"Başkan Harry S. Truman'dan başkanlığının en gurur duyduğu yanı sorulduğunda Truman şu yanıtı vermişti: ‘Düşmanlarımızı tam anlamıyla yenilgiye uğrattıktan sonra onları uluslar topluluğuna geri getirmemiz. Bunu bir tek Amerika'nın yapacağını düşünmek hoşuma gidiyor.’ Amerika'nın muazzam gücünün bilincinde olan Truman, her şeyden önce ülkenin insancıl ve demokratik değerlerinden gurur duyuyordu. Amerika'nın zaferlerinden çok, uzlaşmalarıyla hatırlanmak istiyordu. Ve bu dönemin büyük bölümü boyunca ayakta tutmayı amaçladıkları uluslar topluluğu, bir Amerikan konsensüsünü yansıtmıştır: Ortak kural ve normlara uyan, serbest ekonomi sistemlerine kucak açan, toprak fethini reddeden, ulusal egemenliğe saygı gösteren, yönetimde katılımcı ve demokratik sistemleri benimseyen ve durmaksızın genişleyen, birbiriyle işbirliği yapan devletlerin oluşturduğu bir düzen. Her iki partiden Amerikan başkanları başka yönetimleri de insan haklarının korunması ve geliştirilmesi çizgisini benimsemeye davet etmeyi hararetli ve etkili bir söylemle sürdürmüştür. ABD'nin ve müttefiklerinin bu değerleri savunması birçok örnekte, insanlık açısından önemli değişimlerin yolunu açmıştır. Buna rağmen ‘kurallara dayalı’ bu sistem, günümüzde büyük güçlüklerle karşı karşıyadır. Ülkelerin ‘kendi paylarına düşeni yapmaları’, ’21. Yüzyıl Kuralları’na göre oynamaları, ya da ortak bir sistemde ‘sorumluluk sahibi paydaşlar’ olmaları yönünde sık sık uyarı yapılması, sistemin ortak bir tanımının ya da ‘adil’ katılımın ne olacağına dair ortak bir anlayışın bulunmadığı gerçeğini yansıtmaktadır. Batı dünyasının dışına bakıldığında, bu kuralların oluşturulmasında fazla bir rol üstlenmemiş olan bölgeler, bunların şu anki biçimleri ile geçerliliklerini sorgulamakta ve bunları değiştirmeye uğraşacaklarını açıkça göstermektedir. Dolayısıyla ‘uluslararası topluluk’ günümüzde başka hiçbir çağda görülmedik ısrarla bahsedilen bir kavram olsa bile, üzerinde anlaşılmış hiçbir net hedef, yöntem ya da sınır sunmamaktadır. Tam anlamıyla küresel bir ‘Dünya düzeni’ hiç var olmadı, günümüzde ‘düzen’ olarak kabul edilen sistem, neredeyse dört yüzyıl yıl önce Batı Avrupa'da, Almanya'nın Vestfalya (Westphalia) bölgesinde, önceki kıtaların ya da uygarlıkların çoğu katılmadan hatta haberleri bile olmadan gerçekleştirilen bir barış konferansında tasarlandı."
Henry Kissinger’ın “Dünya Düzeni" adlı kitabı en ilginç yapıtlarından biridir. Kissinger kitabın giriş kısmında ABD’nin savaşta boyun eğdirdiği devletleri derleyip toparlayıp yeniden uluslararası sisteme katılmalarını sağlamasının Harry S. Truman'ın ABD adına en çok gurur duyduğu olgu olduğunu anlatır.
Bu paragraf, kitapta açıkça belirtilmese de, Almanya ve Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD tarafından çok ağır hasara uğratılmasına rağmen Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde ABD tarafından tekrar teknolojik ve ekonomik destek paketleri ve ticarî anlaşmalarla uluslararası ilişkiler sistemine kazandırılmasına atıf yapmaktadır.
