, birçok durumda şiddetin kurbanı ve failinin ekonomik kırılganlığın ürünü olduğu bizim için netleşiyor.

Hiç şüphe yok ki bu veriler sadece dikkate alınmayı değil, aynı zamanda tüm dünyada planlama ve programlamanın temeli olarak kabul edilmeyi hak ediyor. Çünkü her sağlıklı ve normal toplum dayanışma, takdir ve mutluluğa dayalı bir arada yaşamayı ve sosyal ilişkileri amaçlar. Ayrıca ihtiyaç, ekonomik kırılganlık, eşler arası şiddet ve bunun çocukların ruh sağlığı üzerindeki acı verici etkileri ile tehdit edilen ailelerdeki çocukların yaşamları, toplum için bugün ve gelecekte başlı başına bir kayıptır. Çünkü yaşanan ve ima edilen şiddetin bedelini çocuk ödeyecek ve bunun sonuçlarına şiddetin mağduru, faili, çocukları ve herkes katlanacak.

Tehdit altındaki çocukluk ve şiddet mağduru kadınlarla ilgili sosyal olguları daha derinlemesine incelemek, asıl savaşın ekonomik olduğundan ve çözümün ekonomik sorunları çözmekte ve yoksulluğun tüm farklı boyutlarına dikkat çekmekte yattığından emin olmamızı sağlıyor.

Şu an yaşanan sıkıntılar ekonomi kaynaklıdır. Çünkü yoksulluk ve işsizlik, sömürü, dilencilik, kazalar ve hatta cinayetle bağlantılı olduğu gibi, toplumsal sorunlar da ekonomik çözümlerle ilişkilidir.

Bu yüzden denklem açık ve basit bir şekilde görülebilir: Kalkınmada yoksulluğun ve adaletin ortadan kaldırılması, çalışma hakkının sağlanması ve maddi saygınlığın sağlanması için daha fazla çaba. Bu çaba niceliksel ve niteliksel olarak gösterilirse, bu otomatik olarak boşanma, şiddet ve suç oranlarında azalma anlamına gelir. Çünkü tarih bize ekonomik ve sosyal olanın, insanın her yerde ve her zaman kullandığı aynı madalyonun iki yüzü olduğunu öğretti.