Abdulaziz Tantik
TT

Evine Dönmeli İnsan…

İnsanın yeryüzü macerası bir yabancılaşma sürecini de başlatan bir mecradır. Çatışma ve kaotik zeminin varlığı ile başlayan dünya macerası, insanın kendine yabancılaştığı, yabancı bir ortama alışma tecrübesi ve becerisi ile birlikte var olma mücadelesi vermesidir. Yeryüzünde yabancılaşmayı aşma adına insan kendine bir ev yapmıştır. Bu ev, yabancılığını giderdiği bir zemini inşa etmede ona yardımcı olmaktadır. Ev hali, insanın kendisine ait bir dünya kurarak yabancılaşmayı tanışıklığa dönüştürdüğü bir zemini işaret eder.

İki yabancı bir evde bir araya gelerek adına evlilik dedikleri şey ile tanışıklık ihdas ederler. Bu evde doğan çocuk, yabancılık çekmeden büyümeye başlar. Ev yaşamından elde ettiği yaşam tecrübesi ile dışarıdaki yaşama uyum sağlamaya yol bulur. Ev, şarkıda da belirtildiği gibi kalbine dönmeyi işaret eder. İnsan, kalbini evi kılar. Kalbi onun mahrem yeridir. Evi de bir insanın en mahrem yeridir. Kalp ve ev benzetmesi önemli ve asla göz ardı edilmemesi gereken bir özdeşliktir.

Kadim kültür eve, ev kültürüne önem atfeder. Evin hallerinin mahremiyetini dikkate alır. Ev dışarıdan gözetilerek mahremiyetine gölge düşürülemez! Çünkü ev mahremdir. O mahremiyeti korumak ise her kesin sorumluluğundadır. Buna iktidar da dâhildir. İktidar bile evin mahremiyetini ihlal edecek bir davranışta bulunamaz! Ev, aynı zamanda bir kültür ocağıdır. Çocuk ilk eğitimini ve terbiyesini evden alır. İlköğrenimini de evden almaktadır. İnsanın kendi yabancılaşmasını aştığı zemin olarak evin varlığı, insanlar arasında olduğu gibi insan dışı varlıklarla ilişkilerde de bir tanışıklığın varlığını öğrendiği mekâna tekabül eder. Yabancılaşmanın yerini tanışıklığa bıraktığı evin varlığı, aynı zamanda büyümenin ve olgunlaşmanın gerçekleştiği bir mekâna da göndermedir. Evde öğrendiği şeyler ile tanışıklığın alanını ve sınırını bilir insan…

O yüzden, kabileler, aşiretler, kavimler insanların birbiri ile tanışıklığın zeminleri olarak takdim edilir. Evde; erkek, kadın, çocuk; baba, anne, teyze, hala, yeğen, torun, evlat olarak dönüşür. Evlilik ise iki farklı aileyi yakın kılmanın, iki yabancı insanı ise mahrem kılmanın bir ölçütü olarak öne çıkar. Böylece yakınlaşma ve tanışıklığın arttığı bir zemini güçlendirmenin yolu, yordamı belirginleştirilir. Kadim kültürde yardımlaşma, en yakınından başlayarak ihtiyacı olan uzağa kadar sirayet ettirilir ve yardım yapmanın bir tanışıklık sebebi kılındığı bir zemin diri tutulurdu. Örneğin, bütün inanç ve dini yapılarda yardımlaşma hep teşvik edilmiştir.

İnsanın olgunlaşmasının en temel özelliği ise tanışıklığın bir yaşam tarzına dönüştüğü bir zeminde insanın kendini gerçekleştirmesinin imkânlarını devşirmesi ve buna yönelik toplumsal bir dayanışmanın varlığıdır. Birlikte yaşayarak, kendini geliştirecek duygularını yaşarken, paylaşmayı eksene alacak, her duyguyu olumsuzlamadan doyasıya yaşadığı bir zemine sahip olacak olması gelişim dinamiği bakımından olmazsa olmazıdır insanın…

