Bütün bu bağırış çağrışın bir gerekçesi yok. Feryat etmek anlamsız. Yabancıların sempatisini kazanmaya çalışmak faydasız. Yargıçlar ve mahkemeler gereksiz. Bu olayı talihsiz kazalar hanesine kaydedin ve rahatlayın. Soruşturmanın sonuçlarını bekleyerek kendinizi yormayın. Başkalarının deneyimlerinden öğrenin. Bu ülkenin unutmayı adet haline getirmiş bir hafızası var. Duygusal konuşmalardan kaçınmaya çalışın. Delil olmadan suçlamalar yapmaktan sakının. Olaydan siyasi olarak faydalanmaktan ve imaj karalamaktan uzak durun. Düşmanın oyununu oynamayın.
Talihsiz kazayı gerçekçi bir şekilde ele alırsanız, gerçeğe en kısa yoldan ulaşırsınız. Bu adamı kimse öldürmedi. O, kendini öldürdü. Darağacını kendi kurdu ve çıkıp kendini astı. Ölümle randevusu olduğunu biliyordu ve kendinden emin bir şekilde, güven içinde ona yürüdü. Bu intihar görevini kendisine daha yıllar önce seçmişti. Bellerini patlayıcı bir kemerle kuşatanlar gibi aklını mantıkla kuşattı; anlatılara, efsanelere, tehditlere, karanlık, baskıya ve gericilik olarak gördüğü her şeye savaş açtı. Dürüst olmak gerekirse, kendisi rahatsızlık vericiydi. Dürüst, doğru ve aydın mantığı olan bir adam, içi bomba yüklü anlatıları aldatıcı renklerinden, korkutma gücünden tecrit eden bir silaha dönüşmüştü. Gerçeği güçlü bir orduya dönüştürmüş biri gibi silahsız bir biçimde ilerliyordu. Işığın karanlığa meydan okumasına benzer bir güçle ve cesaretle konuşuyordu. Acımazdı; sakin sözlerle, modern ve seviyeli sözcüklerle, tartışan ve yargılayan bir zihinle efsaneleri öldürüyordu. Ateşi bedeniyle söndürmek isteyen biri gibi öldürmenin gücünü ve prestijini yok ediyordu.
Yine dürüst olmak gerekirse, inatçıydı ve talihsiz kazanın nedeni de buydu. Onu uyardık ve öğüt verdik ama dinlemedi. Tehdit ettik, gözünü bile kırpmadı. Gurbete kaçması ve orada kendisini baştan çıkaran kitaplar, zehirleyen yılanlar ve sevdiği şairlerle birlikte ölmesi için havalimanının yolunu açık bıraktık. Yanılsamalarından kaçması için kapıyı açık bıraktık ama verdiğimiz öğütleri, idam kararını, katilini, kurşunları ve karanlığı küçümsemekte diretti.
Bu, anlamayan bir adamın hikayesi. Anlamayı reddeden bir adamın... Ait olduğu dünya geçmişte kaldı, bitti gitti. Biz, son kandilini söndürerek, son ağacını kökünden sökerek, son kaynağını zehirleyerek, son kayasını ezip ufalayarak bu dünyanın kalıntılarını tamamen yok etmek ve varlığını bitirmekle görevlendirildik. Kamuoyunun abartmaya hakkı yok. Talihsiz bir olayı büyük bir davaya çevirmeye, yazar ve gazetecilerin kendisine ağıt yakmakta yarışmaya, izleyicilerin diplomatların ve insan hakları örgütlerinin gözyaşlarına inanmaya hakkı yok. Bu aşağılık ve şüpheli örgütler her zaman varlıklarını ve bütçelerini haklı çıkarmak için kendilerine bir ceset ararlar. Sessizce bavullarını toplayıp kendisine tek yönlü bir bilet alabilirdi. Orada bir kafede, kitapçıda veya sinema merkezinde oturup kitaplar ve hikayeler yazabilirdi. Ama tüm öğütlere kulaklarını tıkadı. Akılsız değildi. Kendisini vatan hainliğiyle suçlayan kampanyaların, adının komplolar ve yabancı elçilikler ile birlikte anılmasının, kendisine hazırlanan masanın şartlarından olduğunun farkındaydı. Ana yemek olan suikastın zamanı gelip hainin cesedi masaya getirilene kadar mezelerin ve aperatiflerin gerekli olduğunu kesinlikle biliyordu.
