Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Din ve devlet arasındaki sorunlu ilişki

ABD menşeili ‘The Atlantic’ dergisinin Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile yaptığı uzun röportaj, uluslararası basında ve toplumda uzun süredir tartışma yaratan birçok konuyu ele aldı. Din ve devlet ilişkisi, bireysel özgürlükler, kalkınma modeli, ABD ile ilişkiler vb. konuları içeriyordu. Konuların çokluğu, farklı meşreplere sahip insanlara, ilgilerini çeken şeyi bulmaları için bir fırsat sağlar.
Bana göre röportaj, bir bütün olarak önemli ve faydalıdır. Ama beni en çok ilgilendiren konu, dini çeşitlilik ve resmi dini söylemle ilgili olan kısım oldu.
Öncelikle şunu açıkça ifade edeyim ki, devlet ile din kurumu arasında tam bir ayrım çağrısı yapıyorum. Elbette, yargının, vakıfların, Haremeyn-i Şerifeyn ve camilerin himayesi gibi, zımnen veya açık dinle ilgili hükümet organları vardır. Devletin bu alandaki rolü sadece destek ve düzenleme ile sınırlı olmalıdır. Fakat yargı konusuna gelince, yavaş yavaş sivil yargıya dönüştüğünü görüyorum. Bu, kişisel statü ve vakıflar gibi fıkhi meseleler ve hükümlerle ilgili alanları bile içeriyor. Bununla ilgili hukuki hükümler yazılı bir kanun haline getirilmelidir. Tıpkı Irak, İran, Bahreyn ve diğerleri gibi birden fazla mezhebi içerenler de dahil olmak üzere çoğu İslam ülkesinde olduğu gibi.
Dini çeşitlilikle ilgili olarak, çağdaş dünyanın deneyimi, kültürel ve tek dinciliğin geçmişin bir parçası haline geldiğini açıkça göstermektedir. Tüm gelişmiş ülkeler, tüm dinlerin, mezheplerin ve kültürlerin var olmasına ve gelişmesine izin veren çoğulcu sistemi benimsemektedir. Söz konusu din ve mezheplerin mensupları, hukuk çerçevesi ve koruması altında kendi kanaatlerini alenen ifade etme hakkına sahiptir. Bu, diyalog ve anlayışa daha fazla ikna olan ve çatışma eğilimlerini reddeden ülkelerdeki dini kurumlara yansıdı.
Dinde inkılap akımının başta bireysel özgürlüklere saygı, özellikle inanç ve ibadet özgürlüğü, modern bilime saygı, kendini kabul ettirme gibi modernitenin temel değerlerini benimsemediği, eleştiri ve bilimsel eleştiri, hatta teorik temeller ve tutumlar geliştirmek için gerekli bir yöntem olarak kabul etmediği sürece başarı şansı yoktur. Bence bu üç temel (bireysel özgürlüklere saygı, bilime saygı ve eleştirinin kabulü), dini müessese, devletin gücünü kullanmaya devam ederken kalkınamaz.
Devletin ‘resmi bir dini söyleme’ ve ‘resmi bir dini kuruma’ ihtiyacı yoktur. Resmi dini söylem, zorunlu olarak, belirli içtihatların benimsenmesini ve paralel içtihatların dışlanmasını gerektirir. Farklı içtihatların dışlanması, devleti, bazı vatandaşlarının karşı tarafına koyar. Ki, bu da hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Aslolan, hukukun genel olması, herkese aynı ölçüde ve aynı standartlarda uygulanabilmesidir. Dininizin hükümleri, ona inanmayan ve kabul etmeyenlere de uygulanır mı? Siz kendi dininizi doğru görüyorsunuz, onlar da kendi dinlerini daha doğru görüyor… Onların mı sizi, yoksa sizin mi onları zorlamanıza izin verelim?
Vatandaşlık ilkesinin özü kanun önünde eşitliktir. Bu, yasayı uygulayan organ olarak devletin herkes için ve herkesle birlikte olmasını gerektirir. Bu, dinin nötralize edilmesini ve devlet ile toplum veya onun bir parçası arasında engel haline gelmesini önlemeyi gerektirir.
Toplumumuz her zaman çeşitli olmuştur. Bu çeşitlilik, yaşam tecrübesi, tarihi ve kültürü ile her zaman zengindi. Bir süreliğine tek taraflılığa kaydık. Artık onun yüklerinden kurtulmanın, atalarımızın inançlarını değil, kendi inançlarımızı yansıtan bir hayat yaşamanın zamanı geldi.