Kissinger'ın Almanya ve Japonya'nın adını vermemesini diplomatik bir nezaket mi yoksa tarihin nahoş bölümlerini ustaca ifade etmesi olarak mı değerlendirmek gerekir?
Truman Doktrini ve Marshall Planı, Avrupa’yı yeniden dizayn etmiş ve o dizayn Ukrayna Sorunu’na kadar sürmüştür. Ukrayna Sorunu çerçevesinde Almanya'nın odak ülke haline gelmesi ve Almanya'nın Rus doğal gazını Kuzey Akım ile ülkesine getirmesi projeleri Trump'tan beri önemli bir jeopolitik ve jeostratejik sorun olarak Batı’yı meşgul etmektedir.
Diğer taraftan birkaç gün önce bir suikast sonucu öldürülen Shinzo Abe, Japonya'nın hafızası, kadim, elit bir aileden gelmektedir. Ve bu suikastin yukarıda alıntı yaptığımız Japon yakın tarihi ve Uzak Doğu’daki son jeopolitik ve jeostratejik hamlelerle ilişkilendirileceği de kesindir.
ABD’yi ve Avrupa’yı yakın tarihte çok meşgul etmiş Almanya'nın ve yine İkinci Dünya Savaşı’nda ABD’nin atom bombası ile durdurabildiği Japonya'nın gündemde olmasının kaçınılmaz olduğuna Kissinger hem Diplomasi ve hem de Dünya Düzeni adlı kitaplarında dikkat çekmektedir.
Kissinger, Diplomasi adlı kitabı 1994’te yayınlandığında, ABD’nin küresel sistem içinde kendi tanımladığı misyonun sona erdiğini ve yeni misyon tanımı yapılmazsa ABD’nin dünyayı yeni bir dizayn ile mimârize edecek "müceddit"i bir nevi üretmesi gerektiğini üstü örtülü ifade etmekteydi.
Kissinger’ın “Dünya Düzeni” kitabı Harry S.Truman'ın ABD’nin en çok gurur duyduğu, savaşta mağlup ettiği ülkeleri tekrar uluslararası ilişkiler sistemine kazandırması olgusu çerçevesinde ortaya koyduğu kriterleri, yine ABD’nin küresel sistemde neden ciddi muhalefetle karşılaştığını bir kez daha başka açıdan analiz etmektedir. Bu kriterler; "önceden belirlenen ortak kural ve normlara uyan, serbest ekonomi sistemlerine kucak açan, toprak fethini reddeden, ulusal egemenliğe saygı gösteren, yönetimde katılımcı ve demokratik sistemleri benimseyen ve durmaksızın genişleyen, birbiriyle işbirliği yapan ülkelerin oluşturduğu bir düzen. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi çizgisini benimseme de hararetli ve etkili bir söylem”le kriterler içinde yer almıştır.
İlerleyen süreçte bu kriterler ABD'nin, Avrupa'nın ve Batı'nın bileşenleri tarafından örselenmiş ve uygulanması sorunlu bulunur olmuştur.
Kissinger’ın ifade ettiği, ABD’nin, Batı'nın değerlerinin ve kriterlerinin artık ABD tarafından da ülkeler bazında etap etap takibinde zorluklar yaşandığı ve bunun da dünya düzeni kavramı söz konusu olduğunda aslında bir ABD düzeni olduğu şeklinde algılandığı ve bu nedenle tedrici bir dirençle karşılaştığıdır.
Kissinger dünya düzeni kavramının kökenine indiğinde de "Neredeyse dört yüzyıl önce, Batı Avrupa'da, Almanya'nın Vestfalya (Westphalia) bölgesinde öteki kıtaların ya da uygarlıkların çoğu katılmadan, hatta haberleri bile olmadan gerçekleştirilen bir barış konferansında tasarlandı. Tüm Avrupa'da bir yüzyıllık mezhep çatışması ve siyasi çalkantı; siyasi ve dini anlaşmazlıkların birbirine karıştığı, savaşan tarafların ‘nüfuz’ ve nüfus merkezlerine karşı ‘topyekûn savaşa’ başvurdukları ve Orta Avrupa nüfusunun dörtte birinin savaş, hastalık ya da açlıktan öldüğü 1618-48 Otuz Yıl Savaşı felaketiyle sonuçlanmıştı” diyor.
