Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Ayrımcı mülteci politikaları

Herhangi bir ülkenin yoğun oranda mülteci kabul etmesi elbette çok kolay bir durum değil. Şahsi kanaatim Allah’ın arzının herkese açık olduğu ve herkese yeteceği yönünde ama modern ulus devlet modeliyle, keskin sınırlarla birlikte ve milliyetçi tutumların olumsuzluğu sonrası bazen normal olan mülteci kabulü, anormal kabul edilebiliyor.
Herhangi bir ülkeye yönelik mülteci akını, o ülkenin sosyolojisinden ekonomisine kadar birçok konuda etkili olabiliyor. Özellikle farklı kültürler bir araya geldiğinde ciddi entegrasyon sorunları yaşandığı gibi azalan kaynaklar, ekonomik problemler maalesef mültecilerin üzerine fatura ediliyor. Bu durum sık sık mülteci düşmanlığına varıyor, varırken de mültecilerin olası katkıları yine maalesef göz ardı ediliyor.
Ülkelerin yöneticileri, iktidarları, bir yandan moral değerler gereği mülteci kabul ederken diğer yandan mültecilerin toplumlarında oluşturacağı problemler nedeniyle daha az sayıda mülteci almayı tercih ediyor. Özellikle tüm dünya genelinde yabancı düşmanlığının arttığı bu dönemde, özellikle aşırı sağcı diye yumuşatılarak ifade edilen ırkçılar, mülteci düşmanlığı üzerinden ciddi pirim yapıyor.
Ancak mültecilerle ilgili problemler bunlarla sınırlı değil, bazen de yönetici elit, kendi plan ve programları gereği, mültecilerin ve toplumun problemlerini göz ardı ederek daha makul bir mülteci politikası geliştirmek yerine, sınır ve toplum güvenliğini ikinci plana atıyorlar. Bunun sonucunda yine düşmanlığın birçok çeşidiyle muhatap olmak zorunda kalan mülteciler oluyor; mülteci politikalarının eleştirilmesi gerekirken bunun yerine mülteciler hedef gösteriliyor.
Bir de mülteciler konusundaki ayrımcılıklar var… Son dönemde de asıl sorun burada yatıyor zira mülteci kabul etmenin zorlukları malum… Sorun teşkil eden bu tip ayrımcı tutumlara, Ukrayna’dan kaçmak zorunda kalan insanların Avrupa ülkelerine gitmek zorunda kaldıklarında daha fazla şahit olduk.
Yakın bir zamanda mülteci bir kadına yönelik polis şiddeti ile gündeme gelen Danimarka, mültecilere yönelik ayrımcı tavrıyla da dikkat çekiyor.
“Sıfır mülteci” politikası olan Danimarka, ülkesinde yer olmadığını gerekçe göstererek bir süre önce Suriyeli mültecileri sınır dışı etmeye başlamıştı. “Sıfır mülteci” politikasına, kendisine rağmen Danimarka’nın mülteci kabul etmediğini söylemek haksızlık olur ancak hem mültecilere kaçtıkları yerlerden çok daha az farklı bir alan açmaları, hem çok az sayıda mülteci almaları, hem de mülteciler arasında ayrım yapmaları pek de kabul edilebilir gibi değil… Danimarka’nın bir diğer gerekçesi de Suriye’nin artık güvenli olduğu yönünde ancak Suriye için güvenlikten bahsetmek mümkün değil. Bu bahanelerle sonuç alamayınca Danimarka’da sınır dışı etme merkezlerine alınanlar, ailelerinden ayrılmaya zorlanıyor ve çalışamıyorlar. Ayrıca eğitim programlarına da katılamıyorlar, yani insanlar geri dönmeye zorlanıyor. Zaten Suriye ve Danimarka arasında diplomatik ilişki yok ve iade süreci alternatif yıpratıcı kurallarla uygulanıyor. Bekar mülteci kadınlar, Kaershovedgaard sınır dışı etme merkezine gönderiliyor. Buraya erişim sınırlı, sadece Kızıl Haç fotoğrafları var, burada yemek pişirmek yasak ve etkinlikler kısıtlı. Bu kampta ayrıca Danca derslerine de izin verilmiyor. Kızıl Haç birkaç yıldır merkezi ziyaret ediyor ve merkez için kullandıkları ifade şu: "Burası bir hapishane gibi, ancak gündüz dışarı çıkmalarına izin veriliyor." 
Tabi bu arada özellikle Siyah ve Müslüman mültecilerin toplum içinde olabilenleri de sık sık nefret suçlarının hedefi haline geliyor. Bunda Danimarka hükümetinin ayrımcı tavırlarının da etkisi var. Zira devletiniz herhangi bir gurubu ezilebilir olarak gördüğünde, toplumlar da buradan kendilerine vazife çıkarıp daha kötü uygulamaların faili olmaktan çekinmiyorlar.
Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen, 6 yıldır yürürlükte bulunan, sığınmacıların kişisel eşyalarına el koyma yasasını Ukraynalı sığınmacılara uygulamayı düşünmediklerini açıklamıştı. Oysa Ukraynalılar dışındaki mültecilerin 2015’ten bu yana özel eşyalarına el konuluyor. Konu hakkında açıklamalarda bulunan Frederiksen, şu ayrımcı ifadeleri kullanmaktan da çekinmiyor: ‘Ukrayna bizim yakın bölgemiz ve Avrupa’nın bir parçası olarak arka bahçemizdir. Bu yüzden 2015’teki sığınmacı krizinden farklı davranılıyor.”
Mültecilerin Avrupa’da maruz kaldıkları ayrımcılık, Danimarka ile sınırlı değil. Almanya, Ukraynalı mültecilere yer açmak için geçici barınaklardaki Suriyeli, Afgan ve Afrikalı aileleri çıkarmaya başladı.
Avrupa sınırındaki ayrımcılık sadece İslam ülkelerinden ayrılan mültecilerle sınırlı da değil, Ukrayna’dan kaçmak zorunda kalan, Ukrayna’da bir üniversite öğrencisi olan Siyah bir genç, Ukraynalılar savaştan kaçıp sınırdan geçerken, “Sadece Ukraynalılar geçebilir” ayrımcılığına maruz kaldı ve savaşın içine dönmeye zorlandı.
Başta da belirttiğim gibi, farklı kültürlerden mülteci almak kolay değil, Avrupa mülteci kabul etmedi demek de çok hakkaniyetli olmaz, maddi destek verdiklerini de kimse inkar edemez. Bu katılmasak da anlaşılabilir bir durum ancak her durum ve olayda dünyaya demokrasi, insan hakları, özgürlük, eşitlik dersi vermek üzere medeniyeti kendisine hasreden Avrupa, sokaktan kamplara kadar birçok alanda, gözlerimize baka baka Ukraynalılar ve diğer mülteciler (Siyahlar, Müslümanlar) arasında ayrımcı politikalar uyguluyor ve bunları resmi politika haline getiriyorsa, müsaade edin de o “medeniyetin” öteki gördüğünde barbarlaşabildiğini de not edebilelim.  
Vesile ile, Allah’ın bizlere bir rahmet olarak her yıl lütfettiği Ramazan ayına bu yıl da kavuştuk, Rabbim tüm Müslümanlara hayırlı ve bereketli bir Ramazan ayı geçirmeyi nasip etsin.