Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

İran: Denge ve caydırıcılık

Mayıs 1990'da Bağdat'taki Arap Zirvesi Konferansı'nı izleyen kalabalık basın mensubu arasında ben de vardım. Dönemin Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin'in, elinde kalemle, oturan liderlere ders veriyormuş gibi anlattıklarını hatırlıyorum. Bölgedeki değişimlerden ve doldurulması gereken boşluktan söz ediyordu. Kimsenin onun neyi kastettiğini anladığını sanmıyorum. Irak, İran'la 1980'de başlayan savaşından güçlükle çıkabilmişti. Saddam, Şah rejiminin düşmesinin bir iktidar boşluğu yarattığı ve bunun komşusuna saldırmak için bir fırsat olduğu yönünde yanlış bir hesap yaptı. Savaşın bedeli iki ülke için de ağır oldu.
On yıl sonra Saddam, Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle Sovyetlerin nüfuz sahibi olduğu yerlerden çekilmesinin, ABD'nin özellikle dost ülkeler arasında neler olup bittiğiyle ilgilenmeyeceği anlamına geldiğini düşündü. Söz konusu ‘boşluk’ ile ilgili konuşmasından iki ay sonra, Irak tankları sınırı geçti ve başkent Kuveyt'i ele geçirdi.
Boşluk veya boşluk yanılsaması, Tahran'daki gibi bir rejimin nüfuz alanını genişletmesi için teşvik edici bir unsurdur. Geçtiğimiz günkü yazımda da açıkladığım üzere gerçekten de yeni bir tarihi aşamayı hazırlayan yeni gerçekler var. Bölgedeki eski düzen, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sınırların belirlendiği anlaşmalar ve Soğuk Savaş'ta dünyanın iki kutba bölünmesi sonucunda doğmuştu. Ayrıca Washington’un petrolü, askeri güçle savunulması gereken en yüksek ulusal çıkarlarının merkezinde görmesi de bu düzenin ortaya çıkışını hazırlayan bir unsurdu. Ancak bunların artık süresi doldu. Bugün ABD dünyanın en büyük petrol üreticisidir. Petrol akışını sağlama stratejisi artık Washington için önemli değil. Nitekim ana enerji kaynağı olan Ortadoğu'da Çin ile karşı karşıyadır. ABD’liler denge stratejisi kapsamında bölgede kalacaklar, fakat daha az taahhütle.
Tahran da bölge ülkeleri gibi değişiklikleri okuyup ona göre karar veriyor. Bu nedenle dış askeri operasyonlarını genişletmeye nasıl cesaret ettiğini görüyoruz. On yıl önce Beyrut'un güneyinde yer alan alanları yönetmekle yetiniyordu. Bugün Lübnan, Suriye ve Irak'tan Yemen'de Sana’ya dek uzanan bir nüfuz alanına sahip. İranlılar ülkeleri için askeri füze yeteneklerini geliştirmek dışında hiçbir şey yapmadılar. Gelecekteki herhangi bir savaşta endüstriyel ve ekonomik olarak verebilecekleri potansiyel kayıpları hesaba katmadılar. Çünkü bu, rakiplerine kıyasla oldukça kısıtlıdır.
Burada Bağdat'ta, Viyana'da ve başka yerlerde yapılan müzakerelerden bahsetmiyorum. Sadece kişisel görüşlerime odaklanılmasını istiyorum. Yazım, İran ile -Körfez ülkeleri dahil- komşuları arasındaki orta ve uzun vadeli ilişkilerle ilgilidir. Bana göre yeni çabalar başarılı da olsa, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri İran ile karşılıklı elçilikler de açsalar ve karşılıklı gülüşmeler ile el sıkışmalara da tanık olsak İran tehdidi varlığını sürdürmektedir. Viyana müzakerelerinin bu dengesizliği gidermede başarılı olması pek olası değil. Çünkü Batılı müzakerecilerin farklı öncelikleri var. Viyana'da İran’ın nükleer silah projesini dondurmak için yapılacak bir anlaşma -eksikliklerine rağmen- bizim için bir kazançtır. Bize daha fazla zaman kazandırır ve gelecekte İran ile daha büyük bir çözüme yol açabilir.
İçinde bulunduğumuz zaman ve yaşanan gelişmeler, Soğuk Savaş dengeleri üzerine inşa edilen politikaların kavramlarını ve petrolün ABD savunma stratejisindeki merkeziliğini aşmaktadır. Günümüzde jeopolitik değişimler ve teknik gelişmelerle birlikte caydırıcılığın rolü kavramının ve milli savunma politikalarının yeniden ele alınması kaçınılmazdır. Diplomatik projenin çeşitli ittifaklarla örülmesi ve savunma güçlerinin geliştirilmesi İran'ın ‘boşluk olmadığını anlamasını’ ya da ‘yüzleşmenin kolay olmayacağını anlamasını’ sağlayacaktır.
Denge ve caydırıcılık fikrini reddedenlerin bakış açısını anlıyorum. Ülkelerimize ekonomik bir yük getireceğini, ileride gerilimleri ve savaşları tırmandırabileceğini düşünüyorlar. Fakat bunun için bir alternatifleri yok. İran ile iyi niyetler üzerine bir ilişki kuramayız. Tahran'ı bölgesel bir barış projesini kabul etmeye itecek şey, dengenin sağlanmasıdır. Ancak böyle bir denge komşu ülkelerin sınırlarına ve egemenliğine saygı duyulmasını temin eder ve saldırganlığı engelleyen kurallar koyar.