Robert Ford
ABD'nin Eski Şam Büyükelçisi
TT

Esed bizi korkunç bir seçimden kurtarıyor

Alman ‘Koblenz’ Mahkemesi’nin Enver Raslan'ı Şam'daki Suriye istihbaratına bağlı 251. Şube’de gerçekleştirilen işkence, tecavüz ve cinayetlerden sorumlu tutan kararını memnuniyetle karşılamak kolay. Şam'da büyükelçiyken, Suriyelilerden aralarında 251. Şube’nin de bulunduğu çok sayıda gözaltı merkezi olduğunu duymuştum. Tutukluların kötü muameleye maruz kaldığını ‘teorik olarak’ biliyorduk, ancak ‘Sezar’ın fotoğraflarını gördükten sonra maruz kaldıkları katıksız vahşetin boyutunu anlamaya başladım. Koblenz Mahkemesi, söz konusu Suriyeli genel istihbarat subayını 251. Şube’de 27 işkence, tecavüz ve cinayet vakasına karışmaktan mahkum etti. Delilleri belirleme konusunda bir Alman uzmanının mahkemeye, 6 bin 786 kişiye ait ‘Sezar’ fotoğraflarındaki 110 kurbanın, kısmen vücutlarında yazan numaraya dayanarak 251. Şube’de öldürüldükleri sonucunun çıktığını söylediğini belirtmekte fayda var.
2022'de hükümete sadık olanlar bile rejimin vahşetini reddetmiyorlar. Buna sadece muhalefetin ve DEAŞ’ın da tutuklulara kötü muamele ettiği, yani ihlallerin karşılıklı olduğu yanıtını verebiliyorlar. Ancak rejime ait merkezlerdeki cinayet ve tecavüzlerin boyutu, muhaliflerin veya DEAŞ’ın işlediği ihlallerin çok ötesinde. Suriye ile ilgili tartışmaları kuşatan sorunlardan biri, muhalefetin çoğu zaman aynı derecede kötü ve trajediden eşit derecede sorumlu sayılmasıdır. Koblenz davası bize Suriye'deki trajediden aslında öncelikle Suriye hükümetinin sorumlu olduğunu hatırlatıyor. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, mahkemenin kararına övgüde bulunarak, bunun hakikat, adalet ve Suriye'deki ihlallerin tazmini yolunda büyük bir adım olduğunu söyledi. 13 Ocak'ta adliye dışında İngiliz The Independent gazetesine verdiği demeçte mağdurlardan biri, mahkeme kararının Suriye'de ihlallerde bulunan her politikacı ve güvenlik görevlisine ‘adaletten kaçamazsınız ve bir gün hesap vereceksiniz’ mesajını taşıdığını söyledi.
Başkan Esed, Genel İstihbarat Direktörü Tümgeneral Husam Luka (diğer merkezler gibi 251. Şube’den de sorumlu) ve diğer Suriyeli güvenlik yetkililerinin bu mesajı net bir şekilde duyduklarına şüphe yok. Ayrıca davada iki yönün dikkatlerini çektiği de kesin. Birincisi, Alman mahkemesi, Raslan'ın kendisi işkence ve tecavüz eylemlerinde bulunmasa bile, diğer güvenlik görevlilerinin mahkumlara bunları yapmalarını engellemediğine, dolayısıyla sorumlu olduğuna hükmetti. Bu ilkeyi Nazi savaş suçlularını yargılayan Nürnberg mahkemelerinde de görüyoruz ve Esed ile çevresi bu ilkeye göre sorumludur. Şam ayrıca Raslan'ın rejimden ayrılıp kaçmasının onun müebbet hapis cezasına çarptırılmasını engellemediğini de gözlemledi.
Şam’ın içerideki tepkisi çok net olacak. Hesap vermekten ve hapis cezasından kaçınmak için Şam, ABD’nin uyguladığı ‘Sezar Yasası’nın yaptırımlarının gerektirdiği gibi tavizler vermeyi veya ateşkesi reddedecek, çünkü yetkilileri bir gün adaletin yerini bulmasından artık daha çok korkuyorlar. Dürüst olup şu hakikati dile getirmeliyiz; Suriye'de işlenen suçlar için adaletin sağlanması konusundaki ısrarı anlamak ve desteklemek kolay, ancak bu ısrar, savaşa müzakere edilmiş bir siyasi çözüm bulmayı imkansız kılıyor. Esed ve yakınları teslim olmayacaklar, Koblenz gibi davalarda yargılanmayı kabul etmeyecekler. Ayrıca, güvenlik güçleri içinde isyan yaşanması riskini göze alamayacakları için bazı alt düzey subaylarını da yargılanmak üzere adalete teslim edemezler. Suriye hükümetinin tek seçeneği var; Suriye'den geriye kalanları tamamen kontrol altına almak ve adaletten kaçmak. BM insan hakları ekibi Koblenz Mahkemesi’nin kararını memnuniyetle karşıladı. Ama belki de Geir Pedersen liderliğindeki BM siyasi ekibi, çalışmalarının artık her zamankinden daha zor olduğunun farkında.
1999'da Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika, güvenlik güçleri, silahlı İslamcı gruplar ve hatta oradaki iç savaş sırasında işlenen vahşetlerden sorumlu terörist gruplar için bir af kararı çıkarmıştı. 2005'te de af kararının kapsamını genişletmişti. Şimdi Buteflika'yı eleştirmek kolay,  çünkü çok uzun bir süre devlet başkanlığı makamında kaldı. Batılı insan hakları örgütleri ayrıca affın Cezayir savaşındaki insan hakları ihlallerinden sorumlu kişilerin adaletten kaçmasına olanak tanıdığından şikayet ediyorlar ve bunda haklılar. Fakat affın, yıllarca süren cinayetler ve aşırı şiddetten sonra Cezayir'deki çatışmaların dinmesini kolaylaştırmaya katkıda bulunduğunu da kabul etmeliyiz. Cezayir ordusunun savaşta askeri bir zafer elde ettiğini, ancak daha sonra mensuplarına dokunulmazlık ve yasal olarak yargılanmaktan korunma talep ettiğini belirtmek gerekir.
Elbette Suriye hükümetinin ve güvenlik güçlerinin dokunulmazlık önerisine güveneceklerini veya affa saygı duyacaklarını tasavvur etmek imkânsız.
Esed ve yardımcıları, kaderleri konusunda Rusya Devlet Başkanı Putin'in veya Dini Lider Hamaney'in dahi vaatlerine güvenmeyeceklerdir. Bunun yerine güvenlik güçleri, uzlaşmayı kabul eden silahlı muhalif savaşçılara suikastlar düzenliyorlar, çünkü başka bir devrimden ve sonunda adaletin karşısına çıkarılmaktan korkuyorlar. Son olarak, Suriye hükümetinin inadı ve korkusu, bizi korkunç bir seçimden kurtarıyor; herkes için adalet talep etmek veya affı içermesi gereken müzakere edilmiş bir siyasi anlaşmayı kabul etmek.