Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

Beklenmeyen

Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) sürprizinden, tedarik zincirlerinin bozulmasından ve dünyanın aç kalmasına, petrol fiyatlarının fırlamasına ve Avrupalıların bir kısmının yerinden olmasına sebep olan ani Ukrayna savaşından sonra -ki hiç kimse bunun olmasını beklemiyordu ve kararları yönetmeye çalışan ülkelerin gururu olan büyük araştırmalar merkezleri tarafından tahmin edilmiyordu- bilimsel tahminlerde bulunmak mümkün mü? Ya da geleceğe ilişkin çalışmaların güvenilirliği var diyebilir miyiz?
Tüm fiyaskoya rağmen girişimler devam ediyor. Fransa'da yayınlanan Le Nouvel Observateur gibi bir dergi, 2049 yılında insan yaşamının nasıl olacağını tespit etmek için aylardır büyük bir çaba sarf ediyor. Her biri kendi alanında uzman onlarca bilim insanı, bilimsel temellere dayanan öngörülerini bizlerle paylaşıyor.
Peki, 1982'de yayınlanan Blade Runner’ın devamı olarak gelen Denis Villeneuve'nin ‘Blade Runner 2049’ filminden sonra ünlenen bu tarihin seçilmesinin nedeni ne? Her iki filmde de robotlar önemli bir rol oynuyor. İlk filmde soğuk ve donuk olan robotlar, ilkel programlamaya göre çalışıp sahiplerinin istediklerini yapıyorlar. İkinci filmde ise sıcak, bazı becerilerden yoksun insan varlıklarına daha yakın ve duyguları, değerleri ve davranışlarıyla insan toplumunun bir parçası olmaları ile öne çıkıyorlar.
Ünlü film ve çocuklar gibi öğrenen ve algılarını geliştiren robotlardan daha önemli olan şey, 2049 yılının Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in Çin Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılını kutlamak için belirlediği tarih olmasıdır. Cinping vatandaşlarına bu tarih geldiğinde ülkeyi ‘zengin ve müreffeh sosyalist bir ülkeye dönüştüreceğine’ dair söz verdi. Cinping ‘Amerikan Rüyası’ yerine ‘Çin Rüyası’ terimini ortaya atan kişidir.
The Economist'e göre, Şi Cinping 1985'te ABD’nin Iowa eyaletinde köylü bir aileyle iki hafta geçirdiğinde Amerikan rüyasını yakından inceleme fırsatı buldu. Ardından başkanlık görevini devralmadan önce ikinci kez Amerika'yı ziyaret etti. Başkanlık görevine gelir gelmez de bu terimin yeni neslin zihninde yerleşmesi için ders kitaplarına alınması yönünde bir talimat verdi.
Le Nouvel Observateur dergisi ciddi bir ihtimam gösterip üzerinde toplantılar yapmaya ve sonuçlarını yayınlamaya devam ettiği gelecek dosyası ile ilgili olarak “30 yıl sonraki küresel jeopolitiği tasavvur etmek zor. Ancak sadece Çin nereye gittiğini biliyor gibi görünüyor” diyor. Beş yıllık plan yapan ülkelerin aksine Çin 50 yıllık bir perspektifle çalışıyor. Bu da yoldan saptığında rotasını düzeltmek için kendisine zaman ve fırsat vermiş oluyor. Araştırmacıları endişelendiren şey, Başkan Şi'nin beklentileri gerçekleşip totaliter bir rejim, lider güç olursa dünyanın nasıl görüneceği. Çin totaliter rejim suçlamasını reddediyor ve kendisini, Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle ​​birlikte düşen ve Komünist Parti'deki seçkinlerin yönetimi, yasaların uygulanması, adaletin harekete geçirilmesi ve yönetilenlerin olduğu kadar yöneticilerin de davranışlarının düzeltilmesi ile gidişatı tamamlamak üzere gelen ‘sosyalist demokrasi’nin sancaktarı olarak görüyor.
Çin'in dünya konusunda kendine has bir gelecek değerlendirmesi var. Batı da Asya ejderhasının büyük bir rol oynadığını inkar etmediği bir bakış açısına sahip. Ancak beklentiler çatışıyor gibi görünüyor. Bazı Le Nouvel Observateur sempozyumları; her şeyin yenilenebilir enerji ile çalıştığı, gençlerin mesleklerini, iş yerlerini ve çalışma saatlerini seçme özgürlüklerine sahip oldukları, eşyaların geri dönüştürülen giysilerden ve atıklardan yapıldığı, kozmopolit vatandaşların vahşi turizmden uzak durup büyük ölçüde gelişeceğini söyledikleri sanal turizmden memnun oldukları ve seyahat edenlerin gidecekleri mesafeler ne kadar uzun olursa olsun yolculukları için uçak yerine trenleri tercih ettikleri emisyonsuz bir gezegenin pembe bir resmini çizerken, öte yandan tamamen farklı bir şeyler söyleyenler de var.
Çevre uzmanları, içinde bulunduğumuz yüzyılın ortalarında gezegenin nüfusunun 10 milyara ulaşacağı konusunda uyarıda bulunuyor. Bu da jeopolitik silahların bir parçası olabilecek salgın hastalıklarının yayılma olasılığını artırıyor. Artık bunun emareleri görülüyor. Küresel ısınma ve doğal afetler de cabası. Hala her dakika 15 ton plastik atık okyanuslara atılırken uzmanlar dünyanın nereye gittiğini ve bu olayların etkilerini sorguluyor. Cevap için 30 yıl beklemek gerekmiyor. Zira İskandinav ülkelerinin dünyanın tükenmesinin ardından geçimlerini sağlayacakları zenginlik olarak gördükleri denizler kirlenmiş, içindeki canlılar ve resifler yok olmuş, bazı deniz canlıları kısırlaşmış olacak. Hatta bilim insanları okyanusların, gelecek pandemilerin kaynağı olacağını düşünüyorlar.
Geleceği değerlendirmede hülyalı romantizm ile korkunç ‘apocalypse’ (kıyamet) senaryosu arasında orta bir yol yok. Batı, iyimserlik ve karamsarlık arasında yolunu şaşırmış bilim insanlarının hayalleri ile aşırıya kaçarken; Çin vizyonu, açgözlü kapitalizmin arkasında bıraktığı tüm çıkmazlara bir çözüm sunuyormuş gibi ortaya çıkıyor.
Şi'nin vizyonu öncelikle gelişmiş bir ekonomiye dayanıyor. Şi, ulusal planlarını açıkladıktan sonra Fransız gazetesi Le Monde, ön sayfasında Çince karakterlerle ‘Yükselen bir süper güç: Çin’ başlığını attı ve Asyalı yıldızın ortaya çıkışına ilişkin sekiz sayfalık bir haber yayınladı. ABD finans kurumu Morgan Stanley de bir rapor yayınlayarak, 2027 yılına kadar Çin'de kişi başına düşen ortalama gelirin 8 bin dolardan 12 bin 500 dolara çıkacağını öne sürdü.
Ancak hiçbir şey, gezegenin geri kalanı geri çökerken Çin'in iddialı hedeflerine ulaşabileceğini göstermiyor. Salgının geri dönüşü, emlak krizleri ve enerji sorunu, Çin'in hızını kesti ve rüzgarı arkasına alan imparatorluğun payandalarını sarstı. Son rakamlara göre sanayi üretiminin büyümesinde ve perakende satışlarda düşüş görülürken şehirlerdeki işsizlik oranında artış kaydediliyor.
Bu, Çin'in bahsini kaybettiği anlamına gelmiyor. Daha çok bu durum bize Amin Maalouf'un ‘dünya dengesizliği’ konusundaki keskin teorisini hatırlatıyor: Parmağınızdan ötesine bakmak zordur. ‘Beklenmeyeni’ beklemek her zaman daha kolaydır.