Bu garip adamın durumu da tuhaftı. Makam mevki sahiplerinin bile kaçındığı bu ölümcül görevleri kendisine kim vermişti? Kim ondan savaşta, Suriye rejiminin hapishanelerinde kaybolanların dosyası ile ilgilenmesini istedi? Kim onu kolektif hafızayı dokumak, kayıt altına almak, despotluğun silgisi ile silinmeye, zamanın ağırlığı altında yok olmaya karşı korumakla görevlendirdi? Başkanlar ve liderler, faili ve katili meçhul gösterme geleneğini sürdürmekte minnettar olunacak bir sonsuz esneklik ve sınırsız iş birliği gösterirken, kendisine ne oluyordu da Beyrut Limanı patlamasının failini ortaya çıkarmakla ilgileniyordu?
Gazetelere, haber sitelerine ve ekranlara inanmayın. Lokman Salim suçsuz değildi. Onun gülümsemesine inanmayın ve sükûnetine kanmayın. Gözlerinde bir fırtına, aklında patlayıcı bir kemer saklıyordu. Bu adamın evi, zehirli soruların ve kötü düşüncelerin üretildiği ve zenginleştirildiği çok tehlikeli bir tesis gibiydi. Vaktinin daraldığını hissediyor, zamanla daha ısrarcı bir hale gelerek zenginleştirmeye devam ediyordu. O, hayatı seven ve bir tür erken ölüm saydığı için ölümden korkmayı reddeden ve küçük gören bir insandı. Gelgitin şiddetlendiğini ve öfke günlerinde acımasız bir tür tsunamiye dönüştüğünü biliyordu. Buna rağmen bu özgürlük ve onur aşığı, korkunç bir mağarayı aydınlatmaya çalışanlar gibi karanlık geceyle mücadele etti. Kurumları, grupları ve organları ele geçiren korku onu da ele geçirmeye çalıştı ama hayal kırıklığına uğrayarak başarısız oldu. Bir aydının korku salgınını yenmesi, korkmadan düşüncelerini dillendirmesi ve sakınmadan sorularını sorması kadar tehlikeli bir şey yoktur.
Çiçeklerle ve ağaçlarla çevrili Lokman Salim'in evi tehlikeli ve vebalı bir kaleydi. Birçok kaynak bir araya gelerek, kıyılarında oturduğu ve suyunda yıkandığı nehri oluşturuyorlardı. Farklı dillerden, yaşlardan ve ilgilerden kaynaklar akarak, Kur’an-ı Kerim ile İncil’in, belagat ile felsefe kitapları ve romanların yan yana sıralandığı o kütüphanede buluşuyorlardı. Gece sohbetlerinde Hz. İsa, Hz Hüseyin ve Mutenebbi’den örnekler duyulurdu. Bu ev, tek kaygısı gerçeği aramak, yeni ve yaratıcı, karanlığı ve putları yıkmaya, vatandaşın onurunu, insanın insanlığını kazandığı bir dönem tesis etmeye çalışan bir atölyeye benziyordu.
Lokman Salim suçluydu. Çünkü akıntıya karşı yüzmeyi seçmişti. Annesinin, kız kardeşinin ve eşinin gözlerinden akan güçlü insani acı, suçluluğunun kanıtıydı. Özgür bir düşünür, çoğulculuğun, farklı olma hakkının, köprü ve iletişim kültürünün amansız bir savunucusuydu. Gecenin karanlığına, zulme, tek tipliliğe ve baskın anlatılara karşıydı. Oğlunu, okuma arkadaşını ve tartışma ortağını kaybetmenin acısını çeken annesinin gözlerindeki gözyaşları ne kadar ıstırap vericiydi. Onun yaşadığını ve asıl ölenin katili olduğu söylerken kız kardeşinin kelimelerindeki ısrar ve direnç ne kadar anlamlıydı.
Lokman Salim bir avuç kurşun ile ortadan kaldırılamaz. Medeni inadı ile vatanına benziyordu. Evindeki çeşitlilik, tehdit altında olan ülkesinin bahçesi gibiydi. Bazen hedef alındığında kaynak daha da güçlenir ve hızlı akmaya başlar. Sorgulama ve özgürlük lanetini başkaları miras alarak despotizm ve ıssız saraylar karşısında seslerini yükseltecekler. Bu, koyu bir karanlığın hakim olduğu bir zamanda, gerçeğe bağlı kalmanın bombalarla oynamak gibi olduğunu bilen bir adamın hikayesidir. Oyunun tehlikelerini biliyordu ancak bedenini delip geçen kurşunların, karanlığın duvarında da delikler açacağından emindi.
TT
Bombalarla oynayan adamın öyküsü
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة