İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Polonya ve Tayvan: Küresel savaşın kıvılcımı

Şu anda insanlığı nereye götüreceğini yalnızca Allah'ın bildiği küresel yıldırımlara sebep olabilecek uluslararası sorunlar var mı?
Kızışan uluslararası olaylar masasında, eşi görülmemiş bir küresel yangına sebep olabilecek iki olay var. İşin ilginç yanı biri Doğu Avrupa'da, diğeri Doğu Asya'da olsa bile, sanki kaçınılmaz bir kadermiş gibi bu olayların ikisinin de doğuda vuku bulması. Ya da bazıları böyle bir senaryo pazarlamaya çalışıyor.
Polonya'dan başlayalım. Üzerinden ellerini çekmeyen üç imparatorluk -Rus, Alman, Avusturya-Macaristan- arasında tarihi olarak sıkışıp kalmış bir ülke olan Polonya bugün, batıya doğru hızla koşan Rusya ile Çar’ın durumları değiştirmeden önce doğuya doğru genişlemeye çalışan NATO’nun neredeyse yüzleşme ülkesi.
Bugün Polonya, bir süre atik şekilde hareket eden bir tilkiye dönüştükten sonra tekrar ağır adımlarla yürümeye geçen Rus ayısının karşısında üzerinden atlanacak bir ‘Atlantik’ platformu gibi görünüyor.
Tarihteki yaşanmışlıklar Polonya ve Polonyalıların peşini bırakmıyor. Kolektif hafızaları, zaman ve mekân boyunca tarihsel kaygıları içinde barındırıyor. Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, geçtiğimiz mayıs ayının sonunda ABD merkezli CNN'e verdiği demeçte, ülkesinin Rus nüfuzu altındaki düşüşünün tarihini anlatırken söylemek istediği şey buydu.
Polonya, coğrafyanın laneti gibi Rus baskısı nedeniyle çok fazla barış dönemine tanıklık etmedi. Bu yüzden tarihi açıdan bakıldığında Polonyalılar Rusya'dan korkuyorlar. 1980’lerde komünist yönetimin -en sonuncu sembolü General Jaruzelski- boyunduruğu altında acının ne olduğunu öğrendiler.
Polonya'nın endişeleri bugün, NATO Anlaşması’nın bir üye devletin toprak bütünlüğüne veya bağımsızlığına yönelik herhangi bir dış tehdit olması durumunda destek talebinde bulunması ile ilgili 4’üncü maddesini etkinleştirme açıklamasından anlaşılıyor.
Buraya kadar her şey normal görünüyor. Ancak, Polonya'nın Rusya'yı doğrudan tehdit edecek şekilde NATO’nun gelişmiş bir lojistik arka bahçesine dönüşmeye yönelik son hamleleri, bizi kaçınılmaz olarak küresel bir nükleer çatışma olasılığına götürüyor, ki bunu söylerken abartmıyoruz.
Geçtiğimiz nisan ayının ortasında Polonya'da iktidardaki Hukuk ve Adalet partisinin lideri ve Başbakan Yardımcısı Jaroslaw Kaczynski, Varşova'nın, ABD’nin nükleer bombalarına ev sahipliği yapmaya açık olduğunu söylemişti.
Polonyalı yetkili Alman gazetesi ‘Welt am Sonntag’a verdiği röportajda, ‘Polonya’nın Rusya'nın artan saldırganlığı nedeniyle, ABD’lilerin, Avrupa'daki askeri varlığını 100 bin askerden 150 bin askere çıkarırsa memnun olacağına’ işaret etmişti.
Ancak aynı yetkilinin esas can alıcı ifadesi şu olmuştu:
“ABD’liler Polonya'da nükleer silahların depolanmasını isteseydi, Polonyalılar buna açık olurdu. Bu Moskova'ya karşı caydırıcılığı önemli ölçüde artırırdı.”
Bu Ruslarla çarpışma çabası mı?
Rusya’dan gelen yanıt kısa olmuştu. Zira Rusya'nın Avrupa İlişkilerinden Sorumlu Dışişleri Bakanlığı Dairesi Başkanı Oleg Tyapkin, Polonya'da herhangi bir NATO kuvvetinin toplanmasına verilecek tepkinin her zaman olduğu gibi orantılı ve uygun olup, Rusya Federasyonu'nun güvenliğine yönelik potansiyel tehditleri etkisiz hale getirmeyi amaçlayacağını vurgulamıştı.
Rusya'nın açıklaması, Polonya sınırlarında ABD ve Avrupa’nın varlığını artırması, Polonya topraklarının NATO füzelerinin ve nükleer bombalarının deposu olarak görülmesi ve böylece Polonya’nın Batı'nın Ruslara karşı ‘düşmanlık dalgasının öncüsü’ haline gelmesi durumunda, Moskova'nın izleyebileceği senaryolara kapıyı ardına kadar açıyor.
İkinci sahne veya olay Tayvan adası ile ilişkili. Görünen o ki Çin, bir silahlı çatışmaya mal olsa bile, bu adayı askeri güçle geri almaya hazırlanıyor. Bu çatışmanın emareleri gözükmeye başladı bile.
İlginçtir ki, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, geçen hafta Singapur'da Çin Savunma Bakanı Wei Fenghe ile Tayvan adası yüzünden her an açılabilecek küresel cehennemin kapılarının açılmasını engellemek için bir araya geldi. Ancak toplantı başarısız oldu denilebilir. Zira ertesi gün, iki tarafın birbirine alenen tehditler savurduğu görüldü.
ABD’liler, Washington'ın gözettiği ve içinde korunması gereken bağımsız bir demokratik deneyim olduğunu savunduğu Tayvan'a karşı Çin'in daha saldırgan hale geldiğini öne sürüyor. Başkan Biden'in Çinlileri uykularından eden son açıklamaları, onları mümkün olan en yüksek çıtada çatışma tehdidi savurmaya iten sebep olabilir.
Bu çıtanın yüksekliği Bakan Fenghe’nin Singapur’da düzenlediği son basın toplantısındaki açıklamalarında görülebilir. Zira Fenghe, ülkesinin bir bütün olarak Çin'i korumak ve Tayvan'ı bırakmamak için savaş yoluna girmeye hazır olduğunu ilan etti.
Bu sefer ilginç olan şey, Çinlilerin Savunma Bakanları aracılığıyla temel nükleer dönüşümlerine ilişkin ortalıkta dolaşan söylentileri kamuoyu önünde doğrulamaları oldu. Yaklaşık bir yıl önce Çin'in yer altında bir nükleer füze savunma duvarı inşa edeceği ile ilgili söylentiler dolaşıyordu. Şimdi Fenghe, ülkesinin savunma amaçlı yeni bir nükleer kazanım yolunda olduğunu açıkça söylüyor.
Manipülatif ve kontrolsüz sözler sarf ediliyor. Çünkü savunmada olan taraf büyük bir çaba harcamadan her durumda saldırgan olmaya hazırdır.
Washington'ın askeri müdahaleye mal olsa bile Tayvan'ı koruma tehditleri ile Çin'in ölümcül savaş tehdidi arasında Thucydides'in tuzağı neredeyse gerçek oluyor. Bu sefer Atina ve Sparta kentleri arasındaki çatışma zamanlarından farklı olarak, küresel bir nükleer kriz söz konusu. ABD merkezli ‘Foreign Affairs’ dergisinin son sayısında ‘Çin'in nükleer ve atom çağı’ olarak bahsettiği durum bu.
Rasyonellik günden güne yok oluyor. Sanki insanlık kaçınılmaz kaderi için çabalıyormuş gibi, akıllılık, bir bilgelik işareti olarak ufuktan kayboluyor.