Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Sudan meselesine yeni bir bakış

Ünlü el-Ahram gazetesinde 8 Kasım 2010'da yayınlanan "Sudan meselesine bir başka bakış" başlıklı makalemin üzerinden neredeyse 13 yıl geçti. Makalenin ilk paragrafı şöyleydi: “Sudan meselesinde yakın zamana kadar düşünülmesi mümkün olmayanı düşünmek gerekiyor. Önceki koşullarda alışık olduğumuz şekilde değil, geleneksel olmayan yollarla düşünmeliyiz. Sudan meselesinde olabilecek en kötü senaryoların sonuçlarını düşünmeliyiz. Bu senaryolardan biri, Güney Sudan vatandaşlarının kaderlerini tayin hakkıyla ilgili 9 Ocak’ta yapılması beklenen referandumun Sudan devletinden ayrılma kararı ile sonuçlanması durumunda kendisine kuzey ve güney Sudan’da, doğmakta olan devlet ile ana devlet arasında yeni şiddet dalgalarının eşlik etmesine dayanıyor. Bahsi geçen senaryo çok kötümser görünebilir ve Sudan hükümetinin umduğu gibi daha iyimser diğer senaryolar üstün gelebilir. Sudan hükümeti, Güneyin seçiminin Sudan’ın birliğinden yana olmasını veya ayrılığın şiddetsiz ya da iki tarafı da rahatlatacak, Güneyin ayrı ve bağımsız göründüğü, Kuzeyin ise bölünmez bir birlikten söz edebileceği bir konfederasyon çerçevesinde gerçekleşmesini umuyor. Bütün bu senaryolarda ve tartışılmalarında yanlış bir şey yok, çünkü her birinin savunucuları var. Keza kehanet arenasına her biri kendince katkıda bulunmak için falcılar ve büyücüler de bu senaryolar arenasına giriş yapabilir.”
Açıkça görüldüğü gibi, devletin birlik ve bütünlük içinde kalması ya da bir bölünme ve ayrılık yaşanması arasında referandum, Sudan tarihinin belirleyici anlarından biriydi. Her iki durumda da, her biri kendi yoluna gittikten sonra durumun ne olacağı ve iki tarafın birbiriyle ilişkilerinin nasıl olacağı bilinmiyordu. Ama artık sonucun ne olduğunu biliyoruz; en kötü senaryo gerçek oldu ve sadece ayrılma gerçekleşmedi, ister yeni Güney Sudan devletinde ister ana devlet Sudan Cumhuriyeti'nde olsun, ayrılığı çokça şiddet izledi. O dönemde Sudan'da yaşananlar gerçekleşmiş korkunç bir kehanetin ya da insanın uyanarak kurtulamadığı rahatsız edici bir kabusun ifadesi olsa bile, “Arap Baharı” henüz başlamamıştı.
En azından şu anda Sudan'da tanık olduğumuz şey bu ve Ramazan Bayramı'ndan önce bu makale yazılırken, Sudan’da şiddetin kurbanları artıyordu. Uluslararası ve bölgesel çağrıların tümü, mübarek ayın son günlerine saygı gösterilmesi veya Ramazan Bayramı günlerinde müzakere ve pazarlıklara olanak tanıyacak bir zaman aralığı kazanmak için Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetlerini ateşkese davet ediyordu. Ama her iki durumda da önemli bir gerçeğin gözden kaçırılması söz konusu; taraflardan her biri karşı tarafın varlığından kurtulma planları ve hazırlıkları olmasaydı bir askeri operasyon başlatmazdı. Akıllara gelmeyen bir diğer şey ise, bunun Sudan sorununun çözümü için bir temel olmayacak, aksine onu daha da ileriye itecek ve en azından Sudan'ın mevcut sınırları içinde birleşik bir devleti koruyacak bir model olmadığıdır. Diplomasinin en kötü senaryolardan kaçınmak için daha fazla zaman ve zemin kazanmaya çalıştığı ve Sudan'daki iki tarafa zafer deklare etmeleri için bir kılıf sağladığı açık. Ama bize öyle geliyor ki -yanılıyor da olabiliriz- aralarında bir süredir yaşanan acılar, gerilim, hüsran ve akan kandan sonra taraflardan her biri karşı tarafı yenmeyi daha çok istiyor. Burada endişe verici olan, iki Sudan “askeri unsuru” arasındaki çatışmanın, devam eden etkileşimlerinin Sudan'ın çeşitli bölgelerinde yankı bulduğu, aynı zamanda yakın ülkelerde bir fırsat arama ve değerlendirme durumu yarattığı gerçeğini neredeyse görmezden gelmesidir. Ukrayna konusunda devam eden uluslararası çatışmanın yansımalarının Sudan'da görülebileceğini de göz ardı edemeyiz.