Modern döneme geçiş yapıldığı zamanda ise tanışıklık yerini yabancılaşmaya bıraktı. Kadim kültürden koparak, yeni kavramlar eşliğinde yeni bir yaşam formu üretti. Birey, toplum, ulus devlet gibi kişiyi mahremiyetten uzaklaştıran ve hukuk zemininde bir arada tutarak hak mefhumu üzerinden yakın kılmadan kendi olmayı öne çıkaran bir bakışa yaslandı. Özgürleşme adına kendini yakın bulacağı ve mahremiyetini oluşturduğu her zeminden kopartılarak bireyselleştirilen kişi, çırılçıplak kendi başına bırakılmıştır. Bu yabancılaşma üzerinden kendisinin istendiği biçimde eğitilmesine zemin oluşturulmuştur. Özgürleşme beraberinde bir köleleştirilmeyi de içermiştir. Artık kişi, kendi mahremiyeti içinde değil, bilakis, şeffaf kıldığı bir yaşam biçimi içinde mahremiyetini kaybederek var olmanın bütün olumsuzluğuna yenik düşmenin garabetini yaşamaya bırakılmaktadır. Cinsiyetini kaybeden birey, yakınlıkları da kaybetmektedir: baba, eş, anne, dayı, hala, teyze, amca ve kardeş gibi kavramların içi boşaltılmıştır. Her birey bir diğer bireyin ötekisi olarak konumlandırıldığı için bu yeni kültürde, hak ve hukuk belirleyici bir norm olarak öne çıkarılmak zorunda kalınmaktadır. Yakınlığın verdiği gönülden yardımlaşma yerine hukukun sağladığı kadar ile zorunlu bir yardımlaşma ön plana çıkarılmaktadır. Bu da insanların kendi aralarında evin sıcaklığını kaybederek hukukun soğukluğu içinde yaşamaya alışmalarını sağlamaktadır. İşte yabancılaşmanın giderek çoğaldığı bir zemin… Çıplaklık, salt bir görüntü meselesi olmaktan çıkartılarak mahremiyetin tamamen kaybolduğu bir zemine dönüştürülmektedir. Kadın açısından soyunmak bir üst mertebeye dönüştürüldüğü için kadının erkeğe meze kılındığı örtülmektedir. Kadını soyarak, yaşamın da soyulduğunu anlamayanlar, mahremiyetin neliği meselesini anlamaları beklenemez! Evler, kadim kültürde dış gözlere kapalı iken, modern mekânlar, dış göze açık hale getirilmektedir. Her şeyin şeffaf hale dönüştürüldüğü bir zeminde yakınlık beklemek abesle iştigaldir. Bilakis, her şeffaflık, yabancılaşmayı, uzaklaşmayı, tiksinmeyi beraberinde taşır. Sosyal medya ve benzeri mekânlarda başlayan furya, her şeyi gösteriye dönüştürme arzusu, güçlü bir yabancılaşmayı da beraberinde taşımaktadır. Mahremiyetin kaybolduğu her zemin yakınlığı yok ederken, yabancılaşmayı da normalleştiriyor.

Kadim kültürde mahremiyet, modern kültürde ise şeffaflık söz konusu olmaktadır. Bu da insanın gelişim dinamiklerine birebir etki etmektedir. İnsanın kendisi olması bakımından insanın kendine ait bir mahremiyetinin var olması kaçınılmazdır. Her şeyi ile dışa açık bir görüntü veren, şeffaf olan biri ise, mahremiyetini kaybettiği için kendisini o şeffaflığın kollarına bırakarak köleliğin tadını çıkartacaktır. Bu köleliğin özgürlük adı altında pazarlandığını da unutmamak gerekir.

Bir ülkenin vatandaşı olmak ile bir kavmin tabii üyesi olmak arasında derin bir uçurum vardır. Modern dünya, insanı yeniden tasarımlayarak kendi varlığını açığa çıkarmaktadır. Bu tasarımı görmeden batı dışı toplumlara teklif edilen modernleşmeyi anlamak mümkün görünmemektedir.

