Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Tunus'un referandum yolunda kaldıramayacağı yükler

Rahmetli Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile önümüzdeki ayın 25'inde düzenlenecek anayasa referandumu için hazırlanan Tunus Devlet Başkanı Kays Said arasında bir benzerlik görüyorum!
Sedat için 25 Nisan 1982 tarihi önemliydi, o gün İsrail, Mart 1979'da imzaladığı barış anlaşması uyarınca Sina'da elinde tuttuğu son bölgeden de çekilecekti. Sedat, önceden belirlenmiş olduğu gibi her şekilde ve ne pahasına olursa olsun orada olmak istiyordu, çünkü oraya gitmesi, Sina toprağının onun elleriyle tamamen özgürleştiği anlamına geliyordu.
Ama zamanla sesi daha da yükselen muhalefetten sıkılmaya ve gerginleşmeye başlamıştı. Muhalefetin, özellikle Tel Aviv'i hedef alan seslerinin, İsrail hükümetinin taahhütlerini yerine getirmekten vazgeçmesine ve Sina’dan belirlenen tarihte çekilmemesine yol açmasından korkuyordu!
Sedat bundan çok korktuğu için asabileşti. Onu asabiliğe ve bu şekilde hareket etmeye iten sebepleri hesaba katarsak ki hepsi şekil ve içerik olarak tamamen ulusal sebeplerdi, asabi olmakta çok haklıydı.
Ancak dönemin siyasi muhalefetinin temsil ettiği diğer taraf, Mısır devlet başkanının İsrail'in Kahire'deki muhalefetin kendisi hakkında söylediklerini bahane göstererek son anda geri çekilme taahhüdünü yerine getirmekten vazgeçmesine yönelik korkusunu anlamadı. Muhalefet bunu hiçbir şekilde anlamadı ve Sedat’a karşı tırmandırmayı sürdürdü. Bunun üzerine Sedat, ünlü Eylül tutuklama kararları (Eylül 1981) ile muhalefeti susturmaktan başka çare bulamadı!
O sırada ve sonrasında söylenenlere göre, eşi Cihan Sedat, bin 536 ismi içeren tutuklamalar listesinden bazı isimlerin çıkarılması için ona yalvarmış. Cihan Sedat, Kahire Üniversitesi'nden öğretmenleri olan ve isimlerinin listede bulunmasının kendisini şaşırttığı profesörler için af dilemiş. Ancak Sedat, bu yönde tekrarlanan girişimlerine rağmen eşinin yalvarmalarına ve arabuluculuk çabalarına karşılık vermedi ve liste istediği gibi eksiksiz yayınlandı!
Daha sonra, Cihan Sedat’ın anlattığına veya ondan işitenlerin naklettiğine göre, Sedat, oğlu Cemal dahi 25 Nisan 1982 tarihine giden yolda karşısında dursa, ona karşı sert ve tavizsiz davranmaktan çekinmeyeceğini sakin bir şekilde ona açıklamış. Bugünün onun için değerli ve hep gözünü diktiği bir hedef olduğunu, kendisi için büyük bir umut olarak gördüğünü, 1971'de iktidara geldiğinden beri onu bekleyerek yaşadığını söylemiş.  
Sedat ve eşi arasındaki tartışma burada bitmiş. Hikâyenin geri kalanına gelince, bunu hepimiz biliyoruz ve yaşadığımız veya yaşanmasının ardından okuduğumuz ayrıntılarına girmeye gerek yok! Peki, o zamandaki Sedat ile bu zamandaki Kays Said arasındaki benzerlik nerede?
Benzerlik, bir devlet başkanının hedefine giden yolda, ilerlemeyi sürdürme gücünü aşan siyasi yükler yüklenmesi ve bu nedenle istediği şeye istediği gibi ulaşamamasıdır. Bu durumda söz konusu başkan kendi zamanındaki Sedat ya da bizim zamanımızdaki Said veya herhangi bir zamanda ve herhangi bir yerdeki bir üçüncü başkan olsun, hiç fark etmez. Burada mesele kişiler değil fikrin kendisidir.
Kays Said, cumhurbaşkanı olarak Kartaca Sarayı'na girdiği 2019’dan geçen yaza kadar Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile başbakanın ofisinin bulunduğu başka bir saray olan Kasaba Sarayı arasındaki gerilimleri ve çekişmeleri takip etti. İki saray arasındaki gerilim ve çekişme, çıplak gözle görülebilecek kadar açık ve netti. Dengenin genellikle Kasaba Sarayı’nın lehine olduğu da aşikardı. Bu, Kasaba Sarayı’nda oturan başbakan böyle arzu ettiği ve işine geldiği için böyle değildi. Denge başbakanın lehineydi çünkü mevcut anayasa, yetkiler ve erkler düzeyinde başbakanın lehineydi!
