Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

Dizginlenemeyen içgüdüler

Dünya, bir şeyi ve onun karşıtını aynı anda istiyor oysa bu imkansızdır. Motosikletleri arabalarla, karton bardakları plastik bardaklarla değiştirerek, organik sebzeleri tüketmeye bağımlı hale gelerek zehirli gaz emisyonunu azaltamazsınız. Kendimize karşı dürüst olalım, yapmamız gereken; abartılı tüketim anlayışından vazgeçmek ve ürünlerin raf ömrünü uzatmak için çeşitli yollara başvurmayı terk etmektir. Bunun dışında her şey başımızı kuma gömmekten ibaret olacaktır.  
Gelişmiş sanayiler, son yirmi yılda, her türden fosil yakıtlara (doğal gaz, petrol ve kömür) bağımlılıkları sayesinde, refah seviyelerinin zirvesine ulaştı. Tüketimi teşvik ettiler, tüketicileri dolaylı olarak, piyasada yeni bir ürün ortaya çıkar çıkmaz, eskilerden kurtulup yeni eşyaları almaya zorladılar. Nitekim sanayileşmiş ülkeler, bu döngü gerçekleşmezse, ekonomilerinin durgunluğa mahkûm olacağını ve birçok fabrikanın işlevsiz kalacağını öngörmekteydiler. İronik olan; gezegenimizi en çok kirleten gelişmiş ülkelerinin iklim zirvelerine öncülük etmesidir. Bizi yok oluş konusunda uyaranlar, her defasında başarısızlıkla sonuçlanan planlar yapıyorlar. Başarısızlıktan dersi aldıklarını ima ederek, bu defa doğru yolda olduklarını söylüyorlar. Tüm bu yaklaşımların zaman kaybı olduğunu söyleyebiliriz, peki bunun en ağır bedelini kim ödüyor? Tabi ki herhangi bir dahli olmayan, kendilerine kardan çok zararın yansıdığı dünya halkları.  
Temiz ve yenilenebilir enerjiyi savunan ülkeler, şimdilerde yüksek petrol fiyatlarından şikayetçi oluyor, bu durumu telafi etmek ve fiyatını düşürmek için her yöne başvuruyorlar. Böylece fabrikalarındaki seri üretim aksamayacak ve işsizlik oranları artmayacaktır. Belki de fosil yakıt fiyatlarındaki artış, bu vahşi döngüyü frenlemek ve ağır bir toplu intiharı önlemek için göklerden gelmiş bir çözüm fırsatıdır. Temiz enerjiye ulaşmaları için kendilerine yeterince zaman tanınmadığını iddia edenler, bize ne kadar zamana ihtiyaçları olduğunu söylemiyor.
Avrupa Birliği “Tarladan Çatala” diye adlandırdığı bir strateji geliştirdiğini duyurdu. Böylelikle, çiftçilerin kimyasal ürünleri organik olanlarla değiştirmelerinin sağlanması, atıl alanların ekilerek kendi kendine yeterliliğe ulaşılması hedefleniyor. Kimyasal pestisitlerin azaltılması ve organik tarıma itimat edilmesi, bu sayede yardıma muhtaç ülkelere destek sağlanması planlanıyor. Doğrusu bu, romantik ve güzel bir projedir, desteklerden sağlam bir pay almak umuduyla bu projeyi destekleyen sanayileşmiş tarım lobilerinin ağzının suyunu akıttığı da bir gerçektir.  Ancak uzmanlar, içinden geçmekte olduğumuz kritik dönemde, organik tarımın yaygınlaşmasının, üretim oranında bir azalma ve fiyatlarda bir artışa neden olacağını teyit etmektedir. Bir yorumcu, "Gıda bağımsızlığı adına böylesi bir adımı dayatmak, enerji tasarrufu için yola daha fazla araba koymak istemek gibidir" diye yazmıştı. Şu an öngörülen sonuçlar hayalden ibarettir. Maalesef temenniler ekonomik gerçeklerle uyumlu olmayabilir.  
