Abdurrahman Şalkam
TT

Taşlar krallığının hükümdarı Kaf el-Cin

Kaf el-Cin (Cinler Mağarası) Libya’nın güneydoğusunda bulunan bir dağdır. el-Kaf Libya lehçesinde mağara anlamına gelen Arapça kehif sözcüğünün tahrif edilmiş bir şekilde kullanılmakta olan şeklidir. Bu dağ efsanevi yapısı ile çok ilginçtir. Kayalıklarının çıkıntıları yüksek zirvesi ile birbirine karışır ve geniş deliklerin etrafını saran  siyah ve kahverengi renkler zamanın saçından biten bir sakal gibidir. Efsaneleri ona özel harflerle yaklaşan herkes tarafından yazılır.
Rüzgârlar estiğinde bu yüksek dağdan sanki çöl ile dağın korkunç merkezinde yaşayan cinlerin diliyle konuşan bir meleğin çığlıkları gibi sesler yükselir. Libya’nın güneydoğusunda Cezayir sınırına yakın olan ve UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınan Acacus bölgesi gerçekten de ilginç şeylerin bir araya gelmesi ile oluşmuş bir yapıdır ve her yıl binlerce turist tarafından ziyaret edilmektedir.
Dağlarının farklı yerlerinde kaya resimleri bulunmaktadır. Tarih öncesi dönemleri araştıran tarihçiler, o dönemlerde bu bölgenin bir medeniyet ve tarım bölgesi olduğunu belirtiyorlar. Buna kanıt olarak da çeşitli hayvanların ve insani faaliyetlerin tasvir edildiği kaya resimlerini gösteriyorlar. Yine bu bölgede; tarihin en eski mumyası ve farklı hayvanların çektiği tekerlekler bulundu.
Acacus’taki Agadit bölgesi; doğa ve zamanın binlerce yılı aşan, yeryüzünün rahminden ve yüzeyinden aldıkları katılık ile şekillendirdikleri kayalardan oluşan bir ormandır. Bu kayalar insanları, tarihin keskisinin oyduğu ve var olan ruhuna yeni ruhlar kattığı bir yeryüzü parçasında yürümeye zorlamaktadır.
Kumlar üzerinde uzanan, insanların renklerine ve harika bir üsluba sahip kayalardan oluşan geniş bir şehir, farklı renkteki taşlardan inşa edilmiş evler, en yüksekte ise kaya şehirlerine hâkim olan el-Zaim dağı. Sessizlik ve sertlik yasası ile yönetilen taşlar krallığına el-Zaim dağının sesi egemendir. Ama Kaf el-Cin’de yaşayan efsanevi hükümdar da sessiz krallığının sakinleri ile konuşur. Peki ama hangi dilde? Elbette hareketsiz ve katı olsa da ne başlangıcı ne de sonu olmadan uzanan çağlar aracılığıyla özel bir nefese sahip olan toplu efsanelerin, özel yaratıkların ve ebedi taşlar krallığındaki cinlerin diliyle konuşur.
Bölgedeki insanlar, çağları aşan ve sorgulanmasını reddettikleri hikâyeler anlatıp dururlar. Kelimeler ile hareketlerin birbirine karıştığı bu hikâyeler, yukarıdaki (Kaf el-Cin) sarayında ikamet eden bir kral tarafından yönetilen taşlar krallığında yaşayan yaratıklar ile ilgilidir. Kimileri Kaf el-Cin’e çıkan herkesin ortadan kaybolduğunu ve bir daha geri dönmediğini, kimileri de birileri ile karşılaşıp konuştuklarını ardından bu kişinin birden ortadan kaybolduğunu anlatırlar.
Dağın zirvesinden yükselen sesler ise hiç kesilmez. Bazen bütün bölgeyi dolduracak kadar yükselir bazen de alçalır ama hiç kesilmezler. Bu sesleri; rüzgarların dağın gövdesinde bulunan açıklık ve boşluklardan geçerken çıkardığı sesler olarak açıklayanlar da vardır. Rüzgar bu boşluklardan geçerken farklı perdeden oluşan bir koro meydana getirir. İnsan bu sesleri duyduğunda; sanki taş mağaranın içinde yaşayan ve toprakları boyunca dağılmış kayadan evlerin sakinlerinden oluşan tebaasına, rüzgârın dili ile emirler veren cinler grubunun ağzından çıkan sesler gibi algılayabilir.
