Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Dindarlık veya sezgi ve dikkat

İslam dünyasında Ramazan ayı ibadet ayıdır. Oruç bir ibadet ve dini öğretilerin bir uygulamasıdır. Bu ibadetin genel olarak İslam kültür sistemi içinde özel bir öneme sahip olması da dikkat çekici. Zira namaz kılmayan ancak Ramazan ayında oruç tutan Müslümanlar mevcut. Bu, oruç tutmanın din, kültür, antropoloji ve ekonomiden beslenen bir yeri olduğu anlamına geliyor. Ramazan’ın manevi boyutunun derinliğini etkileyen kutlama şeklindeki adetlerin baskın gelmesinden pek çok katı görüşlü din alimi rahatsız olsa da bu ay din, gelenek ve görenek ayıdır.
Öyleyse oruç, dinin uygulamalı kısmının temel bir boyutunu yani dindarlığın temel bir yönünü yansıtıyor.
Peki dindarlık nedir? Din ve düşünce sosyologları dindarlık konusunda ne düşünüyor? Bu soruyu soruyoruz çünkü dindarlık meselesi, gerek bilimsel çalışmalarda gerekse kamuoyunda güçlü bir şekilde gündeme gelen konulardan biri haline geldi. Bu da davranışa dayalı vizyonu inşa etmek için dindarlığın bilimsel bir yaklaşım ile ele alınmasını zorunlu hale getiriyor.
Dindarlık olgusunu tanımlamaya ilk önce onun dinsel olgu ile olan ilişkisinden yola çıkarak başlamak açıklayıcı olabilir. Fransız sosyolog Emile Durkheim'in tanımladığı gibi din, bir bütün olarak toplumsal olgunun ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla dindarlığı tanımayan toplumlar olmadığı için, dindarlık zorunlu olarak bireylerin ve toplumların sosyal faaliyetlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Pruner Bey’in dediği gibi doğaüstü güçlere olan inancın somutluk kazandırdığı dindarlık, insanı hayvanlardan ayıran beşeri özelliklerden biridir. Tam olarak bu noktada Auguste Comte’un insanlık tarihini din tarihine bağlamasına ve insanın her geçen gün daha dindar olma eğiliminde beşeri faaliyetinin genel yasasını özetlemesine dikkat çekiyoruz.
Din ve dindarlık arasındaki bu büyük kavramsal benzerlik, dini olgunun ortaya çıkış tarihi ile dindarlık olgusu arasındaki sıkı ilişkiyi ve kavramsal önermeler ile temsiller açısından “ortaklık” olarak adlandırabileceğimiz şeyi kanıtlıyor. Din ile dindarlık olgusu arasında ortaya çıkış tarihi ve anlamı açısından bir tür uyum olması yüksek. Bu Muhammed Arkun’un açıkça dile getirdiği bir şey. Arkun dinler dediğimiz her şeyin (yani istisnasız tüm dinlerin), bedenlerimizde temel gerçekleri bütünleştirmeye ve kaynaştırmaya yardımcı olan ritüel ve dini şekil kalıplarından başka bir şey olmadığını ve bunların tüm varlığımızı kontrol edecek gerçekler olduğunu savunuyordu.
Öyleyse din sosyolojisinin tanımladığı gibi “dindarlık”, insanların dünya hakkındaki bilgilerini inşa ettikleri, ibadetlerini ve inanç sistemlerini düzenledikleri ve içinde metafizik tecrübelerini yaşadıkları bir referans çerçevesi olarak, faillerin bireyler veya gruplar halinde dinin çeşitli boyutlarını ifade ettiği farklı zahiri ampirik formları kapsar.
Bu yüzden dindarlık olgusuyla ilgilenen eserler, insanların günlük yaşantılarında dini inançlarını nasıl yaşadıklarına odaklanıyor. Bu da Weber’in evren görüşü olarak adlandırdığı şeyin oluşturduğu dindarlığın, insanların din ile ilgili olduğuna inandıkları ve bu temelde ele aldıkları dini inançların ve ibadetlerin pratik boyutları olduğu anlamına geliyor.
