Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Günah kader değildir! Kurtuluş garantisi de yoktur!

İnsan, olumsuz, yıkıcı ve zarar verici davranışlar yapan bir varlıktır. Yıkıcı ve zararlı davranışlarıyla kişi, kendisine, doğaya ve insanlığa zarar vermektedir. İnsanın akıl dışı, ahlak dışı ve hukuk dışı tarafı, onun karanlık boyutunu oluşturmaktadır. İnsanın ilkel, yıkıcı, kıyıcı ve zarar verici davranışları günah, suç ve kötülük gibi kavramlarla ifade edilmektedir.
Ahlaka, akla ve adalete aykırı her türlü kötülüğü, suçu ve günahı işleyen kişiler, kişiliklerinin karanlık, kirli ve kanlı taraflarıyla yüzleşmeye, hesaplaşmaya ve arınmaya cesaret edemezler. Kişinin işlediği günahları, suçları ve günahları inkar etmesi, en kolay yoldur. Kendi karanlık, kirli, suçlu, kötü ve günahkar tarafıyla yüzleşmeden, hesaplaşmadan ve arınmadan insan olarak olgunlaşacağını, bu dünyada ve ahirette huzura ereceğini sanmak büyük bir yanılsamadır.
Akla, ahlaka ve adalete aykırı olarak kötülükler işleyenler, bu dünyada azap çekeceklerdir. Bu dünyada yapılan kötülüklerin cezasının başka bir dünyada verileceği inancından cesaret alarak bu dünyada istediği kötülüğü, suçu ve günahı işleme ayrıcalığına sahip olduğu yanılgısı içinde yaşamak, bu dünyayı bir cehenneme çevirmektedir. Ahlaksız, akılsız ve zalim insanlar, bu dünyada duygusal, düşünsel ve davranışsal açılardan tam bir yozlaşmış bir hayat yaşarlar. Yozlaşmış bir hayat sürmek, akılsız, ahlaksız ve zalim insanların maruz kaldığı en büyük cezadır.
Bir dine veya ideolojiye inanmak, kişilerin bu dünyada ve ahirette hesapsız ve sorgusuz bir şekilde kurtulacaklarının ve cennete gideceklerinin garantisi anlamına gelmemektedir. Dini kimlik, kurtuluş vesikası değildir. İnsanları bu dünyada ve ahirette kurtuluşa ermelerini sağlayacak şey, akla, hukuka ve ahlaka uygun olarak yaşamalarıdır. Kurtuluş ahlakla, akılla ve adaletle olur.
Herkes hayatında yaptığı bütün işlerin hesabını vermelidir. Hesap vermek konusunda istisna olmaz. Hiç kimseye bu dünyada ahirette kurtuluş garantisi verilmediği gibi, ne yaparlarsa yapsınlar cennete gideceklerinin müjdesi ve garantisi de verilmiş değildir. İnsan, cennetini veya cehennemini bu dünyadaki yaşantısıyla inşa etmektedir.
Bütün işledikleri günahlarına, suçlarına ve kötülüklerine rağmen kişilere, ahirette kurtuluşa ereceklerine ve azaba uğramayacaklarına veya cennete gideceklerine dair hoş vaadlerde bulunulmaktadır. Kişilerin kurtuluşa ereceklerine veya cennete gireceklerine, günahlarının affedileceğine dair kararlar ve hüküm vermek, kişilerin, kurumların ve grupların kendilerini ilahlaştırması anlamına gelmektedir. İnsanın insana kurtuluş garantisi vermesi ve cennete sokması, mümkün değildir. Sahte kurtuluş vaadlerinde bulunmak, fazla ritüel ve ibadet karşılığı günahların affedileceği ve kişileri cennete girecekleri vaazlarıyla uyutmak, tam bir cehalet, sapkınlık ve çürüme halidir.
Adalete, ahlaka ve akla aykırı yaşayanların, kendilerini Allah’a affettirmek için değişik kurgular ve senaryolar icat etmeleri boş bir vehimdir. Allah, birilerinin şefaatiyle yüzdeler şeklinde insanları affetmemiştir. Bütün insanlar, bu dünyada ve ahirette hiçbir istisna olmadan hesaba çekilecekleri bilincinin farkında olmalıdırlar.
Olgunlaşmak ve gelişmek için insanın karanlık tarafıyla yüzleşmesi, hesaplaşması ve ilkel taraflarını   eğitmesi lazımdır. Kişinin günahlarının örtüleceği, affedileceği ve üstüne üstlük mükafatlandırılacağı şeklinde bir yanılsamalar dünyasına inanmak, kişinin kendisiyle yüzleşmesini, olgunlaşmasını ve birey haline gelmesini engellemektedir. İbadette gizli, kabahatte gizli şeklinde formüle edilen anlayış, insanın gelişimini engelleyen sahte, sığ ve verimsiz bir kişilik ve ilişkiler anlayışını yansıtmaktadır.
İbadet ve ritüelleri sayısal olarak arttırmak, kişinin günahlarını, kötülüklerini ve suçlarını örtecek bir maske değildir. Dua, salavat ve zikr sayısını arttırarak günahlarının affedileceğini ummak, insanın gerçeklikten kopması anlamına gelmektedir. Kişi, akıl, ahlak ve adalet üçlüsü ışığında gerçekçi bir şekilde bütün yapıp ettiklerinin farkında olmalı, kendisini sürekli olarak sorgulamalıdır.
Kişiler, çoğu zaman kendilerinin suçsuz, günahsız ve iyilik abidesi kişiler olarak düşünürler. Kendilerine her türlü olumlu özelliği yükleyip olan biten olumsuzluklardan başkalarını suçlamak için kişiler, yoğun bir çabanın içinde olurlar. Başka bir ifadeyle kişiler ve toplumlar, kendi günahlarını, olumsuzluklarını, akılsızlıklarını, ahlaksızlıklarını ve zalimliklerini yükleyecekleri günah keçileri icat ederler.  Hiçbir insan, bir diğerinin günah keçisi değildir. Herkes akılsızlığının, ahlaksızlığının ve adaletsizliğinin sorumluluğunu yüklenmeli ve sonuçlarına katlanmalıdır.
Cennete sokma ve kurtuluşa erme gibi vaadlerle, insanların hayatlarını ve mallarını ellerinden almak, büyük bir tuzaktır. Hiçkimse, kimseyi kurtuluşa götürecek güce sahip olmadığı gibi, öyle bir pozisyonu da yoktur. Kişiler, hayatlarını kimseye bağımlı olmadan yaşamalı, kazançlarını sadece kendilerinin onurlarını, özgürlüklerini ve refahlarını geliştirecek şekilde harcamalıdırlar.
Günahlar, suçlar ve kötülükler, kader değildirler. Kötülük ve günahlar,  önceden  belirlenmemiş ve alnına yazılmamıştır. Kişi, yaptığı bütün olumlu ve olumsuz davranışların   sorumluluğunu taşıdığı gibi, ortaya çıkan sonuçlardan da sorumludur. Günahlar, suçlar ve kötlükler kader olmadığı gibi, ahlaka ve hukuka aykırı bir şekilde sadece insanları rahatlatmak için günahlarının bağışlanacağını söylemek de bir vehimden   öteye geçememektedir.