Mevcut Sudan depremi bölge için yeni değil. Son on yılın başında Arap Baharı olarak adlandırılan en büyük deprem meydana geldiğinde, sonunda iki Arap devleti modeli ortaya çıktı. İlki, Sudan'daki mevcut durumdan çok da farklı değil; etnik parçalanmaların karıştığı silahlı çatışmalar, şiddet ve ateşkes arasında gidip gelmeler ve yabancı emellere uygun bir dengesizlik durumu. Yabancı güçlerin görülen gerçek ve koşulları mutlaka planlamış olmaları gerekmiyor, ama bunları değerlendirilecek fırsatlar olarak gördükleri kesin. İkinci modele gelince, yaşanan şok onun geçmişteki hataların ve çıkmazların farkına varmasını, geleceğin tüm geçmişten farklı olması gerektiği gerçeğini anlamasını sağladı. Böylece "dini ve sivil düşüncenin çağdaş yönde yenilenmesi”, ekonomi, teknoloji, yaratıcılık ve yenilikçilik alanlarında dünya ile barışçıl bir şekilde rekabet etme ve yarışma gibi hedefler ve yollar belirleyen bir vizyon yoluyla “ulus-devlet” ve “sürdürülebilir kalkınma” temelli reformist Arap devleti ortaya çıktı. Aslına bakılırsa, iki model arasında üçüncü bir model yok ve aralarındaki fark, mevcut Sudan krizine yönelik bakış açısıdır. İkinci reformist model, sadece yaraları geçici olarak sarıp yeni bir kanamayı önlemekle kalmayacak, Sudan sorununun çözümüne yaklaştıracak bir referansa sahiptir.
Sudan'daki mevcut durum, birinci dalganın hatalarından ve trajedilerinden ders almış olabileceği düşünülen Arap Baharı'nın yeni bir dalgasından kaynaklandı. Ancak ilk andan itibaren ve Beşir rejiminden kurtulduktan sonra tek devlet ve tek vatana bağlı kalmak yerine “askeri unsur” ile “sivil unsur” arasında bölünme varsayımına dayandı. Bu anlamda, iki bileşenden her biri de kendi içinde bölünmüştü. Ordu, biriyle savaştığı, diğeriyle caydırdığı iki silahla silahlanmışken, sivil bileşen de sokağın aralıksız gösteri ve oturma eylemleriyle silahlanmıştı.
Her iki durumda da yeni Sudan'ı inşa etmeye yönelik ulusal bir proje yoktu. Hal böyleyken her iki taraf da 3 yıllık geçiş sürecinde kendisinden devleti inşa etmeyi düşünmesi yerine, müzakereler ve pazarlıklar yapmasının, sözlü atışmalara ve “sessiz diyaloglara” girmesinin, çatışma nöbetleri ve ateşkes saatleri arasında gidip gelmesinin istendiği konusunda fikir birliğine varmış gibiydi. Bu nedenle Sudan gerçekliğinde gidişatın daha da kötüye gitmesi dışında hiçbir şey değişmedi. Kötüleşmeyse, reformcu Arap ülkelerinin reform alanını büyütme, inşa etme alanını genişletme, geleceği bugüne yaklaştırma gibi bölgede inşa etmeye çalıştıklarının aksi yönünde giden bir durum. Reformcu ülkelerin bu çerçevesi içinde Sudan yalnız bırakılamayacak bir büyüklüğe, konuma ve tarihe sahip.
Arap reform sistemi şu anda Suriye'yi trajedisinin üstesinden gelmesi ve yaralarını sarması için yanına çekmeye çalışırken, Sudan'ın sonu gelmeyen çatışmalar arenasında Suriye'nin yerini alması akıllıca olmaz.
 Arap Birliği toplantıları yapmak veya tarafları şiddeti durdurmaya ve ateşkese saygı duymaya çağırmak yetmez, aksine, ulus-devletin sadece tek bir meşru silahlı gücü tanıyacağını söyleyecek kadar açık yürekli olunmalı. Sudan devletinin, acınası gerçeği aşıp onu tüm Sudanlılar için parlak bir gerçekliğe dönüştürmeye kararlı tek bir ulusal projenin ifadesi olması gerektiği açık sözlülükle belirtilmeli.