Cuma Bukleyb
TT

Libya: Ganimet ve kimlik soruları

Akdeniz’in güney kıyısındaki bu bölgenin, istisnai siyasi ve askeri durumuyla Şubat 2011'den bu yana neler yaşadığına aşina olmayanlar için yukarıdaki başlık biraz garip gelebilir. Ganimet ile ilgili soru şudur: Kim ne alıyor? Tarihçiler, akademisyenler ve aydınlar genellikle bu soruyla pek ilgilenmez ve bir bilgi meselesi olarak görmezler. İlgilendikleri durumda ise bu, kendilerine çeşitli resmi onur unvanları ve nitelikleri verilen belirli bir grupla sınırlıdır. Fakat tartışmaların harareti yükseldiğinde zaman zaman bu unvanlar atlanır ve bu kimseler hırsız olarak nitelenir. Kimlik soruları ruhun kaynakları, tarih, dil, kültür, siyaset, geçmiş, şimdi ve gelecekle ilgilidir. Bu sorular aydınlar, akademisyenler, tarihçiler ve politikacılar kadar sokaktaki sıradan insanı da ilgilendirir.
Ganimet soruları yeni değildir ve ganimet kültüründen kaynaklanmaktadır. Tunuslu araştırmacı Moncef Ouannes, “Libyalı Kişilik” isimli kitabında kabilenin kültürüyle ilişkilendirerek buna değindi. 2011'den önceki rejim, bunu daha güçlü ve daha yaygın hale getirdi. Öyle ki artık göz ardı edilemeyecek bir özellik haline geldi ve yolsuzluk alanı kapsam olarak genişledi. Kimlikle ilgili sorular ise tarihsel olarak nispeten yeni ve moderndir. 1951'de Libya devletinin kurulması ve dünya haritasında bağımsız bir devlet olması sonrasında ortaya çıktı. 60’lı yıllarda Abdullah el-Kuveyri'nin “Varlığın Anlamı Hakkında” kitabının yayınlanmasıyla gündeme geldi. Ancak Libya'nın olağanüstü koşulları, her bakımdan ganimeti ve kimliği aynı anda iki paralel çizgide buluşturmuştur.
“Kim ne çaldı?” şeklindeki ganimet sorusu, siyasi hiyerarşinin tepesinden tabana kadar uzanır. Ancak kimlik sorusu, doğası gereği belirli alanlarla sınırlı kaldı ve sınırları ihlal edilen, serveti yağmalanan ve dünyanın her yerinden insan tacirlerinin, uyuşturucu satıcılarının ve katillerin yuvası haline gelen bir ülkede artan acılarla birlikte daha fazla kendini gösterdi. Libyalı kimliği, önceki rejim döneminde şiddetli saldırıya maruz kaldı ve bu da Arap milliyetçiliği düşüncesinin etkileri altında Libya adının devletin resmi adından bile kaybolmasına neden oldu. Bu milliyetçi düşünce okyanustan Körfeze bir Arap devleti cennetini, İsrail'in denize dökülmesini, Filistin'in kurtuluşunu vaat ediyor. Bu durum rejimin ve onun güvenlik, ideolojik aygıtının gözünden uzak bir şekilde devletin körelmesine, zayıflamasına ve küçük ceplerde kaybolmasına neden oldu.
Mevcut gerçeklik ne kadar karanlık olursa, bilinmeyenin ve geleceğin korkusu o kadar büyük olur. İnsanlar kurtuluş, güven ve istikrar arayışı içinde geriye bakmak zorunda kalırlar. Geriye dönük bu bakış açılarının sahiplerine göre farklılaşması da bir diğer önemli sorundur. Örneğin bazıları güvenliğin ancak on yıl geriye, yani önceki rejime gidilerek sağlanabileceğine inanıyor. Bazıları daha da geriye bakıyor ve bilinmeyenin korkusunun ancak 1969 öncesine, yani monarşi dönemine gidilerek giderilebileceğini söylüyor. 400 yıl geriye, yani Osmanlı dönemine gitmeyi tercih eden bir grup bile var. Elbette bu zaman aralığını yetersiz gören ve daha ileri giderek bin yıl öncesindeki İslam devletine dönülmesini önerenler de var ki bunlar selefilerdir. Bu durum, birkaç grup arasında Libya kimliği konusunda bir çatışma olduğu anlamına geliyor. Şubat 2011 sonrasında ortaya çıkan bu çatışma artık gizli değildir ve silahlanma noktasına ulaşmıştır. Diğer taraftan başkent Trablus'ta, mesele neredeyse çözülmüş gibi görünüyor. Selefiler, silah zoruyla şehrin imkânlarının çoğunu kontrol ediyor, gerçekte var olmayan bir devlet tarafından verilen resmi bir şemsiye altında kendi kültürlerini ve vizyonlarını empoze ediyorlar. Selefilerin büyük şehirlerin çoğunda, özellikle doğu Libya'da uzantıları var ve sınırların dışındaki selefi güçlerden destek alıyorlar.
Bugünlerde Libya başkentine gelen bir ziyaretçi, bu çatışmanın halk düzeyinde tezahür eden ve şehrin sakinleri tarafından giyilen giysilerle temsil edilen tezahürlerini mutlaka görür. Nitekim selefi İslami kıyafetin varlığı ve bununla bağlantılı tezahürler dikkatini çeker. Bunun karşısında geleneksel Libya halk kıyafetlerine dönülmesini ya da Frenk elbisesi giyilmesini destekleyenler de vardır. Elbette çatışan kimliklere bağlılıkların çeşitlenmesiyle kültür soruları da çeşitlenir ve artar. Bu, doğal olarak siyasetin konusu olan gerçeklik sorularına yol açar. Böylece çatışmaların ortasında gelecek, bilinmeyenin avucunda askıda kalır. Hiç kimse olayların hangi yöne gideceği konusunda bahse girmeye cesaret edemez. Çünkü yerel taraflar yalnız değil, yabancı taraflarla bağlantılıdırlar ve çeşitli ekonomik, güvenlik ve stratejik çıkarların peşindedirler.