Necib Sab
Arap Çevre ve Kalkınma Forumu (AFD) Genel Sekreteri ve “Çevre ve Kalkınma” dergisinin editörü
TT

Bomba sesleri arasında iş birliği

Savaş ve barış zamanlarında Arap iş birliği, Avrupa Birliği'nden ve dünyadaki diğer birçok bölgesel gruplaşmadan onlarca yıl önce 1945'te Arap Birliği’nin kurulmasının arkasındaki sebepti. O zamanlar bölgesel ittifaklar iyi bir seçenek iken, dünyanın, savaş ve barışın yanı sıra siyaset ve ekonomiyi de hareket ettiren büyük kutuplar tarafından kontrol edildiği, küçük devletlerin boyun eğmek ya da devrilmekten başka çaresinin kalmadığı bugün ise bir gereklilik.

Burada kastedilen, Arap Birliği’nin 78 yıllık deneyimini değerlendirmek değil, devletlerin ve halkların bekasının bir koşulu olarak Arap ülkeleri arasındaki iş birliğini her alanda güçlendirme gereğini vurgulamak. Önceki yıllarda hayal kırıklıkları ve yenilgiler yaşansa da, dünyadaki başarılı deneyimlere dayanarak yeni iş birliği çerçeveleri aranmalı. Bunun birinci koşulu, "birleşik Arap ulusu" etrafında dönen duygusal sloganlardan kurtulmak, tarih ve medeniyet bağlarıyla desteklenen, ekonomik ve güvenlik çıkarlarına dayalı ittifaklar kurmak.

Sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşma ve iklim değişikliğinin zorluklarıyla yüzleşme bağlamında, Arap ülkeleri arasındaki iş birliği bugün istisnai bir öneme sahip. Ancak birkaç yıl önce kritik olan durum, korona salgını ve Ukrayna savaşının komplikasyonları ile daha da zorlaştı. 2015'te Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri açıklandıktan sonra 2016'da yayımladığımız bir raporda tüm savaşlar ve çatışmalar hemen dursa bile, Arap bölgesi aynı geleneksel yöntemleri uygulamaya devam ettiği müddetçe 2030 hedeflerinin gerçekleştirilemeyeceğini söylemiştik.  Birçok Arap ülkesi, kalkınma hedeflerinin açıklanmasından önceki yıllarda büyük çaplı bir çöküşe yol açan çatışma ve savaşlara tanık olmuştu ve bu da beklentileri, 2030’a kadar belirlenen yeni hedeflere ulaşmak yerine 2010’daki duruma geri dönmekle sınırladı.

Yapılması gereken, ekonomik büyüme ile doğal kaynaklar arasında dengeyi sağlayan, ek bir güzelleştirici unsur olarak değil, devletin genel politikalarının ve planlarının bir parçası olarak sürdürülebilir kalkınma ilkelerini benimsemeye dayalı alternatif bir yaklaşımdır. Bu planların israftan ve yolsuzluktan uzak verimli bir şekilde uygulanmasına hizmet etmesi için bütçe kalemleri yeniden dağıtılmalıdır. Savaş ve çatışmalardan zarar gören ülkeler ise, beklenen yeniden imar çabalarına sürdürülebilir kalkınma ilkelerini de dahil etmeliler, çünkü durumun vahameti, her ne pahasına olursa olsun hatalar biriktirerek, reformu yıllarca geciktirerek bununla başa çıkmaya olanak tanımıyor. Bu nedenle kuruluşlar ve bağışçı ülkeler, çabalarını güvenlik gereksinimleri ve savaşlardan zarar görenlerin temel ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlamamalılar. Bunun yerine, acil durum yardımları ile birlikte sürdürülebilir kalkınma ve yeşil ekonomiye geçiş hedeflerini destekleyen yeni uygulamaları pekiştirici yardım programlarını kullanmalılar.