"Vestfalya barışı gerçeklerle uyumlu, pratik bir düzenlemeyi yansıtıyordu. Birbirlerinin iç işlerine müdahaleden kaçınan ve genel bir güç dengesi sayesinde birbirlerinin hırslarını dizginleyen bağımsız devletler sistemine dayanıyordu".
Bildiğimiz "dünya düzeninin" Almanya'nın Vestfalya bölgesinde küresel çapta bir ilgi ve duyurudan mahrum bir halde ortaya çıktığı bilgisini veren Kissinger’ın, ABD’nin dört yüzyıl önce Vestfalya’da ortaya konulan sistemi anımsamasını mı, ya da bu sistemin Avrupa için hala geçerli kriterleri içerdiğini mi, yoksa hepsini birden ifade ederek ABD’ye bir yol haritası sunduğunu mu söylemek gerekmektedir?
ABD’nin Truman Doktrini ve hemen ardından gelen Marshall Planı ile İngiltere, Fransa ve Almanya’ya ciddi yardımlarda bulunduğu bellidir. Kissinger’ın "Dünya düzeni hiç bir zaman var olmamıştır” beyanı ve Vestfalya barışına atıfı, yukarıdaki alıntılardan sonra daha anlamlı hale gelmektedir.
1648 tarihinde gerçekleştirilen Vestfalya Anlaşması, modern çağın başlangıcının eşiği anlamına gelmektedir Kissinger’a göre. Yani Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte gelişen bir diplomatik anlayış ve uluslararası sistemdir yeşeren.
Shinzo Abe'nin suikast sonucu katli, diplomatik bir deha olan Kissinger’ın atıflarına küresel bir anlam yüklüyor. Diğer taraftan Kissinger’ın Vestfalya barışına atfı "Avrupa Birliği’ni de Vestfalya barışı kapsamında dizayn edin " önermesi olarak ele alınabilir.
Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun iç sorunlarını ve iç sorunları doğuran dış politikasını "diplomatik konsenpt"te çözüme kavuşturma amaçlı Vestfalya Barışı'nın o zaman ki çerçevesi bugün için daha işlevsel ve diplomatik olabilir mi?
Kissinger’ın Dünya Düzeni adlı kitabında ABD’nin kriterleri olarak da ortaya koyduğu kriterler manzumesi aslında günümüzde bazı devletleri toprak fethi ve başka devletlerin iç işlerine müdahale yoluyla genişleme ithamı mı içermektedir? Bu durumda AB ve NATO genişlemesi ve ABD’nin Avrupa stratejileri fazlasıyla kompleks ve giderek iç içe geçen ve artık yeni bir Vestfalya barışı gerektirecek düzleme mi kaymaktadır?
Kissinger çok yerinde bir atıfla ve muazzam bir öngörüyle Avrupa ve Batı’ya Otuz Yıl Savaşları anımsatmasıyla "Yeni bir Vestfalya barışı yapmazsanız otuz yıl sürecek bir kaosa hazır olun" mu demektedir?
Yine Kissinger, Asya çeşitliliği kavramı ile aynen Avrupa’da olduğu gibi Uzak Doğu'daki jeopolitik ve jeostratejik rekabete dikkat çekmektedir. Uzak Doğu denilince de Çin, Japonya ve Güney ve Kuzey Koreler ile Rusya akla gelmektedir.