İşte bu noktada Müslümanların kendi evlerine dönüş için bir çabaya girmeleri kendi gelecekleri bağlamında elzem bir hale gelmiştir. Evlerde başladıkları davet çalışmalarını, terk ederek salonlara, dernek merkezlerine yönelmeleri, farkında olmasalar da bir yabancılaşmayı derinden yaşamaya başladıklarının göstergesidir. Dava arkadaşlığı ile dernek üyeliği arasındaki derin farkı anlamak için biraz çaba zorunlu olmaktadır. Seksenli, doksanlı yıllarda Müslümanların kendilerine ait bir sosyoloji aramaları, dava adamlığı, davet edebilme arayışları ve bir arada var olma arzusu kesintiye uğradı. İki binli yıllardan itibaren sivil toplum kurma arayışları ile birlikte, birazda buna zorlandırıldıklarını fark etmeden yönelmeleri, dava adamlığı kavramını tuzla buz etmiştir. Sürekli yabancılaşarak bir dava adamlığı rolü oynamanın imkânsızlığını tadarak öğrenmişlerdir. O yüzden tez elden, yeniden eve dönüşün imkânları araştırılmalı, evdeki sıcaklığın dışarıda oluşturulmasının imkânsızlığını görmeli ve yeniden her şeyin evde olgunlaştırılması gerektiği kanaatini paylaşarak varlık alanını mahremiyet alanına dönüştürerek dış saldırılardan korunabilmenin yolunu bulmalıdır Müslümanlar…

Dernek faaliyetleri, yardım faaliyetleri vesaire, tabi ki yapılmalıdır. Ama başlangıç noktasının ev olmasını tercih ederek oraya yönelmeli ki yabancılaşmaya karşı bir mesafe alınabilinsin… Çocuklarımızı kaybediyoruz yargısı evimizi kaybettik yargısı ile birlikte değerlendirilmelidir.  Gençlerimizin örnek alacağı kişileri evden uzaklaştırdığımızda başka örnekler edindiğini bu süreçte tecrübe ile öğrenmiş bulunmaktayız…

Seksenlerde yaptığımız gibi eve alacağımız/aldığımız ‘aile dostlukları’ kurulmalıdır. Sadece erkeklerin katıldığı sohbetler değil, erkeğin kadının ve çocuğunda içinde bulunduğu evlerimizde sohbetlerimizi yaptığımız zaman o sohbet hepimizi pişirecektir. Bir örnek olsun diye; benim Adana’da ilk beş arkadaşımla birlikte evlerde yaptığımız sohbetler üzerine her birimizin çocukları yek diğer arkadaşımıza amca diye hitap ederdi. Ve her birimiz kendi çocuklarımız kadar arkadaşımızın çocuklarını da severdik. Bu birliktelik, eşlere sirayet ederdi. Onlar bir araya geldiğinde sizin bir araya gelmenize mani hiçbir şey kalmazdı…

İki binlerde bir araya gelmenin koca bir sekiz yıllık boşluktan sonra meydana geldiğini hatırlayalım… Bu bir araya gelmenin, sadece erkekler ve sadece kadınlar ile sınırlı kaldığı gibi sadece çocuklara yönelik yapılan faaliyetlerinde hep bir eksikliği içinde taşıyacağı bedihidir. Eğitim sisteminin handikaplarını dikkate almayarak aynı hataya sürüklenmenin derin acısını yaşamaya devam ederiz, bu durum devam ettiği sürece…

Eve dönmenin kalbe dönmenin ilk adımı olduğunu yeniden hatırlamalıyız. Kalbimize dönmenin yolunun birbirimizle tanışık olduğumuz mahremiyet alanımızla ilişkili olduğunu belirginleştirmeliyiz. Konforumuzu bozmadan dava adamı, dava kadını olamayacağımızı öğrenmeliyiz, öğrenmeyle yetinmemeliyiz, birde idrak etmeliyiz…

Eve dönüşün ilk adımı, eve dönmenin gerekli olduğunun idrak edilmesidir. Bu idrak ile bir irade beyanında bulunulmasıdır. Bu irade beyanını gerçekleştirecek aileyi konfor yerine paylaşmayı eksene alan bir bakışa sahip kılınmasının başarılmasıdır. Evde olmanın hazzını ve sükûnetini kavrayacak bir vasata sahip olabilecek tecrübeye sahip olunmasıdır. Bir hazırlık ile birlikte evini paylaşacağın ve evine gidebileceğin yol arkadaşlarının bulunmasıdır.