Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Çocuksu Liberallik: The Atlantic ve Washington Post

Düşünce dünyası, “çocuksu solculuk” ve “çocuksu devrimcilik” benzeri pek çok ifade tanımıştır. Bu tür ifadeler, her zaman, bir fikrin kıyılarında kalıp, kapsamlılığının derinliğini, değişen boyutları ile insani meseleler hakkında sunduğu düşünceleri kaçıran taraftarların kendisini aşırı basitleştirmelerinin bir sonucu olarak asil fikirlerin yaşadığı aşırı çöküş durumunu ifade eder. “Liberalizm”, bireyin özgürlüğünden toplumları ve devletleri örgütlemeye kadar insanlığın gidişatını etkileyen en önemli uluslararası düşünce okullarından biridir.
Diğer düşünce okullarının başına gelenler, onun da başına gelmiş ve değişen derecelerde başarılı veya başarısız olmuştur. ABD'de yaşanan ve başkan Donald Trump'ın temsil ettiği beyaz Amerikalıların milliyetçi felsefesinden, Başkan Joseph Biden yönetiminin benimsediği bir tür liberalizme geçiş yapılan son iktidar değişimi döneminde ortaya çıkan “çocuksu” durumdan o da muaf kalmamıştır. ABD’de soldaki ilerici akım ile sağda yer alan akım arasında liberalizmin saflığı konusunda bir çekişme vardır.
Solcu ilerici akım, liberalizmi kelimenin tam anlamıyla ve özellikle de ABD dışında uygulamak ister. Sesi daha az çıkan sağcı akım ise, ABD’nin kendi içinde devlet ile vatandaş arasındaki mesafeyi ortadan kaldıran gerçek liberal ideale ulaşmak için halen yapması gereken çok şey olduğuna inanır. İki akım arasındaki çatışma, Amerikan Devrimi ve onun liberal ve demokratik tarihi kadar eskidir. Ardından Fransız Devrimi'nin sonuçlarını ve özgürlük, kardeşlik ve eşitlik ilkelerinin Amerikan kıyılarına sızması korkusunu, Amerikan İç Savaşı'nı (1860-1865) yaşamak zorunda kalmıştır. 1960'lardaki Sivil Haklar Yasası'nın yayınlanmasına tanık olmuştur. Demokrat Parti temsilcilerinin adeti olduğu üzere Başkan Biden, göreve geldiğinde değneği ortasından tutmaya çalıştı.
Sonuç, ABD’deki salgın ve ırkçılığın temel sorunları ile uğraşmayı umursamayıp, dünyayı demokratlar ve otoriterler olarak ikiye bölmeye çalışan bir "liberal çocukluk" hali oldu. Dışarıda uygulanan bu keyfi bölme, kanlı Ukrayna krizine yol açtı. Zira bu durumda hem Çin hem de Rusya, dünya ülkelerinin iç koşullarını, tarihsel ekonomik ve sosyal gelişimlerini pek umursamayan bir uluslararası sistemi gözden geçirme ihtiyacı duydu. ABD içinde ise Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana ülke kendisini en önemli ve tehlikeli bir çatışmanın içinde bulduğundan Başkanın ve partisinin popülaritesi Cumhuriyetçi Parti lehine geriledi.
Sonuç, ABD’nin son 30 yılda önderlik ettiği "küreselleşmeye" rağmen, liberal ve demokrat uygulamaların başarısızlığını analiz etme fırsatı bulamayan “demokrat” ve “liberal” Amerikan ayrımına pek de yeni bir faktör eklemiyor. Küreselleşmeye rağmen Ukrayna’da demokrasi bile  ülke içindeki etnik bölünmeyi kapsamakta, ana dillerinin Rusça veya Ukraynaca olmasından bağımsız olarak tüm vatandaşları içeren bir vatandaşlık modeli sunmakta pek yardımcı olmadı. Karşı karşıya olduğumuz durum, ister düşmanlar ister dostlar dünyası olsun, dünyada olup bitenleri yakından takip etme tembelliği ve basitleştirmenin bir sonucu olarak son derece karmaşık meseleler ele alınırken ABD’deki tartışmalara bir “çocuksu liberallik” halinin eklenmesidir. Siyasi tartışmalardaki bu uygulamaların sonuncusu, iki Amerikan gazetesi “The Washington Post” ve “The Atlantic” arasında, ikincisinin Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile zengin röportajının “liberal meşruiyeti” üzerinden kopan tartışmadır. Bu tartışmada Suudi Arabistan hakkındaki fikri merakın, son birkaç yılda gerçekleştirdiği “tabuları yıkma” hali etrafında dönmesi gerektiği her iki kurum için de - ki her ikisi de Amerikan siyasi ve entelektüel düzeninin temel sütunlarındandır - pek bir şey ifade etmiyordu. Oysa bu tabuları yıkma durumu, Suudi Arabistan’da çeşitli boyutlarıyla coğrafya, tarih, ekonomi ve Suudi toplumunu kapsayan büyük bir reformist devrim gerçekleştirdi. Bunların ötesine geçerek büyük bir cesaretle din- devlet ilişkisini, geçmişte "sıkıntılı" olan tüm konu ve meseleleri tartışmaya açma noktasına ulaştı.
