Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

ABD'nin çekilmesinin Rusya ve Çin üzerindeki yansımaları

ABD ve Batılı müttefiklerinin geçtiğimiz ağustos ayında Afganistan'dan çekilme kararlarının ardından bir Fransız dergisi olan Le Point son sayılarından birinin kapak başlığını şöyle koydu: “Putin gülüyor ve Biden gözyaşı döküyor.”
Le Point, Taliban'ın 15 Ağustos'ta başkent Kabil'i ele geçirmesiyle kafası karışan ve dehşete düşen Batılı ülkelerin çoğunluğunun aksine Rusya'nın, Taliban’ın saldırıları karşısında Afgan hükümet kuvvetlerinin çöküşü konusunda benzer bir endişe göstermediğine dikkat çekti. Nitekim, Rusya'nın Kabil Büyükelçisi Dmitriy Jirnov olanlardan emin bir tavırla, “Rus diplomatların tek bir saç bile teline dokunulmayacağı” konusunda güvence aldıklarını söyledi. Bu, Batılı ve Amerikan güçlerinin çekilmesinin yarattığı kaosu öngördüklerini açıkça göstermektedir.
Fransız dergisinin seçtiği bu kapak başlığı, ABD Başkanı Jimmy Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski'nin sözlerini hatırlattı:
“ABD, resmi söylemin aksine Sovyetler Birliği'ni Afganistan'da tuzağa düşürdü. 1980'de, yani Sovyetler Birliği güçlerinin 24 Aralık 1979'da Afganistan'ı işgalinin ardından, CIA'nın Afgan mücahitlerine destek vermeye başladığı lanse edildi. Oysa bizden gizlenen gerçek, ABD Başkanı Carter'ın 3 Temmuz 1979'da Kabil'deki Sovyet yanlısı rejime muhalif olanlara destek verilmesi yönünde talimatlar verdiğiydi. O sıra başkana, Amerikan desteğinin Sovyetlerin Kabil'deki rejimi desteklemek üzere askeri müdahalesine yol açacağına dair bir not yazdım.”
Le Nouvel Observateur Gazetesi’nin, “Yaşananlardan dolayı üzgün müsünüz?” sorusuna ise şu şekilde cevap verdi:
“Neden üzgün olayım ki? Fikir harikaydı. Ruslar Afgan tuzağına sürüklendiler. Onların başına gelenden ötürü neden üzüleyim? Rusların sınırlarını aştıkları gün Başkan Carter'a şöyle yazdım: ‘Şimdi Rusların Vietnam'daki savaş alanına geri döndük.”
Gerçekten de Moskova'nın Afganistan'ı on yıl süren bir savaşla işgali önce moral kaybına ve nihayetinde Sovyet imparatorluğunun çöküşüne yol açtı.
Brzezinski, “Radikal İslamcılara ve geleceğin teröristlerine yönelik desteğinizden ve tavsiyelerinizden ötürü pişman mısınız?” yönündeki bir başka soruya ise, “Dünya tarihi için önemli olan Taliban mı yoksa Sovyetlerin çöküşü mü? Bir dizi radikal İslamcı mı yoksa Orta Avrupa'nın kurtuluşu ve Soğuk Savaş'ın sonu mu?” diyerek cevap verdi.
Bu, ABD’nin Vietnamlıları destekleyen Sovyet tutumuna tepkisi ve Afganistan işgaline karışarak ondan aldığı intikamdı. Şimdi -argo tabirle- gün geldi devran döndü ve ABD Afganistan işgalinin kurbanı oldu. Fransız dergisi Le Point'in “Putin, ABD'nin utanç verici yenilgisine gülüyor” başlıklı açıklaması, ABD Başkanı Joe Biden'in resmiyle tezat oluşturuyor. Brzezinski'nin açıklamasına göre radikal İslamcılardan dolayı ülkesinin başına gelenler için gözyaşı döküyor. Şu anda ona, ülkesinin başına gelenler hakkındaki fikrini sormak ilginç olurdu. Dürüst olmak gerekirse, onun Bush yönetimini Irak'ı işgal etme konusunda açıkça uyaran birkaç önde gelen Amerikalı şahsiyetten biri olduğunu söylemek gerekir. Irak savaşından haftalar önce, ABD’nin Irak’la ilgili olan planına devam etmesi halinde savaştan kaynaklanan düşmanlık ve nefretin yanı sıra savaşın ağır maliyetlerini üstlenmek zorunda kalacağını söylemişti.
ABD’nin Afganistan'a müdahalesi, 11 Eylül 2001'de yaşanan acı olayların ardından geldi. Sovyetlerin burayı işgalinin temelinde ise coğrafi nedenlerden ötürü jeopolitik kaygılar vardı. Bu bağlamda akla şu soru geliyor:
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve ona bağlı Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan topraklarının bağımsız cumhuriyetler haline gelmesinden sonra Rusya neden şimdi Afganistan ile ilgileniyor?