Dindarlığa iten sebebin (dindarlık dürtüsü) ne olduğu bilim adamlarının dikkatini çekmiştir. Araştırmacı Necip Imara'nın 1976 yılında Kahire'de basılan "Dinlerin Gölgesinde İnsan: Kadim İnançlar ve Dinler" adlı kitabındaki sözlerine göre bunun beş görüş ile tanımlanabilecek pek çok farklı yorumu mevcut. Imara beş görüşü şöyle sıralıyor:
-İnsanın korku ve kaygı hissetmesinin dünyasını tanrılarla doldurmasına neden olması.
-Dindarlığın her nefsin, hatta ateistin bile sahip olduğu ilk içgüdülerden biri olduğu düşüncesinden hareket eden insanın içgüdüsü
-Kabiliyetleri ve düşünceleri ile insan zihni
-Dindarlık dürtüsünü “sezgi” adlı özel bir “yeti” ile bağlantılı olarak açıklama eğilimi
-Toplumu, bireylerin arzuları ile çelişen düzenlere ve kurallara uymaya zorlayan sosyal gereksinim.
Henri Bergson'ın dindarlık dürtüsüne ilişkin yorumunda sezgi önemli bir yere sahiptir. Zira sezgi ilham, keşif ve az miktarda kişinin sahip olduğu bir yetidir. Sezgi dini eğilim için var olan bir çerçevedir. Diğer taraftan Taylor, “utanç” yetisi adında başka bir yetiyi esas alır. Taylor’a göre “utanç” görevi insanları dindarlığa çekmek olan bahşedilmiş özel bir yetidir. Bu özel yetiyle insan, tanrılara olan inancın kaynağı olan tüm cansız nesnelere ve ölülere hayat verir.
“Din” kelimesinin “dikkatli olmak” anlamına gelen Latince bir kelimeden türemiş olmasından hareketle, bu anlama göre dindarlık tetikte olma ve dikkat algısını pratikte somutlaştırmaktır. Bu, Peter Bürger’in dindar bir kişinin her şeyden önce kutsalın tecellilerine eşlik eden tehlikeli güçlere karşı “dikkatli” olması gerektiği düşüncesine dayanıyor. Zira dindarlık, kutsallık özelliklerinin, coğrafyasının ve hareketinin de belirlendiği bir çerçeveyi temsil eder.
Dolayısıyla dindarlığın, dikkat etmek olduğu söylenebilir. Weber dikkati dini bir ifade olarak tanımlarken Durkheim de bunu, kutsal ile dünyevi olan şeyleri birbirinden ayırt etme sürecini kolaylaştırmaya yardımcı olan bir unsur olarak nitelendiriyor. Fakat din sosyolojisine büyük ilgi göstermesi ile tanınan Max Weber dindarlık kavramını nasıl tanımladı?
Weber'in din sosyolojisi alanındaki katkılarının çoğunun odak noktası, bu dünyada açıkça sıradan hedeflere göre yönlendirilen beşeri bir faaliyet olarak dini davranış üzerinedir. Yani dindarlık insanın sosyolojik yaklaşımının temelidir ve dini bir olgu değildir. Weber’in analizine göre dindarlık, dini olgunun dayandığı bazı özel deneyimlerin, tasavvurların ve belirli hedeflerin ürünüdür.
Ayrıca, bilimsel yorumlar ile İslami toplumlarımızda halkın çoğunluğunun dindarlığı temsil etme şekli arasında büyük bir fark olduğunu gözlemliyoruz. Dindar kişi, namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetleri yerine getirmesi bir yana görünüşü ile dindar olduğu havasını veren kişidir. Yani toplumlarımızın dindarlık temsillerinin inşasında hukuksal ve formel yaklaşım baskınken, bilim adamlarının katkıları dindarlıkla ilgili diğer alanlarda kazılıdır. Bu yüzden bu alanlarda sezgi, dikkat ve anlam arayışı ile ilgilenilmiştir.