İki gazetenin tartışmaları sırasında sundukları şey, bir dizi temel meselenin bir tür tamamen görmezden gelinmesi durumuydu. Bu temel meselelerin ilki, Suudi Arabistan ile ilgili birkaç yıl öncesine kadar yaygın olan imajdır.  Birkaç yıl öncesine kadar Suudi Arabistan için çizilen imaj; muhafazakar, radikal, dünyadan izole ve kadınların araba kullanmasına izin verilmeyen bir ülke şeklindeydi. İkinci temel mesele, Suudi Arabistan içindeki gelişme nasıl tamamında gerçekleşti ve Basra Körfezi ile Kızıldeniz arasındaki tüm çizgi boyunca nasıl yayıldı? Bu, son iki yüzyıl boyunca birbirini takip eden sanayi devrimleri yoluyla dünyada görülen en yüksek teknolojik ilerleme seviyelerinin özümsenmesi ve dünyanın bu bölgesine getirtilmesi sayesinde gerçekleşti. Dahası, vatandaşlık ilkesinin devletin temellerinden biri olarak yerleşmesi dahil Suudi Arabistan’da ulus devletin tüm anlamlarının ilk kuruluştan üçüncü kuruluş dönemine kadar hızla olgunlaşması süreciyle ortaya çıktı. Üçüncü mesele, Suudi Arabistan’ın takip ettiği yol ile ABD'nin kendisi dahil olmak üzere diğer ülkelerin takip ettiği çeşitli yolların karşılaştırılmasıdır. ABD’nin takip ettiği yol, yakın bir tarihe kadar neo-muhafazakarlar (oğul George Bush), neo-liberaller (Barack Obama), beyaz muhafazakar milliyetçiler (Donald Trump) ve son olarak liberallere (Joseph Biden) doğru bir seyir izlemiş ve bunların ne anlamlara geldiğini belirlemeyi Amerikan halkına bırakmıştır. Dördüncü mesele, The Atlantic ile Washington Post arasındaki çekişme aslında liberalizmin ne olduğunu ve gerçeği bilmenin onun için oluşturduğu önemi kanunlaştırma ve tanımlama girişimidir. Beşincisi, tartışmaya katılanların hiçbirinin, Amerikan deneyiminin ne kendisi ne de dış dünyayı ele alma biçimini zikretmemesidir.
Amerikan deneyimi aslında uygulamada zengindir. Ancak yalnızca her ikisinin de harap olduğu bir dünya savaşının ardından Almanya ve Japonya'da gerçekleştirdiği başarı bir ölçü olarak alınamaz, zira başarısına rağmen, iki ülkedeki liberalizm ile Amerikalıların bahsettiği arasındaki mesafe büyüktür. Ama bu konu şimdi bizi ilgilendirmiyor. Bizi Almanya ve Japonya deneyimlerinden ziyade, Irak ve Afganistan’daki diğer deneyimler ilgilendiriyor. Bu iki deneyimde de gerçekliği, yaşadığı ve yaşamakta olduğu gelişmeleri görmezden gelen Amerikan liberalizmi standartlarına göre toplumlar üretmeyi amaçlayan siyasi mühendislik süreçleri başarısız oldu. Şaşırtıcı olan şu ki, ABD’nin Afganistan'dan çıkışından ve kendisini tekrar Taliban’a gümüş bir tabakta sunmasından sonra, hiç kimse bunun devlet mühendisliğinin fikri bir başarısızlığını temsil edip etmediğini sorgulamadı ve tabii ki buna verilen bir cevap da yok. Dahası Başkan Biden, "pandemi"nin hala etkili olduğu bir zamanda, zaten bölünmüş dünyayı daha da bölen küresel bir demokratik ülkeler konferansı düzenlemekte bir sorun görmedi. Aynı şekilde, ikilemi çözemeyen anayasadan, kabineyi kuramayan ve başbakanı belirleyemeyen kota sistemine ve genel olarak devleti yönetme kapasitesine, kabiliyetine sahip olmayan bir siyasi sisteme kadar ABD'nin Irak'ta olup bitenleri inceleme ve düzeltme yönteminin başarısızlığı, Irak’taki mevcut liderlikten ziyade, farklı ülkelerdeki yönetişim meselesine Amerikan yaklaşımının kusurlarını ifşa ediyor.
ABD’nin doğu kıyısındaki pek çoklarının görüşlerini ifade eden Washington'daki iki gazetenin ve iki kurumun siyasi tartışmasının temsil ettiği Amerikan düşüncesinde geçmiş ve şimdiki zamanda gerçekliğin yokluğu, dünyanın durumu hakkında pek çok yapay kesinlik veriyor. Amerikan dünyasının tüm dünyadan koparıyor. Ama buradaki sorun ve belki de kriz, kendi içinde bölünmesinin ve birliğinin yalnızca ABD'yi ilgilendirmemesi, aksine, dünyaya taşarak devletler içinde azımsanmayacak kadar kaos, tüm uluslararası sistem içinde yeterince çatışma ve çekişme ortaya çıkarmasıdır.