Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Siyaset ve kimlik tartışmaları

Fikri siyasi tartışmalar ve bunun pratikteki karşılığı olan güç mücadelesi bitmez. Siyaset devlete ve çıkarlarına, halka ve arzularına hizmet amaçlı tüm güç unsurlarının çatışmalarda kullanılmak üzere karıştırıldığı bir fabrikadır.
Burada güç unsurları, boyutları ve onu azami ölçüde kullanma imkanları hakkında keskin bir farkındalık bulunmamaktadır.
Bazı ülkeler herhangi bir gelişme ve hırs emaresi göstermeksizin yoluna devam ederken, diğerleri herhangi bir tavan veya mesafe olmaksızın sıçrayıp gelişiyor.
Gerçekliğe, sorunlarına, yönetimine, ikilemlerine, başarılarına ve sorumluluklarına dalmış bazı insanlar fikri tartışmaların ve kimlik tartışmalarının lüks ve yararsız olduğunu düşünüyorlar.
Bu kimselere göre tartışmaları bir kenara bırakıp bir işle meşgul olmak daha iyidir. Bu büyük ve tehlikeli bir hatadır. Teorisiz, vizyonsuz, sağlam bilgi ve derin farkındalık olmadan ülkeleri, halkları ve toplumları ele geçirmek kolaydır ve bunun örnekleri her zaman ve yerde sayısızdır.
Meseleye daha yakından bakmak için şunu söyleyelim: Ortadoğu'da onlarca yıldır devam eden bölgesel çatışma sadece siyasi bir mücadele değil, aynı zamanda bir kimlik mücadelesiydi. Bu, her şeyden önce kim olduğumuz üzerine bir mücadeleydi.
Neden farklıydık? Nereye gideceğiz?
Komşularımızla ve dünyayla ilişkimiz nasıl olacak?
Avrupa’daki savaşlar, Avrupa bağlamında bu soruları yanıtlayan imparatorluklar ve milletlerin mücadelelerine dayanıyordu. Bunların bir kısmı Ortadoğu halklarına ulaştı; her millete, devlete veya akıma göre farklı cevaplar sundu. Türkiye “hilafet”i terk edip ulus devletini kurdu. İran o kadar kıpırdandı ki kendisini “Humeyni devrimi” veya siyasi İslam'ın “Şii” versiyonu olarak tanımlama noktasına vardı.
Araplar, “sol” ve “komünist” akımlar ile “Baasçılık” ve “Nasırlık” uzantılarıyla “milliyetçilik” ve “siyasal İslam” arasında kayboldular.
İsrail daha önce sahneyi karıştırmak ve zaten dağılmış olan kartları yeniden dağıtmak için sürece dahil oldu.
Bölgesel ve uluslararası düzeydeki kimlik çatışmalarının doğası, herhangi bir sonuçtan yoksun olmakla birlikte sürekli yenilenmektedir.
Laik ve milliyetçi Türkiye, aşamalı olarak “siyasal İslam’ın” bir versiyonunu benimsedi.
Monarşiye ve Şah'a karşı devrim sonrası İran Humeynizm limanında demirledi.
Mısır, Irak, Libya, Yemen ve Suriye'de monarşilere karşı askeri darbeler gerçekleştirildi.
Kimlik üzerindeki derin fikri mücadeleler üzerine savaşlar çıktı, devletler düştü ve kan döküldü.
Arap Körfezi devletleri bu çatışmalar karşısındaki sebatları ve kararlılıklarıyla sonuçlarından ve yıkıcı etkilerinden kurtuldular. Bu ülkeler bir yandan köklü bir “kimlik” inşa etmeye çalışırken, diğer yandan doğası gereği gelişmiş bir yapı kurmak istiyorlar.
Nitekim kim kimliğini geliştirmede başarısız olursa, güç ve etki unsurlarını inşa etmede de başarısız olur.