Efsaneler; sadece hayalin rahminden doğan bir sanat değildir, doğa da onun doğumuna ve şekillendirilmesine ortak olmuştur. Çok uzun zaman önce ormanlarla kaplı ve  kayalıkları üzerine kazınmış resimleri günümüze kadar kalmış olan çeşitli hayvan türlerinin yaşadığı çöl, varlıktan devşirilmiş değildir. Bilakis o geçmiş zamanın ve çağların torunudur. Doğa ve insanın yaratıcılığı ile kendisini yeniden yaratan bir geçmişin rahminden doğan yaratıkların yaşadığı sessiz bir yaşam yeri olan kaya ormanları arasında tekrar hayata dönmüştür.
Bölgeyi ziyaret eden her Libyalı ve yabancı turist yanlarında, bilgiler ve biri bir diğerini doğuran sorular ile ayrılırlar. Bu soruların en önemlisi de: Bu taşlar krallığı nasıl oluştu ve zamanı aşabildi? Bir zamanlar ormanlarında yaşayan insanlar nereye gittiler? Burayı dolduran hayvanlar nereden geldi ve mekânda, yapıda yaşanan bu ürkütücü değişimin üzerinden ne kadar zaman geçti?
Yine bu çölün bugün, dünyanın her yerinden akın eden turistleri bölgeye taşıyan araba kafileleri dışında günlük hayata dair hiçbir faaliyete tanıklık etmemesi de çok ilginçtir. Libya’nın kuzeydoğusundaki bölgelerde insanlar, kayalıkları oyarak kendilerine  dağın yüzeyinde asılı duran evler yapıp uzunca bir süre burada yaşamışlardır. Bazıları da bugün hala ayakta olan evlerini dağların eteklerinde inşa etmişlerdir. Aynı şeyi Libya’nın güneyindeki Acacus dağında neden göremiyoruz?
Bunun nedeni, insanların mağarada cinler kralının yaşadığına ve efsanevi taş şehri yönettiğine inanmaları mıdır? Hiç kimse burada tarıma ardından da cinler ülkesine yakın bölgelerde hayvancılığa dayalı bir hayat kurmak için kuyu kazmaya çalışmamış. Ama buna rağmen insanlar ile bu eşsiz oluşum arasında özel bir bağ da vardır. Bu bağ; arkelog ve jeoloji uzmanlarının, bir zamanlar son derece yoğun ve dev ağaçlardan oluşan bir orman olduğu, zamanla taşlaşıp sanki dâhi mimarların yaratıcılığından doğan harika şekillere sahip dağlardan evlere dönüştüğünü belirttikleri taş sarayların yakınlarında yaşayan herkesin hayal kurma yeteneklerini etkileyen inançlar ve efsanelerdir.
Oysa kendisini insanın yaratıcılığının ve gücünün bir şaheserine dönüştüren bir halkın medeniyetini yansıtan Ürdün’deki Petra şehri yanında Arap yarımadasının bazı bölgelerinde de dağlara oyulan şehirler bulunmaktadır. Mısır’da ise Firavunlar; derin sertliklerine krallarının ve kraliçelerinin resimlerini oydukları, hiyeroglif yazı ile hayatlarını kazıdıkları taşları şanlı tarihlerinin bölümlerini yazdıkları kitaplara dönüştürmüşlerdir.
Libya çölünde Kaf el-Cin efsanelerinin ve kayalarının bir etkiye sahip olmasını engelleyen kral, acaba tatlı ve bereketli suyu ile hayat bahşeden Nil nehri olabilir mi?
Tarih öncesi çağlar konusunda uzman olan, taş sarayların yükseldiği, eski kaya resimlerinin yayıldığı ve zamanın susturamadığı garip güçlerin hakim olduğu bu topraklardaki her şeyi araştırmaya hayatını ve işini vakfedecek kadar Acacus Dağları’nı delice seven merhum İtalyan Prof. Mori ile de tanışma şerefine de erişmiştim. Prof. Mori; özel kuruluşlardan ve İtalyan resmi makamlarından bu ilginç tarihi doğal oluşumların içine saklanmış sırların gizemine dalmayı sürdürmesini sağlayacak gerekli mali desteği alabilmek için büyük bir çaba harcamıştı.
Acacus delisi gitti. Ama hiç susmayan kral, efsanevi taş krallığını yönettiği mağarasından zamanın şehirlerine haykırarak topraklarına hükmetmeyi sürdürüyor.