Gezegenin sorunlarını piller ve güneş panelleriyle çözeceğini düşünen ‘temiz enerjici’ aşırılar ile, radikal fosil yakıtı savunucuları arasındaki bu çekişmenin ceremesini, önümüzdeki birkaç yılda işsiz kalacak, açlıktan ölecek, susuz kalacak ve evlerinden olacak yüz milyonlarca insan çekecektir.  
Yenilenebilir enerji hala ilkeldir ve kirletici ekipmanlarından kurtulması uzun zaman alacaktır.  Bir araştırma, 100 megavat kapasiteli bir rüzgar çiftliğinin 50 bin ton demire, aynı miktarda betona ve 900 ton geri dönüştürülemeyen plastiğe ihtiyacı olduğunu savunuyor. Elektrik üretiminde kullanılan tek bir bataryanın içinde yer alan nikel, çelik, bakır ve alüminyum gibi metalleri hesapladığınızda işin içinden çıkmanız zorlaşıyor. Çünkü bu metallerin fiyatı gün geçtikçe adeta altınmış gibi artış kaydediyor, her bir proje için ne kadar bataryaya ihtiyaç duyulacağını hesapladığınızda, yeşil hayallerin henüz makul araçlarla desteklenmediğini görürsünüz. Bu alanda güvenebileceğiniz son şey araştırma sonuçlarıdır. Her lobinin kendi çalışmaları, hesaplama yöntemleri ve amaca uygun kurguladığı argümanları bulunmaktadır. Yeşil enerjiye geçişte sihirli formüllerin olmadığını kabul etmeliyiz, aklı başında kimse bu süreçte tamamıyla ‘yeşil enerjiye’ geçilmesini savunamaz.  
İnsanlık, politika ve ekonomide olduğu gibi, enerjide de tehlikeli bir yol ayrımındadır. İklim değişikliği bir gerçekliktir, ancak katı yakıt tüketimi azaltılarak, temiz enerji ve organik tarıma geçilirken insanlar mağdur edilmemelidir. Temiz enerji, organik tarım ve geri dönüştürme lobileri kendi çıkarlarını öncelerken insanların neler yaşadığıyla ilgili değildir. Özel uçaklarını kullanmaya devam ederler, telefonlarını ve dizüstü bilgisayarlarını yenileriyle değiştirirler ve umurlarında olmaz.  
Şimdilerde ABD'nin İklim Değişikliği Özel Temsilcisi görevini yürüten John Kerry, 2030 yılına kadar “karbon salımı yüzde kırk oranında azaltılmazsa, insanlığın yaşayacağı en kötü iklim krizinin sonuçları” konusunda uyardı. Büyük güçler arasında fosil yakıtlara ulaşım için mücadele edildiğini düşünürsek bu oranların yakalanmasının imkansız olduğunu görürüz. Petrol ve doğal gaza yönelik küresel bağımlılığın yakın zamanda sona ereceğini kimse öngöremez. Bay Kerry dünyanın en güçlü ülkesinin dışişleri bakanıydı, normalde birçok şeyi dayatan bir ülkenin temsilcisi olarak neden gerekeni yapmadı bilemiyoruz. Üstelik kendisi G-20 ülkelerinin tüm sera gazı emisyonlarının yüzde 80'ine neden olduğunu itiraf ediyor.  
Kışın evlerdeki ısının düşürülmesi, otomobil üretiminin azaltılması, daha az uçuş gerçekleşmesi, tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi ve kıyafet alımında karneye dönülmesi yanlış olmayacaktır. En önemlisi de çağın felaketi haline gelen plastik kullanımının kısıtlanmasıdır. Hollanda merkezli bir araştırmaya göre plastik partikülleri kanımıza karışıp damarlarımızda dolaşmaktadır. Plastik tabaklardan yiyor, plastik bardaklardan içiyoruz, önce bağırsağımıza sonra tüm vücudumuza dağılıyor. Alternatif enerji bocalıyor, çünkü en önemli koşullarından biri teknik altyapı ve maliyet sorunudur. Gezegenimiz için en büyük tehditlerin kaynağı, açgözlülük, kibir, tüketim çılgınlığı ve sahip olma hırsıdır.