Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Kadına yönelik şiddetin önlenmesi

Bugün, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Bugün, dünya çapında kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetle mücadele için Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddete Karşı 16 Günlük Aktivizm’in başladığı gün...
Tabii ki Arap ülkelerinin çoğu bu uluslararası kampanyaya katılıyor. Şiddetin bireyin kendisine, kadına, aileye ve bir bütün olarak topluma yönelik tehlikesi konusunda insanları bilinçlendirmek için etkinliklere imza atıyor, farkındalık kıvılcımlarını körüklüyor ve seminerler düzenliyor...
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü münasebetiyle önemli gördüğümüz bir noktaya dikkat çekmek isteriz:
Küresel toplumun bu sorunun ciddiyeti konusundaki farkındalığı artarken aynı zamanda bu sorun daha da kötüleşiyor. Bu, önümüze bir dizi zorlu iş çıkaran bir paradokstur. Bu zorlu görevlerden belki de en önemlisi, önce meseleyi derinlemesine anlamak, ardından mekanizmaları belirlemektir. Bu stratejinin derinlerinde, ülkelerimizde halen zayıf olan caydırıcı mevzuatın boyutuna önem vermemek elde değil. Bu bağlamda; 2017 tarihli 58 sayılı kanun ile niteliksel olarak önemli bir adım atmış olan Tunus mevzuatına işaret etmek isteriz. Bu, kadınlar ile kız ve erkek çocuklarına yönelik şiddeti suç saydığı için dünyada hukuk alanındaki seçkin kişilerin onayından geçen öncü bir kanundur. İşin mevzuat yönüne odaklanmamızın sebebi, sorunun bu yönden çözülmesinin gerektiğini düşünmemizdir.
Ülkelerin şiddet sorununa yaklaşım derecelerinde dikkatimizi çeken şey, çözüm planlarındaki farklılıktır. Şiddetten korumaya ve şiddeti önlemeye odaklananlar olduğu gibi hem korumaya hem de önlemeye odaklananlar da vardır. Şiddet sorununu derinlemesine araştıran herkes çözümün önleyici ve koruyucu boyutların bir kombinasyonunu gerektirdiği sonucuna varacaktır.
Belli bir noktayı açıklığa kavuşturmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. O da şu ki koruma sağlama tüm devletlerin üzerine düşen bir görevdir. Devlet, kadınları ve kız çocuklarını maruz kaldıkları şiddetten korumak ve sığınma evlerindeki şiddet mağdurlarına bakmakla yükümlüdür. Bununla birlikte tüm taraflara düşen bir başka görev de kadına yönelik şiddeti önlemek için mekanizmalar ve kapsamlı bir strateji oluşturmaktır.
İç dünyamızda ve toplumsal yetişme şekillerinde şiddete karşı direnç göstermek ve kültürel değer sistemimizi şiddetin yuvalandığı cinsiyet ayrımcılıklarından arındırmak gerçek ve sistematik bir çözüm olacaktır.
Aileden başlayıp eğitim kurumlarına, kültürel, sportif ve toplumsal faaliyetlerin yürütüldüğü merkezlere ve geleneksel ve modern kitle iletişim araçlarına kadar sosyalleşme müesseselerinde bireyi eşitlik, toplumsal adalet, hakkı gözetme, barışçıl bir şekilde bir arada yaşama, farklılıkları kabul etme ve karşı tarafla etkileşime girme değerleri üzerine yetiştirmenin yanı sıra gruplar ve bölgeler arasındaki ayrımcılık çeşitlerini ortadan kaldırmanın davranışsal bozukluğu önlemenin yollarından biri olduğuna inanmamız gerekiyor. Zira birincil ve ikincil sosyalleşme kurumları, bireylere ve gruplara, genel olarak kadınlara ve kız çocuklarına ve özel olarak savunmasız bir konumda olan herkese yönelik şiddete karşı durma becerileri ve mekanizmaları kazandıran en önemli yetiştirme merkezleri arasındadır. Bireyi şiddeti önleme üzerine yetiştirmek, bireysel ve toplumsal denge ve istikrarı korumanın bir yolu olabilir.
Bu nedenle adil ve eşit haklara sahip olma ve anlaşmalar, sözleşmeler ve protokollerin oluşturulmasını sağlayan uluslararası bir etken olan insan hakları ilkelerine dayalı eğitim gereklidir. Bu anlaşmalar ve sözleşmeler ile taraf devletler ayrım gözetmeksizin tüm bireylerin haklarına saygı duymak, bunları güvence altına almak ve geliştirmekle yükümlü hale gelir. Ayrıca bu devletlere, ayrımcılığın tüm tezahürlerini engellemek ve çeşitli kesimlerden gelen bütün insanları korumak için prosedürler ve yasal tedbirler alma sorumluluğu yüklenir.
Şiddetle mücadele alanındaki deneyimler, şiddet sorununun yalnızca koruyucu önlemler ya da mağdurlara bakma ve refakat etme taahhüdüyle çözülemeyeceğini kanıtlıyor. Buna ek olarak, kapasiteleri desteklemenin yanı sıra kaynaklara ve bilgilere erişimi kolaylaştırma gibi çözümü kapsamlı boyutlarıyla güçlendirme mekanizmaları ışığında eğitim, bilinçlendirme, kültür, medya ve ekonomik düzeylerde de önleyici prosedürlere odaklanılması yerinde olacaktır. Taahhüdü şiddet ve şiddetin suç boyutuna ulaşmasının mağduru olan kadın ve kız çocukları ile sınırlamak da yeterli değildir. Bundan ziyade, öncelikle ve her zaman yapılması gereken şey şiddetin nedenlerini ele almak ve şiddeti uygulayanın kendisini de şiddeti önleme ve düzeltme yolunda önemli bir unsur olarak görmektir.
Bugün kadına yönelik şiddet, özellikle artan evlilik içi şiddet sorunu karşısında tek seçeneğimiz, ülkelerimizin ve dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin toplumsal cinsiyet eşitliği değerlerini kökleştirmek için daha fazla çalışmasıdır. Kadına yönelik şiddeti önleyecek mekanizmaları kurumsallaştırarak şiddetsizlik kültürü yayması, kadına yönelik şiddet sorununun ele alınmasında önleme boyutuna odaklanması ve kültürel kalıplar için eleştirel bir çaba sarf etmesidir. Bu seçenek, kadınlara musallat olan şiddet sorununun çözümüne olumlu bir katkı sağlayacaktır.
Toplumun bir parçası olarak kadına yönelik şiddetle mücadelede her ülke hangi yolu tercih ederse etsin, şiddetin önlenmesinin koruyucu ve saha merkezli rolü daha uygulanabilir ve etkili kılan temel ve öncelikli bir husus olduğu konusunda zımni olarak hemfikir olmak önemlidir.
Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddete Karşı 16 Günlük Aktivizm hareketi, şiddete tepki gösterme alanındaki en iyi uygulamaları dinlemek için gerçekten güzel küresel bir fırsattır. Aynı zamanda, toplumlarımızın yaşadığı sorunları derinlemesine anlamak için odaklanma, konuşma ve tartışma fırsatıdır. Böylece her kesimdeki şiddet mağduru kadınları koruyacak mekanizmalar geliştirebilir ve şiddeti doğuran ayrımcılığın zaman alsa da ortadan kaldırılmasını garanti edecek eğitimsel, kültürel ve sosyolojik bir çerçeve oluşturabiliriz.