Paradoks, devletlerin çıkarları ile bu çıkarların ahlaki ve siyasi ifadeleri arasındaki çelişki durumudur. Bazen “bir pastaya hem sahip olup hem de onu yiyemezsin” diyen Amerikan atasözüne benzer, çünkü pastayı yediğinizde artık ona sahip değilsinizdir fakat sahip olursanız da onu yiyemezsiniz. Bu, problem gibi bir paradokstur, mantıksal olarak döngüsel olduğu için kendisine çözüm bulmak zor hatta imkansızdır. Yumurta mı tavuktan çıkar tavuk mu yumurtadan çıkar gibi kafa karıştırıcı sorular düzenler. Ortadoğu'da, milliyetçi partiler genellikle müzakereleri reddederek, işgal sona erinceye kadar müzakere olmayacağı sloganını yükseltirlerdi. O zaman da akılılar, işgal bittikten sonra ne müzakere edilecek ki diye sorarlardı. Ukrayna'nın bugünlerde benimsediği pozisyon da buna yakın. Afrika müzakere heyeti de Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'yi, sonuçları ve olasılıkları itibarıyla dünyayı korkunç bir krizden ve ürkütücü ekonomik yüklerden kurtaracak bir ateşkese ve müzakere sürecinin başlatılması gerektiğine ikna edemedi. Zelenskiy’nin cevabı, önce Rusya'nın çekilmesi gerektiği şeklindeydi. Bu tutumuyla Ukrayna topraklarının veya bir kısmının işgalinin uzun süre devam etmesinin önünü açtı. İsrail ise bunu yapabileceğini düşünüyor, toprak üzerindeki işgali sona ermeden barış istiyor. Bir Mısır atasözünün dediği gibi “yumurta ve taşla aynı anda oynuyor”. Bu tutumu sadece yumurtaların değil her şeyin kırılmasına yol açacak olsa bile, kendisinde diretiyor. İsrail, toprağı konuşma ve müzakerelerin dışında tutarken, Başbakanı barış karşılığında barış öneriyor. Bundan sonra da İsrail, toprak ilhakı ve yerleşim yeri inşasına, önceki barış anlaşmalarına aykırı olarak Kudüs'teki koşulları değiştirmeye devam etmekte bir ikilem görmüyor.
Ortadoğu paradokslarının yeni dalgası, Obama'nın ABD başkanlığı döneminde onun yardımcısı iken bunu yapmakta kararlı olan Başkan Joseph Biden'ın deyimiyle, ABD'nin sonu gelmez savaşlardan (forever wars) başka hiçbir şey üretmeyen bölgeden uzaklaşmak istediğini birkaç yıl önce vurgulamasıydı. Önerilen alternatif, Vietnam Savaşı'nın sona ermesinden bu yana sonsuz savaşlarını durduran ya da öyle söylenen Asya'ya yönelmekti. Buradaki ikilem, asıl Asya'nın, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sırasındaki sonu gelmeyen savaşlarının ve bunu takip eden Kore, Vietnam ve Afganistan savaşlarının tarihsel alanı olmasıdır. Amerikan argümanına göre, Asya bir ekonomik refah ve demokratik yükselişin alanı, ancak konu ile ilgili “unutulan” ve “sessiz kalınan” husus, Asyalıların kendi bölgelerini daha iyi bilip tanıdıklarıdır. Asya'nın Çin, Hindistan, Japonya ve topraklarının büyük bir bölümünün Asya kıtasında bulunması nedeniyle Rusya başta olmak üzere Asyalılara ait olması doğaldır.
Buradaki bileşik paradoks, Washington'un Ortadoğu'dan ayrılma niyetini açıkladıktan sonra, ister içinde bulunsun ister ayrılsın kalıcı nüfuz alanı olarak gördüğü bir bölgeye Çin girmeye başladığı için serzenişte bulunmasıdır. Yine gerek Arap-Çin zirvesini düzenlediği gerekse Pekin’in Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması için bir pencere haline gelmesini kabul ederek Çin'i bölgeye getirdiği için Suudi Arabistan Krallığı'na da sitem etmektedir. Ama Çin, Filistin-İsrail çatışmasını İsrail ve Filistin taraflarıyla olan güçlü ilişkileri sayesinde çözmeyi denemekte bir beis görmediğini ima ettiğinde, Washington'un sinirleri iyice sarsıldı. Çünkü bu durumda İsrail'in Washington gözetimindeki barış anlaşmalarında tanımlanan C Bölgesi'ndeki yerleşim yerleri inşasını durduramayan barış süreci üzerindeki hegemonyasını da kaybedecek.
Bölgenin paradokslarının hepsi dışsal değil, ulus-devlet ve sağlam tarihsel özellikleri hakkında tüm söylenenlere rağmen, iş ciddiye bindiğinde ulus-devletin çok çabuk çöktüğü gerçeği başta olmak üzere içsel paradokslar da var. Liberal özellikleriyle “Arap Baharı” olarak adlandırılan hadise, kısa sürede iç savaşlara evrilen büyük bir kaosa yol açtığında, Suriye, Libya, Yemen ve Sudan'daki krizin koşullarının tümü, Amerikan ve Siyonist uluslararası komplolara bağlandı. Gerekçeler bunların etrafında döndü. Ama kimse ulus-devletin bu komploların karşısında neden direnemediğini, aşiretler ve dini gruplar arasında bedeli ağır olan yaraların neden kapanmadığını kimse sorgulamadı.
Filistin paradoksunun pek çok şaşırtıcı yönü var. Nihai Filistin hedefi, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması olmasına rağmen, gerçek, 4 Filistin siyasi biriminin devletin kurulması için tek bir strateji altında toplanmayı hiçbir zaman başaramamış olduklarına tanıklık ediyor. Bu birimler; İsrail içindeki Filistinliler, Batı Şeria'daki Filistinliler, Gazze'deki Filistinliler ve gurbetteki Filistinliler. Dünyanın gözünde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin halkının tek ve meşru temsilcisiydi ama Filistin halkının saf gerçeği böyle değildi. Filistin topraklarında kurulan ilk ulusal otorite olan Filistin Ulusal Otoritesi, şimdi kendi ülkesinde bir iç savaşa ve hakkında hiçbir Filistin yasası çıkarılmamış olan İsrail ile savaşa yaklaşan bir sarsıntı ve bölünmeye maruz kalıyor.
Tüm bu paradoksların arasında, anlatılanlardan çok daha fazlası var ve bunları yönetmek büyük bir kararlılık gerektiriyor. Gerçek şu ki, hiçbir Arap ülkesi tüm bu paradokslarla başa çıkma yükünü tek başına taşıyamaz. Ulusal kimliklerine bağlı, ekonomik ve siyasi reform için çabalayan Arap devletleri için bu paradoksların gerekli olan bölgesel istikrar ve güvenlik lehine çözülmeleri bir gereklilik. Gerçek şu ki, krizler ve çelişkilerle başa çıkma yönünde ciddi çabalar var, ancak mesela Filistin örneğinde bunlar, barış anlaşmaları, İbrahim Anlaşmaları barışı, ekonomik Gazze gazı barışı ve diğerleri arasında dağılmış durumda. Bunların hepsi tek bir stratejik düzenleme içine girebilir.