İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Sudanlıların bir kaçış yolu olsaydı

Hartum'dan bulabildikleri herhangi bir yol ve araçla ayrılmaya çalışan yabancı uyrukluların görüntülerini takip ederken, terk edilmiş milyonlarca Sudanlının akıbetini düşünüyorum. Sudanlıların parasıyla satın alınan füzeleri, uçakları, silahları onları öldüren aletlere dönüştüren iki “kardeşin” savaşı nedeniyle içine düştükleri bu cehennemden çıkmalarını sağlayacak, yabancı bir pasaport sahibi olacak kadar şanslı olamayanların durumunu düşünüyorum.
Bundan daha tehlikelisi ve kötüsü, okuduğumuz tüm haberlerin, Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında çıkan savaşın, yabancı uyrukluları tahliye etmek için varılan ateşkesin sona ermesinden, dünyanın gözlerini başka bir yöne çevirmesinden sonra daha şiddetli bir şekilde geri döneceğine atıfta bulunması. Bu durum, savaşan iki tarafın diğer ülkelerin vatandaşlarına merhamet göstermeye ve hükümetlerinin isteklerini karşılamaya kendi halklarına merhamet göstermekten daha istekli oldukları izlenimi veriyor. Dahası her şey, iki generalin savaşının biri diğerine galip gelmedikçe durmayacağını gösteriyor. Başka bir deyişle bu saçma savaş dalgası sona erene kadar Sudan'a bir kan seli vaat ediliyor.
Hükümetler kendi vatandaşlarını tahliye etmek için imkansızı yapmakta acele ediyorlar, çünkü Sudan'da olduğu gibi bir iç çatışma durumunda, havaalanlarına veya tesislerine ulaşmak her zaman kolay olmayan uzak bir ülkede yaşıyor veya çalışıyor olsalar bile kendilerini onların hayatlarından sorumlu hissediyorlar. İngiltere'de, Hartum'daki İngiliz büyükelçiliği personelinin tahliyesine öncelik verdiği için Rishi Sunak hükümetini İngiliz pasaportu sahiplerinin tahliyesini geciktirmekle eleştiren sesler yükseliyor.
Dünya hükümetleri vatandaşlarına karşı bu şekilde sorumlu davranırken, bölgemizde halklarının çıkarlarını hiç dikkate almayan, ülkelerinin ve halklarının çıkarlarıyla hiçbir ilgisi olmayan kendi amaçları ve bencil çıkarları için savaşları ateşlemekten, ülkeleri yok etmekten çekinmeyen hükümetler görüyoruz. İlginçtir ki, Sudan'daki savaşı durdurma çağrılarının arkasındaki motivasyon Sudanlı liderlerin kendi iç kararları olması gerekirken, bu çağrılar dışarıdan geliyor.
Bu nedenle BM Genel Sekreteri ve Batılı yetkililerin el-Burhan ve Hamideti’ye, kendi halklarına insaf etmeleri çağrıları yaptığını görüyoruz.  Ülke boğucu bir ekonomik krizden muzdarip ve yetkililerinin derdi bu krizi çözmeye çalışmak olması gerekirken, herkesin güç ve zenginlik mücadelesinden başka bir gerekçe bulamadığı bu savaşın durması çağrıları dışarıdan yapılıyor. Daha da şaşırtıcı olan, birçok can ve mala sebep olan 2011'deki ayrılıktan önce Afrika'nın en büyük ülkesini paramparça eden savaşta, tıpkı Kuzey’in kendisi ile savaştığı gibi onunla savaşan Güney Sudan'ın bir arabulucuya dönüşmesi. Çok da uzak olmayan bir geçmişte Güney Sudan halkıyla aynı ülkenin vatandaşlığını paylaşanların arasındaki çatışmayı sonlandırmak isteyen arabulucu ülke ve kuruluşlar arasında bu ülkenin de yer alması. Güney Sudan'ın başkenti Juba, bu savaşı sona erdirecek bir formüle ulaşma umuduyla iki taraf arasında belirlenen müzakerelere ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Bu nasıl bir ironi!
Sudan, yöneticilerinin bencilliği ve halklarını kötü yönetmeleri nedeniyle bölgemizdeki ülkelerin başına gelen felaketlerin elbette son örneği. Yurt içindeki ihmalkâr ve sorumsuz politikalara karşı sağduyu çağrılarının yurt dışından yapıldığı son yer.
Uluslararası yetkililerden, örneğin Lübnan yöneticilerine, halklarına karşı insaflı olmaları ve acımaları yönünde yapılan kaç çağrı duyduk? “Bize yardım edin ki biz de size yardım edelim” gibi davetleri kaç kere duyduk, ama duyan kim. Hem de Lübnan'ı dünyadaki en yüksek enflasyon oranlarına sahip ülkeler arasında ilk sıralara yerleştiren ekonomik çöküşe ve halkının üçte ikisinden fazlasını etkileyen yoksulluğa rağmen. Karşılaştırma isteği beni, Sudan’da yaşananlar için geçen yüzyılın doksanlı yıllarının başlarında Lübnan'da meydana gelen muharebeler için kullanılan "imha savaşı" tabirini kullanmaya itiyor. İmha savaşı o dönem General Mişel Avn’ın liderlik ettiği ordu ile mevcut başkanı Samir Caca liderliğindeki “Lübnan Kuvvetleri” arasında yaşanmıştı. O zaman olduğu gibi bugün de Sudan'da savaşan iki generali çatışmaya iten hedef, diğer tarafa boyun eğdirmek veya imha etmek!
Tüm bu çatışmalar ister Hartum'da ister Sudan'ın çatışmalardan etkilenen diğer bölgelerinde olsun, on milyonlarca sivilin yaşadığı bir alanda dönüyor. Bölgemizde, hükümetlerinin elinde “rehin” olan diğer ülkelerin sakinleri gibi Sudanlılar da kaçış yolları olmayan "rehinelere" dönüştüler. Bir ülkenin kendilerine vize vermesi ya da herhangi bir yerde onlara daha onurlu  yaşam yolu sağlayacak bir iş fırsatı bulmak, bu rehinelerin ülkelerinden ayrılabilmeleri için tek umut. Bu fırsata sahip olduklarında büyüdükleri ülkeye geri dönmeyi hayal bile etmiyorlar.
Birçokları için hayale dönüşen yabancı bir pasaportu olmayan, yerinden edilmiş milyonlarca insan ya sınırları gizlice geçiyor ya da “ölüm botları” onları daha güvenli ülkelere taşıyor. Aşağılanma içinde bir hayat dışında fırsat sunmayan anavatanlarında kalmak yerine güvenli bir ülkeye gitmek için canlarını feda etmeye hazırlar.
Bu ülkelerin havaalanları gitmek isteyen herkese açılsa, yöneticileri nedeniyle felaketzedeye dönüşmüş ülkelerinde kalmaya cesaret edeceklerin sayısının ne kadar olacağını hayal edebilir miyiz?