Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Cesur bir ittifak barışı sağlar ve ekonomiyi kalkındırır

Bölgemizin dünyada patlak veren kimlik çatışmalarının kötüleşmesinden nasibini almaması mümkün değil. Siyasi kabilecilik ve kimliklerin alarma geçirilmesi, giderek şiddeti artan küresel bir fenomen haline geliyor. Modern Yahudi milliyetçiliği, beyaz ırk milliyetçiliği ve hatta ‘Black Lives Matter’ (Siyahilerin Hayatı Değerlidir) gibi sol kimlikler ve cinsiyet kimlikleri hizipçiliği gibi son haliyle siyasal İslamcılık da bu olgunun tezahürlerinden yalnızca biridir.
Geçtiğimiz günler, bize kimlik çatışmasının kızışmasının korkunç sonuçlarına ilişkin bir örnek sundu. İsrail’deki sağcı kesimin ‘Kudüs'ün birleşmesi’ni yani 1967 savaşının ardından Kudüs’ün doğusunun işgal edilmesini kutladığı ‘Kudüs Günü’nde, Kudüs’e bir o kadar kutsallık atfederek karşı-kimlik mertebesine yükselten Filistinlilerle Yahudiler arasında çatışmalar yaşandı. Akıllara durgunluk veren bir sahne yaşanarak ‘Bayrak Yürüyüşü’ ile ‘Beytu’l Makdis Savunması’ taraftarları arasındaki çatışmalarda onlarca hatta yüzlerce kişi yaralandı.
Bunun öncesinde İsrailli bir askerin silahından çıkan kurşunla öldüğünden şüphelenilen Filistinli gazeteci Şirin Ebu Akile’nin cenaze töreninde İsrail polisi tarafından utanç verici bir sahne yaşatılmıştı. Kültür, teknoloji ve diğer bütün alanlarda saygınlık kazanmış bir devletin polisinin coplarla bir tabuta ve cenaze törenine saldırdığını görmek çok tuhaf doğrusu!! Öte yandan Twitter 'hukukçuları', Ebu Akile’ye acımanın doğru olmadığına ilişkin sebepler sıralamaya başladığında ve ‘davalarının adalet ve insanlık’ boyutunu göstermek için ölümünün trajedisini yüceltmekte adeta birbirleri ile yarışma noktasına geldiklerinde sosyal medya başka türden kimlik çatışmaları için zengin bir arenaya dönüştü!!
Kimlikler ile ilgili bu gözlemler kümesi, ne sahiplerinin entelektüel ve değer öncüllerini yermekle ne de sırf tam tersine ve bunun insanlar için daha iyi olduğuna inananlar var diye dünyanın bu olgulardan temizleneceğini safça düşlemekle incelenebilir. Aynı şekilde İsrail ve Filistin sağını iktidara getiren ve onları karar dairesinden uzaklaştıran seçimler gibi mevcut siyasi araçlar dışında, bu grupların çevrelerindeki etkisini belirlemek için de bir ölçütümüz yok. Özellikle İsrail'de barışa ve uzlaşmaya inanan ve tarihin ve kimliklerinin yüklerini azaltanlar var.
Şu anda ihtiyacımız olan gerçek bir mücadele varsa o da karşıt kamplar olarak değil tek bir kamp olarak bu sahneleri hazırlayan herkese savaş açılmasıdır. Bu kişilerle mücadele edenler, onlar ortak çıkar alanını genişleten ve insanlar arasındaki kader birliğini yeniden tanımlayan modern ekonomiler temelinde barış ve beşeri refah fikrine inananlardır.
İsrailliler ve Filistinliler, Kudüs'teki kimlik sınırlarının çizilmesi konusunda birbirlerine dikleşip İslamcılar ise acıma sınırlarının çizilmesi için birbirlerini boğazlarken, dünya Davos’ta (başta Çin olmak üzere dünyanın bazı bölgelerinde yaşanan korkunç hava olayları ve salgın kaynaklı karantinaların devam etmesinin yanı sıra Avrupa'nın kalbinde eşi benzeri görülmemiş bir savaşın, rekor düzeyde enflasyonun ve tedarik zincirlerinde hayati endüstrileri ve gıda güvenliğini tehdit eden karmaşanın yaşandığı bir zamanda) toplanma endişesini tartışıyordu!
Tabi ki ‘Davos Forumu’ birçok açıdan, özellikle de gündemini ve tartışmalarının konusunu mali ve siyasi seçkin tabakanın oluşturması sebebiyle, küresel sistemin kendi krizlerinin bir yansıması olduğu için eleştiriden muaf değil. Yeni tip koronavirüsten (Kovid-19) sonra forumun prestijini tehlikeye atan sorunlar artış gösterdi. Zira sorunları çözmeye çağrılan dünyanın en zengin insanlarının, krizlere ve felaketlere yaptıkları yatırımlarla daha da zenginleştiği; yoksulların ise daha da fakirleştiği ve dünya orta sınıfının endişe verici kesimlerinin refah açısından daha alt sınıflara düştüğü ortaya çıktı.
Ancak Davos'u eleştirmekle yetinmek yerine, kimlik çatışmalarının güçlerine karşı yeni bir ittifak aranmalı ve dünya çapında kimlik çatışmalarını çözmek için zaruri bir adım olarak adil servet paylaşımı ve barış fikrini yeniden gözden geçiren bir yol haritası çıkarılmalı.
Bölgemizin asıl sıkıntısı; barışa inananlarla, gerek din gerek vatan gerekse mezhep adı altında olsun kimlik tacirlerinin şantajına maruz kalan ve onların değirmenlerine bol bol su dökenler arasındaki bu ittifakın zayıflığıdır.
Sadece barışa inanmak yeterli olmadığı için, dünyanın bu kısmındaki uluslar, halklar ve ülkeler arasındaki kader birliğini yeniden tanımlamak için bir başlangıç noktası olarak, bölgedeki tüm ülkelerin çıkarlarını yeniden birbirine bağlayan modern ekonomilerde ilerleme kaydetmek gerekiyor.
2001-2010 yılları arasında hakim olan ‘teröre karşı mücadele’ mantığına bölgemizi tutsak etmeye çalışan ya da 2010-2019 yılları arasında hakim olan Arap Baharı ve etkileri hapishanesindeki sosyal, politik, ekonomik ve kalkınma deneyimini esir almak isteyen ülkeler, örgütler ve şahsiyetler var.
Önümüzdeki 10 yıl, başarı ve başarısızlığın iki önceliğe -bölgede barış ve modern katılımcı ekonomi- göre tanımlanacağı tamamen farklı bir 10 yıl olacak. Bu 10 yılın sonuçlarını kararlaştırmak için gereken şey, gerçekten barış isteyenlerle istemeyenler arasındaki cesur ittifakı genişletmektir.
Mücadele, çatışmaların çözümüne yönelik çerçevelerle ilgili değil, bilakis daha iyi bir gelecek hayal etme ve bunu hayata geçirmeye aktif bir şekilde katılma becerisi ile ilgilidir.