Rusya'nın ve Afgan krizinin gelişmelerini takip eden ülkelerin, Afganistan'da “Taliban”ın geri dönüşüne ve iktidar dizginlerini yeniden ele geçirmesine karşı dikkatli olmaya ve önemler almaya sevk eden bazı sebepler var. Nitekim Afganistan, 1996 ve 2001 yılları arasında dünyanın her yerinden akın eden ve bu topraklarda kendileri için güvenli sığınak bulan mücahitler ve el-Kaide unsurları için verimli bir üreme alanına dönüşebilir. Bazı analistler, Taliban hareketini, Afganistan çevresindeki aşırı İslamcı örgütlerle ilişkilendiren tarihi ilişkiye işaret ediyor. 1996 yılında Taliban'ın Çeçenistan’ın bağımsızlığını tanıması, daha sonra Kabil'de bir büyükelçilik açması ve Çeçenistan’a savaşmak üzere asker göndermesi buna bir örnektir.
Yirmi yıl sonra, Sovyet cumhuriyetlerinin Orta Asya rejimleri, “kılık değiştirmiş radikal savaşçıların” sızması endişesiyle Afgan mülteci akınından korkuyorlar. Vladimir Putin'in, mevkidaşlarına Afganistan toprağından kaçan yüz binlerce mülteciye kapılarını kapatmaları çağrısında bulunmasının sebebi buydu. Afganistan’ın Rusya ile aralarındaki sınırların açık olması, Rus topraklarının güvenliği ve emniyeti için bir tehdit oluşturuyor. Bu tehditler karşısında Rusya, Orta Asya'daki müttefikleriyle askeri tatbikatlarını yoğunlaştırdı ve bu ülkelerden yeni silah taleplerini bildirdi.
Çin, Afganistan sınırlarının kuzeydoğusunda yer alıyor ve sınırına akın eden mücahit ve mültecilerden endişe duyuyor. Hafızasında, Taliban hareketi ile Çin'deki Uygur Müslümanları arasındaki ilişkiler var. Nitekim içlerinden bazıları Kabil'e yerleşmiş ve Taliban tarafından yabancılar tugayında kullanılmıştı. Bundan dolayı 1996-2001 döneminde Kabil'in kontrolü ele geçirmesinin sonrasında Çin'in “Taliban’ı” tanımaması şaşırtıcı değildi.
Çin, Kabil'deki olaylara tepki olarak ‘stratejik sabır’ gösterdi ve olan bitene karışmadı. Çinlilerin meşhur “Karşı kıyıdan bakıp yanan ateşi izlemek” atasözü, onların geleneksel ihtiyatlı tavrını göstermektedir. Çin'in Taliban hareketine yönelik temkinli politikasının çeşitli ekonomik sebepleri vardır. Nitekim, “Bir Kuşak Bir Yol” girişimiyle bağlantılı altyapı aracılığıyla nüfuzunu güçlendirmek istemektedir. Ayrıca, Pakistan'ın Afganistan ile ekonomik entegrasyonu sağlamadaki desteği, Çin Dışişleri Bakanı'nın, Molla Abdülgani Birader başkanlığında Taliban liderliğini Çin'e davet etmesinde açıkça görülmektedir.
Çin bunu basında kullandı ve ABD'nin sürpriz bir şekilde Kabil'den çekilmesinin trajik sonuçları olarak lanse etti. Uluslararası televizyon kanallarda, binlerce kişinin kaçmak için Kabil havaalanına akın ettiği ve bazı Afganların Amerikan askeri uçağına asılıp düştüğü görüntüler yayınlandı. Çin basını bu, birbirini izleyen ABD liderlerinin stratejik bir iflası olarak değerlendirdi. Bu basın kampanyasının amacı, sadece ABD ve Batılı ülkelere karşı değil, aksine öncelikle Tayvan liderlerine bir ders vermekti. Çünkü onlara, boğazda bir savaş çıkarsa kendilerinin de aynı akıbete uğrayacağını ve yalnız bırakılacağını göstermeyi amaçladılar.
Kabil'deki olaylar Soğuk Savaş'ın döndüğünü bir kez daha gösterdi. Ancak bu sefer, Çin-Rus kampı ile ABD-Batı kampı gibi farklı bir görünümde arz etti. Bu, Rusya ve Çin liderleri arasındaki temasların yoğunlaştırılması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Afgan krizinin yansımalarına dair ortak tutumların benimsenmesi yoluyla gerçekleşti. Batılı tutum ise bunun tam aksineydi. Afganistan'da geçici hükümetin kurulduğuna ilişkin son açıklama, her iki kampın da aşırılık yanlısı Taliban'ın geri dönüşüyle ​​ilgili korkularını canlandırabilir. Bu, uluslararası çabaların birleştirilmesini gerektirecektir.