Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Birbirimize kayıtsız kalmak

“İşleyebileceğimiz en büyük günah, birbirimize kayıtsız kalmamızdır.” Alev Alatlı

İnsanların bireyselleşmelerinin arttığı oranda birbirleriyle olan bağlarının da azaldığını ifade etmek sanırım abartı olmaz. Bireyselleşen insan, gittikçe yalnızlaşmakta ve diğerleriyle olan teması, ilişkisi minimize olmaktadır. Başkalarının ne sevincine ne de kederine ortak olmakta diğer insanlara kayıtsız kalmaktadır. Çoğu zaman her şeyi kendi aklı ve bilgisi ile çözebileceğine inanmakta, başkasının tecrübesinden faydalanabileceğini unutmaktadır. Halbuki “Akıl her daim gerekli olmasına rağmen, aklın tek başına her daim yeterli olmadığı” gerçeğini ihmal edebilmektedir. Kendi birikimi ve aklı ile her şeyi çözse bile yine de bu durum olumlu değildir. Çünkü insanın, “Biriktirip biriktirip de biriktirdiklerini mezara götürmesi iş değildir. Tek bir ömrün yetiremediğini tamamlamaya çalışmak, yaşanmışı istifadeye açmak, oyuna yeni girenlerin tecrübe ve noksanını tamamlamak gerekir.”[1] Yani kendisinin başkalarına ihtiyacı olmasa bile başkalarının onun tecrübesine ve bilgisine ihtiyacı olabileceği gerçeğini göz ardı etmemelidir.

 İnsanların birbirlerine ve etraflarında olup bitenlere kayıtsız kalmaları onlar için en büyük felaketlerden biridir. Çünkü insan, ailesiyle, çevresiyle ve yaşadığı ortamla insan oluş sürecini tamamlayıp devam ettirebilmektedir. Bu nedenle insan huzurlu, mutlu ve kendisinden beklenen kulluğu doğru bir şekilde ifa etmek istiyorsa etrafında olup bitene iki sebepten dolayı kayıtsız kalamaz.

Birincisi, kendisi iyi, etrafında olup bitenler kötü ise bu kötülükler bir müddet sonra ona da zarar verecektir. İyi oluşunu korumak istiyorsa kötülüklere ve kötülere kayıtsız kalamaz. Çünkü etrafta olan biten kötülük ve çirkinlikler sadece kötülere bulaşıp rahatsız etmez aynı zamanda kötülükle mücadele etmeyen iyilere de zarar verir. Bu nedenle vahiy bize şu uyarıyı yapar: “Sadece içinizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden sakının…”[2] bu uyarının yapıldığı ayetin bir öncesine baktığımızda ise iman edenlerin Allah ve Resul’ünün diriltici çağrısına icabet etmeye davet edildiğini görmekteyiz. Yani bu çağrıya kulak verip icabet etmez, onun yayılmasına çalışmazsanız daveti yalanlayıp ona karşı çıkanlara isabet edecek olan beladan dolaylı da olsa siz de etkilenirsiniz mesajı verilmektedir. Yine İsrailoğullarının Hz. Davud ve Hz. İsa’nın diliyle lanete uğramalarının gerekçeleri sayılırken bu gerekçeye yer verilir: “Onlar, içlerinden biri kötülük yapınca, onu bundan vazgeçirmeye çalışmazlardı…”[3] Toplumda olup biten kötülüklere kayıtsız kalmaları lanete uğramalarına neden teşkil edebilmektedir.

İkincisi, kendisi kötü, etrafında bulunanlar ve olup bitenler güzel ise bu güzelliklerden istifade edip iyilerden olmak için çevrede olup bitene kayıtsız kalamaz. Kayıtsız kaldığı takdirde güneş her yeri aydınlatırken karanlıkta kalan kişinin durumuna düşer. Kayıtsız kalışı onu karanlıktan ve yanlış yolda yürümekten alıkoymaz. Bu manada vahyi dikkate alan ve onunla yolunu aydınlatan ile ona kayıtsız kalan kişinin mukayesesi şu şekilde yapılır: “İnanç bakımından ölü iken, kendisine hayat bahşettiğimiz ve halkın içinde rahatça gezip dolaşmasını sağlayacak bir ışıkla yolunu aydınlattığımız bir mümin, zifiri karanlıklara gömülen ve oradan asla çıkış yolu bulamayan bir inkârcı ile bir olur mu?"[4]

Bu ümmetin Hz. Peygamberin kendisine şahit-örnek kılındığı gibi bütün insanlığa şahit-örnek kılınan vasat-dengeli[5] ve en hayırlı ümmet[6] olarak nitelenmesinin nedenlerinden biri de olup bitene kayıtsız kalmayarak hayata doğrudan müdahale eden toplumsal bir güç olarak insanlara adâleti, doğruluğu, iyiliği emretmesi ve yaygınlaştırması; zulme, haksızlığa, isyankârlığa, günaha, kötülüklere engel olmasıdır.

İnananların birlerine karşı kayıtsız kalamayacaklarını-kalmamaları gerektiğini Hz. Peygamber şu benzetme ile dile getirir: “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”[7]

Hal böyle iken birbirimize nasıl kayıtsız kalabiliriz?

[1] Alev Alatlı, Fesuphanallah, (İstanbul: Turkuaz, 2019), 12

[2] el-Enfal 8/25

[3] el-Maide 5/79

[4] el-En’am 6/122

[5] el-Bakara 2/143

[6] A-li İmran 3/110

[7] Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66