Cumhurbaşkanı olan biteni izliyor ve gözle görülür bir sabırla hareket ediyordu. İki saray arasındaki bu çekişmeye bir çare arıyor ama bir sonuca varamıyordu. Tahminine göre sonunda seçilmiş devlet başkanı olarak müdahale etmeliydi ve müdahalesi, halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı ile parlamentoda sağlanan çoğunluk ile göreve gelen başbakan arasında yetkiler ve güç konusunda bir denge sağlayacak şekilde gerçekleşmeliydi.
Nitekim harekete geçti ve fiilen müdahale etti. Müdahalesinin başlangıç ​​noktası, geçen yaz bu dönemlerde açıkladığı parlamentoyu askıya alma kararıydı.
Peki ama neden parlamentodan başladı? Çünkü İslami Nahda Hareketi parlamentoda çoğunluğa sahipti. Parlamentoda bir çoğunluğa ve bu hayali esasa göre istediklerini siyasi güçlerin geri kalanına ve dolayısıyla bir bütün olarak ülkeye dayatma hakkına sahipmiş gibi davranıyordu.
Tunus Cumhurbaşkanı'nın parlamentonun faaliyetlerini askıya alma kararı Tunus'ta çoğunluk tarafından desteklendi. Bu desteği kazandı çünkü bu karar, ekseriyetin çoğunluğa karşı uyguladığı zorbalığa karşı duran bir karardı. Dolayısıyla kararın bu çoğunluk tarafından coşkuyla karşılanması doğaldı.
Sorun, Cumhurbaşkanı'nın bundan sonra attığı adımlar ve aldığı kararlardaydı ve hala da öyle. Sorun parlamentoyu askıya alma kararıyla ilgili değildi, çünkü bu, sadece ve sadece Nahda Hareketini frenlemeye yönelik bir karardı. Bundan sonra sorunlar baş gösterdi çünkü Cumhurbaşkanı muhaliflerine Nahda Hareketi dışında başkalarını da eklemeye başladı. Bunun doğal sonucu olarak, referandum yolunda Kartaca Sarayı sakinin ve onunla birlikte tüm Tunus’un omuzlarına aşırı yükler eklendi ve eklenmeye de devam ediyor.
Cumhurbaşkanı'nın önce Yüksek Yargı Konseyi'ni, ardından parlamentoyu, daha sonra da Yüksek Seçim Komisyonu’nu feshetmesi ile sorun belirginleşmeye ve yoğunlaşmaya başladı. Sorun, bunların yanlış kararlar olmaları değil, bu kararların yanlışlığı veya doğruluğu tamamen Tunusluların kendilerinin karar vereceği bir Tunus iç meselesidir. Ancak Tunus gibi Arap Baharı adı verilen olayların yansımalarını sınırlamak için mücadele eden bir ülkenin, bu kararlar türünde adımlar atma yoluna giderken halen daha sakin olmaya gereksinimi var.
Daha fazla sakinliğe ihtiyaç var, çünkü Cumhurbaşkanı ile yargıçlar arasında bir çekişme varken ve gittikçe kızışırken, ne anayasa ne de herhangi bir şey için referanduma gitmek mümkün değil!
Daha fazla sakinliğe ihtiyaç var, çünkü Cumhurbaşkanı ile Tunuslular arasında ve genel olarak Tunus sivil yaşamında aktif bir varlığa sahip Tunus Genel İşçi Sendikası arasındaki ilişkiye gerilim hakimken,  ne anayasa ne de herhangi bir şey için referandumuna gitmek mümkün değil!
Daha fazla sakinliğe ihtiyaç var, çünkü Nahda Hareketinin siyasi hayata nüfuz etmesine ve diğer partileri zayıflatmasına parlamento içinde direnmekte önemli bir role sahip olduğunu bildiğimiz Özgür Anayasa Partisi ile Cumhurbaşkanı arasındaki iletişim hatları kopukken, ne anayasa ne de herhangi bir şey için referandumuna gitmek mümkün değil!
Siyasi muhaliflerinin listesi, sokakta yadsınamaz bir güce ve kitleye sahip Nahda Hareketi’ne ek olarak, Genel İşçi Sendikası’nı, Özgür Anayasa Partisi’ni ve yargıçları içerirken, Cumhurbaşkanı nasıl halk referandumuna gidiyor?
Cumhurbaşkanı Kays Said'in referanduma giderken bir şeye ihtiyacı varsa, o da omuzlarındaki bu yükleri hafifletmesi. Eğer bunu yapmazsa, korkarız ki, referandum gününde bunları sandıkta kendisini beklerken bulacak!