Suriye, ‘monarşiyi’ devirdi. Ardından Sosyalist Baasçılar rejimin kontrolünü ele geçirene kadar milliyetçi partiler arasında gidip geldi ve sonra acımasız bir mezhepçi “aile” rejimine dönüştü. Yemen milliyetçi rejimlerle monarşik “İmamlar” rejimini devirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Salih’in kontrolü ele geçirmesiyle birlikte öncekinden çok daha kötü olan ve Husiler ile ittifak yapan bir “aile” rejimi ortaya çıktı. Bu kısa anlatım, kimlik tartışmalarının ne bir lüks ne de boş kuramlaştırma çabası olmadığını, aksine ulusların, devletlerin, halkların ve toplumların üzerine inşa edildiği en büyük temellerden biri olduğunu göstermektedir.
Geçtiğimiz hafta Bahreyn'deki İbrahim Al-Halife Merkezi'nde Prof. Dr. Mişari Zeydi tarafından verilen bir konferansın konusu şuydu: “Biz kimiz? Arap Yarımadası İnsanının Kimliğiyle İlgili Sorular.” Prof. Zeydi bu konferansıyla yorum ve tartışma gerektiren acil sorunları ciddi şekilde gündeme getirdi. Burada Suudi Veliaht Prensi'nin “Vizyon 2030” kapsamında kimlik konusuna ilişkin bazı fikirlerine ve çeşitli açıklamalarına atıfta bulundu. Suudi kimliğinin bazı unsurları İslam, Araplık ve vatanseverlik olarak özetlenebilir.
Veliaht Prens, “İslam” konusunda, tarihi tartışmalardan, ideologların çarpıtmalarından ve radikalizm yanlılarının saldırılarından uzak bir şekilde devamlı olarak İslam’ın ilk haline dönüşten söz ediyor. Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim ve mütevatir sünnet temelinde detaylı bir vizyon ortaya koyuyor. Burada inancı koruyan medeni bir vizyon inşa etmede hayatın gereklerinin ve insanların ihtiyaçlarının rolünün altını çiziyor.
Araplık konusuna gelirsek, Arap Yarımadası halkı, ırk ve milliyet olarak “Arapların aslı”dır. Onlar, bazı Arap ülkelerindeki siyasi veya ideolojik istihdam ve çıkar sloganlarından uzak sadık temsilcilerdir. Arapların doğal uzantısını fiilen kimin temsil ettiğini kolayca tespit etmek adına, Arap aydınlarının İslam öncesi ve İslam dönemindeki Arap şiiri hakkındaki teorilerini gözden geçirmek yeterlidir.
Vatanseverlik konusuna süreç içerisinde yapılan çarpıtmalardan uzak olarak yeniden bakmak gerekmektedir. Bu çarpıtmaların bazıları insanlardan daha güçlü doğal nedenlerle, bilgisizlikle ve zaman zaman da ideolojilerle ilgilidir. Arap Yarımadası'nın tarihinde devletler, toplumlar ve bireyler için siyaset, ekonomi, bilim ve kültürde bütünleşik bir sahne inşa etme imkânı açıldı. Suudi devleti, bu açıdan kimliğini yeniden inşa etmek ve geliştirmek isteyenler için mükemmel bir örnektir.
Kimlik tartışması, “tüketen bir konuşma ya da boş bir kuramlaştırma” değildir ve olmayacaktır. Tam tersine acil bir ihtiyaçtır. Bu uğurda çokça emek sarf edilmesi gerekmektedir. Okuyucunun bu hayati ve önemli konuda doğu ve batıda yayınlanmış onlarca kitabı ve tartışmayı hatırlaması yeterlidir. Çağdaş Amerikalı yazar olan Samuel Huntington'ın “Biz Kimiz? Amerika'nın Ulusal Kimlik Arayışı” kitabı bunun bir örneğidir. Gelişmiş ve uygar Batı, hâlâ kimlik tartışmalarına ihtiyaç duyuyor. Henüz bu konuda yazan, düşünen ve felsefe yapanları küçümseme aşamasına gelmedi.
Son olarak bu bağlam, bilimlerin çeşitli sınıflandırmalarında daha fazla çaba ve kesinliğe açık olduğunu doğrular. İnsan, toplum, tarih, din, şeriat, kültür, politika, ekonomi ve sanat bunlardan bazılarıdır. Üniversiteler, akademiler ve araştırma merkezleri, tek hedefi gökler olan sınırsız amaçları gerçekleştirmek için bunun üzerinde çalışabilir.