Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Din ve dini bilgi arasındaki ayrım yolu

İnsanlar arasında şeriatın hükümlerinin sabit olduğunu ve zamanla değişmediğini, bugün fakihlerin söylediklerinin Resulullah ve sahabilerin aktardığının aynısı olduğunu düşünenler vardır. Ancak Müslümanların çoğunluğu; şer’i hükümlerin, kanunların, değerlerin, örf, adet ve kanaatlerin farklı yaşam şartları ve insanların ihtiyaçlarına göre değiştiğini bilirler.
Bu fikri destekleyen pek çok yorum var. Bence en açığı, din ve dini bilgi, kutsal metin ve insanların o metinden ne anladığı arasındaki ayrımdır. Şer’i söylemi anlamanın, mükellefin zihniyeti kadar, içerisinden bulunduğu yaşamsal alan ve sosyal durumdan etkilenen, etkileşimli bir süreç olduğunu biliyoruz. Bu etkiler zaman zaman değişmekle birlikte doğal ve sosyal çevrenin faktörlerine, özellikle de insanın doğa ile ilişkisine, onu anlama ve kontrol etme derecesine göre de değişir.
İnsanların din hakkındaki düşüncesinin ilk başlangıcından beri, iki taraf arasında bir çekişme söz konusu olmuştur: Bir taraf kutsal metnin, özellikle açık metnin zahiri anlamından üretilen anlamın kabul edilmesini, diğeri ise zahiri olanı aşıp kelimeden içinde saklanan mesaja geçilmesini talep etmektedir.
Uzun yıllar süren araştırmalar ve incelemeler sırasında fark ettiğim, şer’i ilimlerle ilgilenenlerin çoğunluğunun (hatta genel halkın bile) ikinci görüşe, yani lafzın ötesine geçmeye ikna olmalarıdır. Ancak uygulama, delil sunma ve tartışmalarda, ilk görüşe başvururlar. İnsanları, protesto etmek veya delil getirmek istedikleri konu için açık bir nass, bir ayet veya bir hadis ararken görürsünüz.
Gerçek şu ki bu bir açmazdır. Bunun en önemli sonucu kutsal metin araştırmalarını yüzeysel ve eski yöntemlerle dil alanıyla sınırlı tutmaktır.
Birçok çağdaş düşünür bir nassın lafzi kapsamının, nihai anlamını belirlemesi gerekmediği konusunda güçlü argümanlar öne sürdü. Bunun nedeni, dilin diğer tüm insan ürünleri gibi yapıcı ve kullanıcısının nesnel koşullarından, yani yorumlayıcı filozofların alıcının ‘tarihsel ufku’ olarak nitelediği durumdan etkilenen bir insan ürünü olması olduğu ifade edildi.
Kur'an-ı Kerim’in kelimeler için yeni anlam alanları oluşturduğu ve onları yeni anlamlara dönüştürdüğü biliniyor. Dinin vermek istediği kozmik vizyon, insanlar ile içinde yaşadıkları evren arasındaki ilişki için bir içerik olarak hizmet eder. (Bu süreç, şeriat ilimleri öğrencilerinin dilsel gerçeğin şer’i bir gerçekliğe dönüştürülmesi olarak adlandırdıklarına yakındır) Ancak bu, söylem dilinin, konuşanların kültürel, toplumsal alanıyla sınırlı olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu, ister istemez söylemi ve yönlendirildiği alanı sınırlandırmaya ve tanımlamaya yol açar. Böylece başkalarına taşıması, yani orta düzeyde insan konuşması biçiminde yeniden üretmesi beklenen muhataplar için bir kavram haline gelir.
Özellikle o dönemde Arap Yarımadası’nın batısında hakim olan yaşam tarzı, üretim kaynakları ve kültürle doğrudan ilgili olan ve sosyal çevreden türetilen odak noktalarını, ifade yöntemini ve açıklayıcı örnekleri oluşturan şey, konuşmayı tanımlama ve sınırlama ihtiyacıdır. Alıcının yukarıda bahsedilen meşru söylemle etkileşimini etkileyen faktörler de aynı kalmamaktadır. Bu faktörler, zamanın geçmesi, kültürün gelişmesi, devletin genişlemesi, zenginliğin artması ve yeni uluslarla karışmasıyla dönüşür.
Bu değişimler, eşyaların anlaşılması, vizyonları ve fikir üretme sürecini, dolayısıyla şer’i söylemi ve onun emir ve yasaklarına ilişkin tutumu anlamayı etkiler.
Bu, dediğim gibi; dini bilginin, din veya kutsal metin olarak adlandırdığımız nasslardan ayırt edilmesini gerektiren dönüşümü için ileri sürülen açıklamalardan biridir. İster dinle ister hayatın herhangi bir yönü ile ilgili olsun insanların çoğunluğunun bu yorumu makul ve doğal bulduğunu düşünüyorum.