Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

İran’da iç kavga ve barış rekabeti

ABD ve İran’ın karşılıklı tavizlerle birlikte Nükleer Anlaşma’yı yeniden canlandırma konusunda hemfikir olması, rahatsızlıklara rağmen Tahran’da büyük bir mutluluk sebebiydi.
Tahran’ın mutluluğunu ne Natanz Nükleer Tesisi’ne yapılan saldırı ne de İran Dışişleri Bakanı Zarif’in 15 ay önce öldürülen Kasım Süleymani’yi sert bir dille eleştirdiği ve geçtiğimiz ay yapıldığı tespit edilen röportajının gizli bir ses kaydı bozabildi.
Zarif’in itibarını sarsmak için komplo kurulduğuna dair sunduğu gerekçeler kendisini eleştirenleri ikna etmeye yetmedi. Zira Zarif ses kaydının doğru olduğunu itiraf etti ve ses kaydında “savaş meydanında” öldürülen bir askere eleştirilerde bulundu. Fundamentalistler ise Zarif’i itibarına leke sürülmemesi gereken bir lider olarak görüyor. Bakanını kurtarmak için harekete geçen İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, ses kaydının sızdırılmasının ulusal birliği yani rejimin birliğini tehdit eden bir tuzak olduğuna dair uyarıda bulunarak Zarif’i eleştirenleri susturmaya çalıştı.
Bence büyük yansımaları olacak en önemli gelişme savaşın doğrudan İran’ın kendisine dönmesi. İsrail son zamanlarda savaşa liderlik ediyor. Denizde bir dizi İran gemisini hedef aldı. Natanz Nükleer Tesisi’ne saldırdı. İran tesislerine siber silahları ile yaptığı saldırıları artırdı. Ayrıca Suriye ve Suriye-Irak sınırında İran’a bağlı milisleri bombalamaya da devam ediyor.
40 yıldır ABD ve İsrail’in İran ile çatışmaları, Hizbullah ve Hamas gibi milis vekilleri daha sonra ise İran’ın silahlandırıp Suriye’deki çatışmaya gönderdiği Afgan ve Pakistanlı kişilerin yanı sıra Irak’ta kurduğu silahlı bloklar üzerinden devam ediyor. Tabi İran’ın neredeyse Yemen’in yarısını ele geçirmek için kullandığı Husi milisleri de unutmamak lazım.
ABD ve İsrailliler doğrudan bir çatışmadan kaçınmak için oyunu İran’ın kurallarına göre oynamayı kabul ettiler; yani asıl aktör Tahran’dayken Lübnan’daki Hizbullah gibi vekilleri ile savaşmak. Ancak son dönemde İran’ın askeriyedeki en önemli isimlerinden Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta öldürülmesi ve aynı şekilde İsrail tarafından Tahran’da güpegündüz nükleer dosyadan sorumlu en üst düzey yetkili ve gizli nükleer silah programının beyni Muhsin Fahrizade’ye suikast düzenlenmesi ile dengeler değişti. Uzun elin (İsrail) politikası, İran gemilerini denizde kovalamaya ve hedef almaya dönüştü. İran ise buna karşılık Dimona’ya doğru füze attı. İran artık geçmişte olduğu gibi Hizbullah veya Hamas’ı kullanmıyor ve İsrail de artık Suriye ve Irak’taki silahlı vekillere saldırmakla yetinmiyor.
Bu değişken ve belirsiz ortamda Nükleer Anlaşma’nın yeniden canlanması, İran’a yönelik yaptırımların kaldırılması ülke ve pazarların kendisine açılması anlamına gelecek. İran bunu Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan’daki saldırgan eylemlerine son verme taahhüdünde bulunmadan başarırsa, bu, Batı’nın sakinleşmesine zemin hazırlayabilir ve Orta Doğu’da askeri bir gerilim anlamına gelebilir. Böyle bir gerilim, bölgedeki denizlerde ve göklerde Rusya ve Çin gibi başka güçlerin askeri varlığının ve bölgesel müdahalelerin artmasını beraberinde getirecektir.
İran rejiminin iplerini bağlayıcı taahhütler olmadan çözmek ne bölgesel güçlerin ne de Avrupa ve ABD’nin çıkarına olur. Ayrıca, tansiyonun yükselmesi Tahran’ın aleyhine olur. Çünkü Tahran’ın Irak’ı kendi elinde tutması, böyle bir şeyin yaşanmaması için bölgesel ve uluslararası müdahaleleri gerektirecek. Aynı şey Yemen ve Suriye için de geçerli.
Suudi Arabistan ile yeni bir sayfa açmak istediğini söyleyen Ruhani’nin hükümeti, Suudi Arabistan’ı diyalog kurmaya çağırdı. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman da yaptığı bir televizyon röportajında ​​Tahran’ın askeri ve balistik faaliyetlerini durdurması şartı ile diyalog kurmayı kabul etti. Ancak İran hükümeti tarafından gelen bu olumlu adımlar, Nükleer Anlaşma’nın canlandırılması ve ABD yaptırımlarının kaldırılması için sadece gelip geçici bir şeyse durumu ileride daha da kötüleştirecektir. Bu bölgede hiç kimse için kalıcı ve sürekli askeri zafer diye bir şey söz konusu değil.