Arap ülkelerinden bahseden bazı raporlar ve araştırmalar, onları yekpare bir parça olarak ele almayı engelleyen, aralarındaki büyük farklılıklara işaret etmeyi ihmal ediyorlar. Her ülkenin, uygulama planları geliştirirken dikkate alınması gereken farklı ihtiyaçları, öncelikleri, ekonomik, politik ve sosyal bağlamları bulunuyor. Ülkeler öncelikli kalkınma hedeflerini belirlemeli ve bunların uygulanması için politikalar ve bütçeler dahil olmak üzere ulusal planlar geliştirmeliler. Bölgesel iş birliği programları kapsamında aralarında temel oluşturabilecek pek çok ortak yön olduğu kesin, fakat iki kıtaya yayılan geniş bir alanda doğal ve beşeri kaynakların çeşitliliğini de hesaba katmak gerekiyor. Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri gibi birkaç ülke kalkınma göstergelerinde önemli ilerlemeler kaydederken, diğer ülkeler birçok durumda sınırlı ilerleme veya gerileme yaşadı. Daha fakir ve az gelişmiş Arap ülkelerinden bazıları en zayıf performans gösterenlerdi. Bu, yalnızca finansal kapasitedeki farklılıklardan değil, aynı zamanda istikrar, uygun programların seçilmesi, israf ve yolsuzlukla mücadele başta olmak üzere diğer faktörlerden de kaynaklandı.

Arap ülkelerinin, bugünün ve gelecek nesillerin insan onuruna yakışır bir yaşam umutlarını karşılayabilmeleri için olumlu bir kalkınma yolunu benimsemeleri hayati önem taşıyor. Ancak bunun başarılması için, siyasi kargaşa, barış ve güvenlik sorunları ile ciddi bir verimsizliğin şiddetlendirdiği su ve ekilebilir arazi kıtlığı başta olmak üzere bir dizi zorlukla başa çıkılması gerekiyor. Su ve ekilebilir arazi kıtlığı ithal gıda ürünlerine aşırı bağımlılığa yol açıyor. Bölge genel olarak enerji yönünden zengin, su ve tarım arazileri yönünden ise fakir. Hızlı nüfus artışı, değişen tüketim davranışları, iklim değişikliğinin etkileriyle daha da kötüleşecek olan verimsizliğin bir sonucu olarak artan kaynak talebiyle durum daha da kötüye gidiyor. Yoksulluk, açlık ve gıda güvenliği sorunlarıyla yüzleşmek için Arap ülkelerinin önünde, mahsul ve su verimliliğinin iyileştirilmesi, arıtılmış atık suyun yeniden kullanılması ve balıkçılığın geliştirilmesi gibi bir dizi politik seçenek var.

Göreli avantajlara dayalı bölgesel iş birliği, başta gıda güvenliğinin sağlanması olmak üzere Arap kalkınmasının zorlukları ile verimli bir şekilde yüzleşmek için gönüllü değil, kaçınılmaz bir seçim. Son iç savaşın patlak vermesinden önce, geniş ekilebilir araziler ile su kaynaklarının buluştuğu Sudan'da gıda üretimine yapılacak bölgesel yatırımın önemi hakkında hep yazdık ve okuduk. Bunu kalkınma konularında gerçekleşecek Arap iş birliği için bir model saydık. Ne var ki Sudan'daki son olaylar şu meydan okumayı ortaya çıkardı; güvenlik ve siyasi istikrarın, yolsuzluk ve keyfilikten uzak, ülkenin ve yatırımcıların haklarını güvence altına alan düzenleyici yasaların olmadığı bir ortamda yatırımları cezp etmek mümkün mü?

Yaşanan hayal kırıklıklarına, savaşlara ve çöküşlere rağmen, çeşitliliğe saygı kapsamında ortak çıkarlar sağlayan modern çerçevelere göre, Arap düzeyinde sürdürülebilir, istikrarlı bir kalkınma gerçekleştirmek için bölgesel iş birliği kaçınılmaz olmaya devam ediyor. Arap ülkeleri, savaş dumanlarının dağılmasını beklerken, sınırlı kaynaklarını tüketmeden kendi kapasitelerini geliştirmeli, kalkınma alanlarında bölgesel iş birliğini geliştirmek için çok çalışmalılar. Bu, kalkınma ile savaşlar arasındaki uzlaşmayı kaldıramayacak bir yarıştır, çünkü birinin zaferi diğerinin ölümüdür.