Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Sahtekârlık aşamasının sonu

Bu hafta Abu Dabi'deki ‘İslam Birliği Konferansı’nda yer alan olgun ve canlı tartışmalara katılma şansını yakaladım. Bu -bana göre- bir zamanlar ‘sahtekârlık aşaması’ olarak adlandırdığım bir aşamadan geçtiğimizin güçlü bir göstergesidir. Basitçe söylemek gerekirse, ‘sahtekârlık aşaması’, tüm insanların, inanmasalar bile, belirli bir dili, belirli bir şekilde konuşmaya zorlandıkları bir durumdur. Sosyal hayatın yapmacıklık ve ikiyüzlülükle karakterize edildiği bir evre.
O zamanlar her şey dine bağlıydı. İçimizdeki ilim ehli bütün bunların doğru olmadığını bildiği halde, ‘onlardan önce İslam böyle söyledi’ anlamında bir ibare eklemem dışında herhangi bir yenilik ve yeni teoriden söz edilmemiştir. Ama bazılarımızın din elbisesi olduğunu düşündüğü elbiseye bürünmek ve muhaddisler ve okuyucularının yanında geleneksel kitaplarda gördüğümüze benzer bir dil konuşma, toplumda kabul görmenin şartlarından biri haline geldi. Öyle ki bir gün resmi bir departmanda çalışan bir arkadaşımla karşılaştım ve konuşurken ‘Maşallah’ ifadesini işittim. Bunun üzerine güldüm çünkü bir ateist olduğunu biliyordum. O da gülerek “Çalışmam lazım” diyerek gitti.
O sahtekârlık aşamasının sonlandığına işaret saydığım konuşmalara gelince; bunun en belirgin örneği, insanları pohpohlamaya ve sözlerini tekrar etmeye zorlayan, kendini ve güç merkezlerini övmeden, eşyaları gerçek isimleriyle adlandırmaya, boşlukları ve fırsatları netleştirmeye geri dönülmesidir.
Bu bağlamda dikkate değer sayıda alim ve bakan, önceki günlerde alışık olduğumuzdan çok farklı bulduğum bir şekilde konuştular. İstediklerimin anlatmak için alanımız yeterli değil. Ancak ben, geçmişte insanların kaçındığı noktalara odaklanarak dikkatimi çeken ünlü fıkıh âlimi Abdullah bin Beyye'nin konuşmasının bir bölümüyle yetineceğim. Örneğin, dini kimliğin ulusal devlete bağlı olduğu argümanını hatırlıyorum. İslam birliği, insan birliğinin bir uzantısı olduğunu ifade etti. Bunun yanı sıra daha önce hakim olan tek millet Müslümanlardır fikrin aksine Müslümanlar diğer milletlerden daha üstündür ideolojisini savundu.
Ünlü âlim, İslami birliğin, insan birliği olmaksızın veya ona karşıt olarak mümkün olmadığını ve sağlanacak birliğin de ‘yararsız’ olduğunu savunuyor. Her ikisi aynı değere dayanır. Bu durumu sağlamak isteyen herkes, bunun doğruluğunun farkına varacaktır. Ayrı bir İslam birliğini savunanlara gelince, onlar sonunda Müslüman cemaatin dağılmasına yol açacak olan ayrılığa ulaşacaklardır. Son elli yılda Allah'ın yarattıklarının geri kalanından ayrı bir İslami birlik çağrısında bulunanlar, sonunda kendi küçük toplulukları içinde bile herkesten şüphelenen küçük gruplara dönüştüler.
Allame İbn Beyye, ayrıca barış ve imanı yaymak için büyük bir arabulucu olarak ‘insani müştereklikten’ söz etti. Fikrin özeti, başta insan onurunun kazanılması olmak üzere aralarında merhamet ve şefkatin yayılması ve Allah'a imanının güçlendirilmesi, Ademoğulları arasında ortak eylemin odağını oluşturan, semavi mesajların hedeflerine ulaşmasına katkıda bulunan konular olduğudur. Selefin söylediği gibi yoksulluk büyük bir küfür ise, o zaman insanları fakirliğin esaretinden kurtarmak için çalışmak, Mun’im (nimetin hakiki sahibi) ve Rahîm (ahirette, müminlere sonsuz ikram, lütuf ve ihsanda bulunacak) olan Allah'a inanmanın güvenilir bir yoludur.
Hak din, her zaman insanlığın diğerlerinden daha fazla ihtiyaç duyduğu değerlere odaklanır. Bir dönem yoksulluğa odaklanabilir, başka bir dönem şiddet karşıtlığına odaklanabilir ve üçüncü bir zamanda kozmik çevreye odaklanabiliriz... Ve böyle devam edebiliriz. Bunlar - o sırada - insanın acil ihtiyaçlarını temsil eden konulardır. Bunlar, tüm insanlar, toplumlar ve hükümetler arasında bir yakınlaşma ve işbirliği noktası olmanın yanı sıra, Allah'a inananların dikkat etmesi gereken kaynaklardır. Çünkü çözümü herkesin dayanışmasına bağlıdır.