Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Toplanma ve tufan

Göçmen (mülteci değil) yeni ülkesine gelirken kafası karışıktır. Kaybolma korkusuyla yol işaretlerini defalarca okur. Utangaç bir şekilde gideceği adresi sormakta tereddüt eder. Etrafındaki herkesin onun yabancı olduğunu bildiği hissine kapılır. Özellikle de önceki göçmenlerin... Onlar kendilerinden biri için “Keşke gelmeseydi” derler. Çünkü kalabalıklaşmaları ülkedekilerin onlardan nefret etmelerine sebep olur. Sosyal yardımlar ve küçük ama Avrupalılar kabul etmeyeceği için fazla küçük olmayan işler için onlarla yarışırlar.

Göçmen, uzun bir süre yabancı kalacağını fark eder ve aksanını beraberinde taşıyacağını bilir. İş arkadaşı veya kendisine selam vermek istemeyen komşu kızıyla değil, kuzeniyle evleneceğini bilir. Tek bir gazete okumayacaktır. birincisi parasını saklamak için, ikincisi onun için bir anlamı olmayacağı için. Tabiİ amcasının oğlu başbakan olursa başka.

Buradaki yalnızlığı her geçen gün artacak. Çünkü amcasının oğlu, geniş pantolonları, garip aksanları ve boğazdan çıkardıkları sert harflerle tüm bu yabancıları etrafında istemeyecektir.

Yeni göçmen, yeni vatanından nefret etmeye başlar. Günler geçtikçe yalnızlığı artar ve köri, biber ve sarımsak yemeye olan düşkünlüğü güçlenir. Bu alışkanlık ve davranışlar, umutsuz bir şekilde ikinci bir Berlin duvarı gibi büyür. Psikolojik duvarların taşları da yok ki kırılsın…

Diğer tarafta, ülkenin evladı vardır. Rengi farklıdır, dili farklıdır. Metrodaki gazetesini okur, Kraliçe Victoria zamanlarından beri Muhafazakar Parti’ye bağlıdır. Boris Johnson gibi bir başbakansa, evlenmeden kadınlarla birlikte yaşar ve Downing Street’te yılbaşı partileri düzenler. Bu kadar yeterli. Devlet, kendisini sevenlere ihtiyaç duyar, benliğini sevenlere değil.

Beyaz adam, renkli ülkeleri ve zenginliklerini sömürdü. Şimdi bu halklar ortaklık kârını geri almak istiyorlar. Ama başka bir zamanda ve farklı bir dünyada. Cezayir asıllı bir gencin Paris’te polis tarafından öldürülmesi, Minnesota’da polis tarafından George Floyd’un öldürülmesi gibi, içten gelen nefret ve karşılıklı kinin bir tezahürüdür. Fransa’nın şehirlerini yakan gençler, Fransızların yaşadığı normal hayatı yakmak istiyorlar.

İmparatorluğun ihsanlarının hayalini düşleyerek geldiler ancak buzdan mahalleler ve psikolojik duvarlar buldular. Aynı çatı altında iki zıtlık ve her ikisi de hakkını arıyor. Kin besleme hakkı yok. Resmi göç bu duruma yol açıyorsa, kalabalık teknelerin göçü ve mülteci selinde ne olur?

Zaman geçtikçe ne hakları aramak ne de bulmak kolaylaşıyor. Yangınlar ve yıkımlar bir mücadele değildir. Hakiki ancak güç mücadele uzlaşmadır. Bunun için biraz cesaret gerekli.