Dünyayı kasıp kavuran tüm bu krizlerin gölgesinde günümüz toplumlarının eksikliğini hissettiği en önemli şey: eğitim. Çocuklardan önce yetişkinleri şaşırtan hareketler ve vicdansız, kaba saba teknik iletişim üzerine bir arkadaş şaka yollu, koronavirüs salgınından sonra insanların vurulduğu aşıların birçok aklı felç etmiş olabileceğinden bahsetti.
Elon Musk, Twitter konusundaki son uygulamalarında hedefinin -güya- cep telefonlarını biraz olsun bırakmaları için insanlara bir mesaj iletmek olduğunu söyledi. Doğrusu, tabiatın insanlığa gönderdiği, insanların da kendi gerçekliklerine ve ahlaklarına yönlendirdiği fırtınalar içler acısı. Bu yüzden radikalizmi, şiddeti ve yaygınlaşan nefret kültürünü bitirmek için değil de ahlak ve değer sapması arasında insani yozlaşmanın sebep olduğu vahim sonuçları düşünmek için bu dünyada kalan bilgelerin sözlerine başvurmak farz oldu.
Birkaç gün önce BM Güvenlik Konseyi; BAE’nin ve Birleşik Krallık’ın ortak mesaisiyle uluslararası hoşgörü, barış ve güvenlik konulu bir karar aldı. Karara göre nefret söylemi ve aşırılık, dünyadaki çatışmaların tekrarlanmasına yol açabilir.
BAE’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Lana Zeki Nuseybe, konuyla ilgili şunları söyledi:
“BM Sözleşmesi, uluslararası barışı ve güvenliği korumaya yönelik ortak kararlılığımızı teyit ediyor ve bu hedefe ulaşmak için hoşgörünün ve barış içinde birlikte yaşamın gerekliliğini vurguluyor. Güvenlik Konseyi üyeleri, evrensel hoşgörü ve birlikte yaşam ilkelerini destekleme taahhüdünü yeniden teyit edecek bir karar benimsedi. İnsan hakları ve cinsiyet eşitliği ile birlikte bu ilkeler, çatışan değil, aksine birbirini pekiştiren çıkarlardır. Dolayısıyla barışı, güvenliği, istikrarı ve sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirmek için bu ilkeleri destekleyip hayata geçirmek gerekir.”
Esasında eğitim eksikliği, felaketlere sebep olan iki tarafın oluşmasına yol açar. Bu taraflardan birinde yozlaşma ve değer-ahlak kaybı, diğerinde ise aşırılık, tekfir ve şiddet uygulaması vardır. Bu felaketle yakından ilgilenen filozof Luc Ferry, bu krizi, “Bilgi, bir insanın düşük ahlaklı olmasını hiçbir zaman engellememiştir” sözüyle yorumluyor. İnsan cinsinin eğitim yoluyla geliştirilebileceğine olan inanç, Aydınlanma Çağı’nın en büyük yanılgısıdır.
Nazizm ve İslamcılık sayesinde öğrendik ki bir insan entelektüel olup yine de kolayca nefretin, ırkçılığın ve şiddetin etkisine kapılabilir. 20’nci yüzyılın bence en önemli filozofu olan Heidegger, Hitler taraftarı ve Yahudi karşıtıydı. Almanya, 1930’lu yılların en kültürlü ve bilgili ülkesi olarak dünyanın en iyi ve en prestijli okul ve üniversite sistemine sahipti. Ama buna rağmen bile isteye barbarlığa esir düştü ve kültürlü seçkinlerinin hiçbiri parmağını bile kıpırdatmadı. Aynı şey İslamcı Selefilik için de geçerli. Mesela Bin Ladin, her şeydi ama cahil bir insan değildi. 1985 yılında Cezayir’deki İslami Kurtuluş Cephesi’nin birkaç lideriyle tanıştım; hepsi de üniversite mezunuydu...
Aydınlanma Çağı’nın en büyük yanılgısı, medeni gelişme ile ahlaki gelişmenin aynı hızda ilerleyeceğine inanmasıydı. Halbuki ahlaki eğitimin kültürel eğitimle veya genel olarak kültürle hiçbir alakası yoktur. Aradaki farkın keşfi, 20’nci yüzyılın ikinci yarısında insanlığın yüzleştiği en büyük hayal kırıklığı oldu.
Filozof daha sonra eğitim ile öğretim arasında ayrım yapma çağrısı yapıyor: “Öğretim, bir grup öğretmen tarafından halka açık bir yerde, yani okulda bir grup öğrencinin yararına olarak yapılır.”
Eğitim ise çocuklara ebeveynleri tarafından özel bir alanda, yani ailede verilir. Bakan olduğum zamanlardan beri savunduğum görüş şu ki eğitim, öğretimden önce gelip onun yolunu döşemelidir. Aksi takdirde görevin yerine getirilmesi, öğretmen için imkânsızlaşır.
Öğretim krizi, öğretmenin karşısında bir grup eğitimsiz çocuk bulmasından kaynaklanmaktadır. Ebeveynler ve öğretmenler arasındaki görev dağılım süreci, artık iyi işlemiyor.
Filozof Luc Ferry’nin bir tezi daha var. Bu tezi inceleyen akademisyen El-Tahir Mustakim, tezinin sunum kısmında şu ifadelere yer veriyor: “Değerli okura Alman sosyolog Ulrich Beck’in yazdığı en önemli kitap olan Risk Toplumu’nu okumayı şiddetle tavsiye ediyoruz. Beck’in tezinin ana hatlarını şöyle basitleştirebiliriz: Tohumları 18’inci yüzyılda atılan, 19’uncu yüzyıla tümüyle hâkim olan ve günümüze kadar hâlâ tamamlanamayan ilk modernitenin ardından Batılı toplumlarımız, ilgili risklere dair farkındalıkla öne çıkan yeni bir aşamaya girdi. Bu, bilimsel ve teknik ilerlemeyle bilinen küreselleşmenin hızının bir sonucudur. Bu iki modernite, aynı anda gizli ilişkilerle örtülü çeşitli çarpışmalara ve zıtlıklara yol açtı. Gelişmiş Batı’nın üzerine gölgesini düşüren bu yeni durumu kavramak için öncelikle iki moderniteyi ayrı ayrı kavramak gerek.”
Velhasıl tüm fırtınaları ve depremleriyle değişen bir dünyayla karşı karşıyayız. Bireyler arasında daha fazla ahlaki çöküntüyle ve insanın yetişkinlik evresindeki zihniyetini etkileyen çocukluk eğitimindeki fırsat eksikliğiyle yüzleşmeye hazır olmalıyız. Ayrıca nefret, şiddet ve terör tehlikesiyle karşılanan geleneksel düşüncelere ayak uydurabilen, hatta onları aşabilen gelişmiş radikal politikalarıyla daha fazla karşılaşmaya da hazır olmak gerek. Vardır Allah’ın bir bildiği…