Hem Uzak Doğu’nun kuzeyinde hem de Avrupa'nın kuzey ve kuzeydoğusunda bulunan Rusya’nın şu aşamadaki jeopolitik ve jeostratejik konumu, küresel dizayn açısından inanılmaz avantajları Rusya'ya vaad etmektedir. Doğal olarak jeopolitik tehlikeleri de.
Japonya'nın uluslararası finansal, teknolojik ve bilimsel sistem içindeki yeri "Güneşin oğulları”na eski görkemli gücünü hemen elde edecekmiş profili vermektedir. Japon savaş ve strateji tarihi, Japonların inanılmaz kararlılığı ile hedeflerine varmak için her şeyi göze alabileceklerini göstermektedir.
Uzak Doğu’da giderek güçlenen devletler ve devletler oyunu, Shinzo Abe'nin siyasal ve stratejik dehasını bir tehlike olarak bazı odaklara hissettirmiş olmalıdır. Kissinger’ın Dünya Düzeni adlı kitabı bu bağlamda analizleri ile muazzam bir stratejik rehber olarak belirmektedir.
Kissinger’ın devletleri bir dünya düzeni için değil de öncelikle kendi iç düzenleri ve çevre ilişkileri konusunda makul olana davet etmesi ya da Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun iç sorunlarına çözüm bulmak için yaptığı Vestfalya barışını anımsatması, küresel bir anlayışın stratejilerini belirlemede önemli parametreler vermektedir.
Umarız Shinzo Abe suikastı, Birinci Dünya Savaşı'nın çıkmasına sebep olan Avusturya-Macaristan tahtının veliahtı Arşidük Franz Ferdinand suikasti gibi sonuçlar üretmez.
Kissinger’ın “Hiç bir zaman bir dünya düzeni var olmadı” saptaması küresel bir yarışın startını verme işlevini de üstlenmektedir. Kissinger bu saptama ile bir nevi tespihin imamesini koparıp atmıştır. "Hiç bir zaman bir dünya düzeni olmadı" analizi, AB ve NATO’nun genişlemede karşılaştıkları tüm iç ve dış sorunları da içermektedir.
Kissinger’ın Dünya Düzeni kitabı, aslında büyük reseti atan kitaptır. Büyük reset ancak böyle muazzam bir analizle atılabilirdi. Kissinger büyük reseti attığı gibi büyük startı da vermiştir. AB, NATO, ABD ve İngiltere genişlemesi de büyük resettir.
Rusya'nın Avrupa’nın dışında tutulması, Batılı kriterleri uygulayıp uygulamadığının gözlemlenmesini de gereksizleştirmektedir. Rusya’nın dev coğrafyasını Batılı kriterlerle yönetmek mümkün müdür? Bu soru aynı zamanda sosyalistlerce de sorulmuştur. Yanıt olarak Sovyet idari sistemi özgürlük dışında temel hakları verir gibi yapmıştır. Rus coğrafyasının başkenti Berlin, Londra, Washington veya Paris olsaydı idari sistem ve özgürlükler nasıl olurdu?
Kissinger Dünya Düzeni adlı kitabıyla siyasal, ideolojik, diplomatik, askerî ve kültürel olabilirlikleri de tasnif etmiştir.
"Dünya düzeni hiç bir zaman olmadı" saptaması Kissinger’ın küresel imzasıdır da.
Büyük resetleme, büyük dizaynı da belirleyecektir. Temel kriter de Vestfalya barışıdır.
Diğer taraftan Kissinger’ın Türkiye gündemine hediyesi de “tek devlet, tek din, tek imparatorluk” tasarımının Fatih Sultan Mehmet’e ait olduğunu ortaya koymasıdır.
Şu olgu da görmezden gelinmektedir: Acaba Fatih Sultan Mehmet gizli bir okült örgütün üyesi miydi?
Kissinger kesinlikle çok şaşırtıcı bir portre.
TT
Kissinger: Büyük reseti yapan ve büyük startı veren deha
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة