Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Irak ve hafif kanlılık

Bu yazıda “hafif kanlılık” tabirini iki anlamda kullanacağım. İlk olarak iyi bilinen “esprili ve şakacı” anlamıyla, ikinci bölümde de (Irak kanının ucuz görülmesine) atıfta bulunan bir metafor olarak kullanacağım. İlk anlamdan başlıyorum, genel olarak Iraklılar esprili olarak bilinmezler. Evet, aralarında esprili ve nüktedan olarak bilinenler vardır ama Iraklıların karakteri çoğunlukla, espritüel özellikleriyle ünlü ve iki espri arasında bir üçüncüsünü yapan Mısır halkının aksine, nükteli olmaktan ziyade sert ve katıdır.
Irak nüktedanlığı, yakın zamanda "Koordinasyon Çerçevesi"nin (Iraklı politikacılar garip isimler vermekte herkesi geçtiler) iki liderinin iyi bilinen ve belgelenen açıklamalarında görüldü. İkisi de aynı şeyi neredeyse harfi harfine söyledi. İlk lider kitlesine seslenirken şöyle dedi: "Güney Kore'yi ziyaret ediyordum ve orada bazıları bana biz yarım asırdır onlardan kurtulmaya çalışıyoruz ve kurtulamıyoruz, siz Amerikalıların varlığından nasıl kurtuldunuz diye sordular.” Koordinasyon Çerçevesi’nden ikinci liderse, "Japonya'da iken bana yarım asırdan fazla bir süredir bize acı çektiren ve kurtulamadığımız Amerikan varlığından siz nasıl kurtuldunuz diye sorulmuştu" dedi. Belirtmek gerekir ki (iki liderin) de iletmek istedikleri içerik, Amerikan (işgalini) kovdukları için (modern tarihin kahramanları) arasında yer aldıkları!!
Peki, buradaki espri nerede mi? Aklıselim okuyucularımız kendisini fark etmediyse söyleyelim; gerçekte bu iki büyük lider ve başkaları Amerikalılar olmasaydı şimdiye kadar kimse tarafından bilinmeden sürgünde hayaller satmaya devam edeceklerdi!  Bu, büyük oranda kara mizah içeren bir espri, çünkü birincisi, bu liderler onları dinleyenlerin bu sözlere inanacaklarına inanıyorlar. Keza en az iki büyük aykırılık içeriyor; birincisi, küresel ölçekte Güney Kore veya Japonya'nın Amerikan varlığından kurtulmak istedikleri bilinmiyor aksine, bu iki ülkede ister resmi ister hükümet düzeyinde, bu varlığın daha güvenilir ve kalıcı olması arzusu var. İkinci aykırılığa gelince, iki liderin belki de (aptallardan) oluşan bir kalabalığa seslendiklerine inanmaları ve Bilad er-Rafideyn Irak'ta parlak beyinler olduğunu unutmuş gibi yapmaları. Bu parlak beyinlerin, Irak’ta biten ve zerre kadar çağa uygun bir siyasi anlayışa sahip olmayan, davranışları dünyaya dair algılarının sadece kendilerine benzeyen kitleleri ile sınırlı olduğunu gösteren yeni siyasi sınıfın bu siyasi hafifliğini uygun görmediklerini unutmaları. Iraklı kitlelerin yoksulluk ve işsizlikle boğuştuğu bir dönemde, bir önceki rejimin çöküşünden sonra türeyen siyasi sınıfın büyük bir bölümü, hem deneyimden hem de sağduyudan yoksun. Bu nedenle Irak, çıkışı olmayan bir çıkmaza girdi.
İkinci anlama yani (Irak kanının ucuz görülmesine) gelince, kendisine acelecilikle (Ölüm Sarayı) adı verilen Rehab Sarayı'nda akılsız bir askerin, 14 Temmuz 1958 sabahı teslim olan bütün bir aileyi öldürmesinden bu yana kanlı yoluna devam ediyor. Iraklıların kanıyla dönen bu değirmen o zamandan beri durmadı. 8 Şubat 1963'te Abdulkerim Kasım Irak radyo binasında oturduğu sandalyede çok kötü bir şekilde öldürüldü. Onunla birlikte oturumları komik (elbette acı bir şekilde komik) devrim mahkemelerinin sahibi Fadıl Abbas el-Mehdavi de infaz edildi. Söz konusu askeri mahkeme (Baas tiyatrosu) olarak adlandırılmıştı ve oturumları Bağdat radyosu ve televizyonunda halka açık olarak yayınlanırdı. Mahkeme ilk olarak eski dönemin adamları, ardından Mart 1959’da Musul’da patlak veren Abdulvahhab el-Şevvaf devriminin adamları, daha sonra da (liderin adamları) olmak üzere binlerce Iraklıyı ölüme gönderdi.
Irak'ta kan gölü darbeler ve suikastlarla onlarca yıl devam etti. Saddam Hüseyin iktidara geldiğinde sadece bir şüphe sebebiyle insanları öldürdü, daha sonra da Irak’ı vatandaşlarının kanlarıyla ve büyük fedakarlıklarla bedelini ödedikleri savaşlara soktu. Irak'ın tarihindeki bu kanlı uzun zincirden kimse ders almadı; Baas rejiminin yıkılmasından sonra bile dini liderler öldürülmekten kurtulamadılar. Gerek Abdulmecid el-Hav’i gerekse Muhammed Bakır el-Hekim, Necef'te İmam Ali'nin türbesi yakınında öldürüldüler. Sonra (susturuculu tabancalarla) tasfiyeler başladı ve Irak’ta bugün dahi hiç kimse güvende değil.
Şu ana kadar mezhepsel bölünmeyi aşan ve olumsuz kanlı geçmişten uzaklaşan, Arap ve uluslararası çevresiyle uyumlu modern bir Irak inşa etmek için pusuladan (din adamlarının siyaset üzerindeki kontrolünün temsil ettiği mirastan) sapan hiçbir Irak ulusal projesi ortaya çıkmadı. Bu proje, bazı Iraklı seçkinler tarafından kucaklansa da çeşitli nedenlerle gün yüzüne çıkamadı. Göründüğü gibi nedenleri arasında, (mensubu olunan mezhebin) din adamlarına görünür saygı ve itaat ile genel olarak Irak kişiliğini karakterize eden bireyselci doğa var.Iraklı sosyolog Ali el-Verdi bu doğayı şöyle tanımlar; (Bu, hem bedevi hem de medeni değerleri taşıyan ikili bir kişiliktir. Iraklı, konuşmasında ve yazılarında yüksek değerlere en tutkun ve onlara en çok davet eden kişidir.  Ama aynı zamanda hayatında bu değerlerden en çok sapanlardan da biridir.). Bu analitik pozisyonu ve belki de Irak’ın yarasına parmak basması nedeniyle Verdi hedef tahtasına konulmuştu. Onu, seçkin (Sarık ve Efendi) kitabı ile modern bir sosyoloji profesörü olan merhum Faleh Abdulcabbar izledi. Ne yazık ki Faleh kapsamlı bir eleştiri ve bilgi sunmadı ama o, Irak'ın durumunu tanık olduğu gibi teşhis eden, Baas’ın baskıcı yönetimi ve hedefinden sapan ondan kurtulma döneminden geçen, mevcut Irak ikilemini iyi tanımlayan modern ekolden.
Mevcut durumda, İran'ın Irak'tan vazgeçmesi mümkün değil görünüyor. Ona sadık Irak siyasi sınıfı da gerici bir projeye katılma hatasını kabul edecek gibi görünmüyor, çünkü burada egemen olan çıkarlar. Irak'ta İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra görüldüğü gibi Irak devletinin dağılışına işaret eden siyasi bölünmelere tanık oluyoruz. Bu, çevre ülkelerde alarm zilini çaldıran bir gelişme, zira Irak, devletin zayıflığı ve güçsüzlüğü, bölgede kaosu yaymak için bir sıçrama tahtası olarak kullanılabilir. İran'a sadık güçlerin bazı komşu ülkelerden muhaliflere kucak açtığı ve eğittiği bir sır değil. Terörist güçlerin böyle eskimiş bir kuluçka makinesinde yeniden canlanması da uzak bir ihtimal değil.
Son olarak; Faleh Abdulcabbar şöyle der: (Irak'ta din adamları ve politikacılar, devlet anlayışlarında sosyal (maddi) anlayış ile (ideal) anlayışı karıştırırlar. Bu da bilinçte bir keşmekeş, uygulamada bir çelişki oluşturur.).