Halid Kıştini
Iraklı gazeteci - yazar
TT

Fareler ve insanlar

Birçoğumuz, organizasyon, iş bölümü ve sıkı çalışma yönünden insanların karıncalara bazen de arılara benzetilmesine çok alıştık. Bunun bize Batılıların yaydığı bir karşılaştırma olduğunu düşünüyorum. Bizim bu konuda herhangi bir tecrübemiz bulunmuyor. İyi organizasyon, iş bölümü ve ciddi çalışma Arap toplumumuzda bilinmeyen özelliklerdir. Bunun için karıncaları sevmiyor ve gördüğümüz her yerde eziyoruz. Ne kadar da çok masum karınca katlettim!!
Çoğu zaman bize kedi ve köpekten bahsederek onların insanların samimi dostları olduğunu söylediler. Fakat ben, hayatımda hiçbir köpeğe arkadaşlık etmedim. Bunun için köpeğin samimiyeti konusunda bir hükme varamıyorum. Kedinin saflığına ve samimiyetine güvenmiyorum. Bize en yakın canlının fare olduğunu düşünüyorum. Farenin bulunmadığı ev, neredeyse çok nadirdir. Onlarla ekmek ve tuz gibiyiz. Yada tam olarak ifade etmek istiyorsanız “onlarla ekmek ve peynir gibiyiz” diyebilirsiniz.
Komşuluk ve ortak yaşam neticesinde farelerin birçok davranışını öğrendik. Hatta modern şairlerin, şiiri fareleri gözlemleyerek öğrendiklerini ve birçok spikerin bakışının farelerin bakışından etkilendiğini söyleyebilirim.
Ortaçağ’da Almanya’nın bir kasabasında farelerin artmasından insanlar, muzdarip olmuşlardır. Kasaba halkı, kasabanın yöneticisine gidip kavalla fareleri avlayan bir fare avcısına başvurmasını önerir. Fare avcısı, kavalla melodi çalarak fareleri yuvalarından çıkarır. Fareler, kavalcıyı takip ederek nehre kadar kavalcının arkasından yürürler ve nehirde boğulurlar. Almanlar, kavalın melodisine âşık olan o farelerden müzik sevgisini öğrendiler.
Dahası Hitler, o fare avcısından kitleleri büyüleyip onları nasıl ölüme götüreceğini öğrendi. Fakat Almanlar, kendi farelerinden daha zevksiz olduklarını kanıtladılar. O fareleri büyüleyen şey, kavalın güzel sesiydi. Almanlar ise, Hitler’in boş ve rahatsız edici bağrışından etkilendiler. Bizdeki birçok Husi lideri, Almanlardan ve Alman farelerinden, halkımızın hoşuna giden melodiyi çalarak onları nasıl ölüme sürükleyeceklerini öğrendi. Tüm bunlar, fare familyasının sayesinde oldu.
Fransızların idam için kullandıkları giyotine şaşırdım. Fransızların giyotini “el-Arbas” olarak bilinen bir Fransız tuzağından aldıklarını keşfettim. Tuzağın içerisine bir peynir parçası konulur, ardından peyniri yemek için içeriye masum fare girer. Fare, içeri girer girmez boynuna keskin bir bıçak iner ve başını keser. Robespierre’ye de böyle yaptılar.
4 girişe sahip Alman tuzağı ise fareleri toptan öldürmektedir. Naziler, bu tuzaktan toplu katliamı öğrendiler. İngiliz tuzağı ise Alman tuzağından farklıdır. İngiliz tuzağı, İngilizlerin centilmen davranışlarına göre çalışır. Bu tuzağı farelere karşı masum olan şirketler tasarladı. Farenin başına hiçbir şey gelmeden tuzağın içine giren farenin arkasından kapı kapatılır. Fare hakları sözleşmesine göre farenin kaderini tayin etmekten ev sahibi sorumludur.
Fakat Uzakdoğu’da insanlar, fareyi avlar avlamaz doyurup besliyor ve sonra da yiyorlar. Bu, Asya kaplanlarının ekonomik gelişmesinin sırrıdır. Yukarıda anlattıklarım, insanlar ve fareler arasındaki ezeli ilişkinin hacmini göstermektedir.