Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Arap-Çin ilişkileri Avrupa-Çin ilişkilerine göre daha yakın: Neden?

Son yazımızda Avrupa ve Arapların Çin ile ilişkileri arasındaki farkı jeopolitik ve ekonomik boyutlarıyla ele aldık. Bu haftaki yazımızda Arapların Çin ile ilişkilerinde Avrupa'nın Çin ile olan ilişkisinden daha yakın olmasının etkenlerini ve nedenlerini göstereceğiz. Tabii ki bu, Arapların ve Çinlilerin ortak ilişkilerinde Avrupa'yı bugün ve gelecekteki hayati çıkarlarından uzak bir mesafede tuttukları anlamına gelmez. Ama hem Araplar hem de Çinliler bazı açılardan, bu ilişkileri niteliksel olarak çağdaş tarih boyunca olduğundan farklı kılmaya istekli görünüyorlar.

Çin'in İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerinin tarihsel arka planı, şu ya da bu şekilde Avrupa-Çin ilişkilerinin seyrini etkiliyor. Bu ilişkilerin izlediği yolun tezahürlerinden biri, 1997'de Hong Kong'un Çin egemenliğine geri dönmesi ve İngiltere'nin buradaki hegemonyasına son vermesiydi. Çin aynı yıl Makao'yu da Portekiz'den geri aldı. Ne talihliyiz ki, Arap-Çin ilişkileri, Çin-Avrupa ilişkilerinde olduğu gibi -deyim yerindeyse- sömürgeci nitelikteki ilişkilere benzemiyor. Aksine imparatorlukları çerçevesinde İngiltere ve Fransa'nın Arap ülkelerinin geniş bir kesimi üzerindeki hakimiyeti açısından Arap hafızası ile Çin'in ortak bir tarihi paylaştığı söylenebilir. Bu nedenle Çin'in Arap dünyasına yönelik söylemi, Çin kendisini üçüncü dünyanın bir parçası olarak gördüğü için olumlu yankı buluyor. Çin lideri Mao Zedong da ünlü "Doğu rüzgarları batı rüzgarlarının yerini alacak!" sözüyle bunu ifade etmişti.

Çin-Arap diplomatik ilişkileri 67 yılı aşkın bir süre önce başladı. Mayıs 1956'da başlayan Çin ile ilişkileriyle Mısır başı çekerken, onu 6 Arap ülkesi (Suriye, Irak, Yemen, Fas, Cezayir ve Sudan) takip etti. China Today web sitesine göre söz konusu Arap ülkeleri Batı Asya bölgesindeki diğer tüm ülkelerden ve tüm Afrika kıtasından önce Çin ile resmi diplomatik ilişkiler kurdu. Daha sonra Suudi Arabistan, Temmuz 1990'da Çin ile diplomatik ilişkiler kurdu ancak Çin ile Suudi Arabistan arasındaki ticari ilişkiler, aralarındaki diplomatik ilişkiden çok daha önce de mevcuttu.

25 Ekim 1971'de BM Genel Kurulu, Çin Halk Cumhuriyeti'ni BM’de Çin'in tek meşru temsilcisi olarak tanıyan 2758 sayılı kararı kabul ettiğinde, 12 Arap ülkesi zaten Çin Halk Cumhuriyeti ile diplomatik ilişkilere sahipti. 2758 sayılı karar taslağını sunan 23 ülkenin başında Cezayir, Irak, Suriye, Yemen Arap Cumhuriyeti, Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, Sudan, Moritanya ve Somali yer alıyordu. Bu nedenle, adı geçen Arap ülkelerinin, Çin Halk Cumhuriyeti'nin BM nezdindeki yasal haklarını tam olarak yeniden kazanmasındaki rolü büyük bir değere ve etkiye sahip. Kendi adına Çin de, Batı ülkelerine atıfta bulunmak için kullanılan ‘Batı sömürgeci emperyalizmi’ ile mücadelede proaktifti. 1956'da Mısır'a yönelik üçlü saldırıyı (Süveyş Krizi) kınarken, Arap meselelerini ve Arap kurtuluş hareketlerini destekleyen pozisyonlar benimsedi. 1958'de Cezayir'in geçici hükümetinin kuruluşunu tanıyan Arap olmayan ilk ülkeydi. Aynı zamanda, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü tanıyan ilk Arap olmayan ülke oldu ve Araplar da buna uluslararası forumlarda Çin'i destekleyerek karşılık verdi. Arapların Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanımalarını, Batılılar hem Arap ülkelerinin hem de Çin’in komünist bloktan ve üçüncü dünya ülkeleri olmalarına dayandırıyorlardı. Ama bunu yaparken İngiltere’nin ellili yıllarda Çin Halk Cumhuriyeti'ni tanıyan ilk Batılı ülke olduğunu, de Gaulle yönetimindeki Fransa’nın ise 24 Ocak 1964'te Çin Halk Cumhuriyeti'ni tanıdığını unutmuş gibi yapıyorlar. Fransa’nın Çin’i İngiltere’ye göre nispeten daha geç tanımasına, Fransa'nın Vietnam'daki savaşı ile 1950'lerde ABD'nin Kore'deki savaşı, bu savaşta Fransa’nın Batı dünyasındaki ana müttefiki ile dayanışması gerektiği gerekçe olarak gösterilmişti. Bu nedenle, bu koşullar sona erdiğinde General de Gaulle, Fransız kararının ABD'den bağımsız olduğunu vurgulamak istedi ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanıdı. Soğuk Savaş koşullarının zirvesinde alınan bu karar ABD’yi şok etmişti. Buradaki fark, İngiltere ve Fransa'nın Çin'i daha erken bir dönemde tanımalarının arkasında proaktif bir görüşe sahip olmaları ve dünyanın gerçekliğini olduğu gibi kabul etmeleridir ki Çin’i tanıma kararını yorumlarken de Gaulle de bunu söylemişti.

Bu gerçekçiliğin aksine, Başkan Nixon döneminde ABD'nin Çin ile ilişkilerindeki açılımın arkasındaki isim olan Henry Kissinger, İngiliz Sunday Times gazetesine verdiği röportajda tuhaf bir pozisyon benimsedi. Kissinger, Rusya'nın Avrupa'da Çin için bir ileri karakol olmasını istemiyorsak, Batı'nın Ukrayna'ya ve Rusya'ya kendi içinde ‘yer bulması’ gerektiğini söyledi. Yine Kissinger, bir yanda Ortadoğu ve Asya, diğer yanda Avrupa ve ABD ilişkilerinde büyük olayların beklenmekte olduğunu kabul etmek gerektiğini de belirtti. Öte yandan CIA Başkanı William Burns, Putin'in hataları yüzünden Rusya'nın Çin'in küçük ortağı ve ekonomik kolonisi (!) haline geleceğini belirtti. Burns’ün bu sözleri bir şekilde Kissinger'ın İngiliz gazetesine söylediklerine katıldığı şeklinde yorumlanabilir. Bu tür açıklamalar, Çin ile ilişkileri yoğun ve düzenli bir şekilde gelişen Arap ülkelerine yönelik mesajlar da içeriyor mu? Eğer bu yorum doğruysa, bu Arap ülkelerinin Çin ile ilişkilerinin mutlaka Avrupa ülkeleri ve genel olarak Batı ile olan ilişkilerini ihmal etmek anlamına gelmediğinin farkında olmaları gerektiği anlamına gelmiyor mu?

Devam edeceğiz.