“Brexit başarısız oldu!” Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasını en çok destekleyenlerden biri olan siyasetçi Nigel Farage, geçtiğimiz hafta bir televizyon röportajında böyle söyledi.
Bundan bir gün sonra sıra eski Başbakan Boris Johnson’a geldi. Brexit’i parlamentodan geçiren kişi olan Johnson da Farage’la hemfikir olduğunu gazete köşesinde şu ifadeyle dile getirdi: Birleşik Krallık, “hala AB’nin yörüngesinde sıkışmış durumda.”
Kısa bir süre için Başbakan Rishi Sunak da Birleşik Krallık’ın halen AB’nin bir parçası olduğunu ifade ettiği sosyal medya paylaşımıyla olayı büyütüyor gibi göründü.
Bu, herhangi bir moda sözcük gibi farklı şekillerde yorumlanabilecek her şeyi kapsayan bir slogan olan Brexit ile ne demek istediğimize bağlı.
Peki, Brexit başarısız oldu mu? Bu, herhangi bir moda sözcük gibi farklı şekillerde yorumlanabilecek her şeyi kapsayan bir slogan olan Brexit ile ne demek istediğimize bağlı. En basit anlamıyla AB üyeliğinin sona erdirilmesini kastediyorsak, Brexit başarılı oldu. Birleşik Krallık, kırk yıldan fazla bir süredir mensubu olduğu, oluşturulmasında ve yeniden şekillendirilmesinde öncü rol oynadığı kulübe artık üye değil.
Brexit’e dair birçok yanılgı bir yana, verilen pek çok vaade bakacak olursak, en basit ve kısa ifadeyle Brexit, büyük bir başarı sayılmaz.
Verilen ilk söz, ‘sınırlarımızı kontrol etmek’ idi ki bu söz gerçekten yerine getirildi. Nitekim kimse, pasaport kontrolü olmadan Birleşik Krallık’a giremiyor.
Lizbon Anlaşması uyarınca AB vatandaşlarının Birleşik Krallık’a vizesiz girip üç ay kalmalarına izin veriliyor. Bu süre dolduğunda ancak bir işi varsa ya da iyi niyetli bir öğrenciyse orada kalabilir. Bununla birlikte Romanya ve Bulgaristan gibi AB üyesi bazı ülkelerin vatandaşları, bundan muaf. Onlar halen söz konusu üç aylık sürenin sonunda oturma izni almak için başvuruda bulunmak zorunda.
Tony Blair liderliğindeki İşçi Partisi hükümeti, tüm bu uyarıları görmezden gelmeyi ve Birleşik Krallık’ın, hizmete dayalı ekonomisinin yüksek büyüme oranlarına katkıda bulunan büyük bir ucuz ve genç işgücü kaynağından faydalanmasına yardımcı olmayı tercih etti.
Brexit’in diğer savunucularının yanı sıra Farage ile Johnson’ın verdiği ikinci büyük söz ‘göçü kontrol etmek’ idi.
Herkes biliyordu ki ‘göç’ şifresi aslında Avrupalılara değil, Asyalılara ve Afrikalılara yönelikti. Ama hedefi açık bir şekilde belirtmek, kötü bakışlara ve ırkçılık suçlamasına sebep olurdu.
Her halükârda bu söz tutulmadı.
En son istatistikler, Birleşik Krallık’a göç edenlerin sayısının çeşitli tahminlere göre yüzde 15 ila 20 oranında arttığını gösteriyor. Buradaki fark şu ki, Birleşik Krallık’a gelen beyaz tenlilerin sayısı düşerken “görünür azınlıkların sayısı arttı” ve bu da Sunderland’deki süpermarketlerde çalışan ‘koyu tenli’ kasiyerler tarafından tehdit edildiğini hisseden kişileri rahatsız etti.
Brexit, sınırları kontrol etmek ve göçü sınırlamak şöyle dursun, her türlü hayalin aracı haline geldi. Birleşik Krallık, küresel barışın ve refahın hizmetinde olsa da Commonwealth’in (Milletler Topluluğu) lideri olarak imparatorluk rolünü geri kazanacaktı. ABD, Çin, Japonya veya Birleşik Krallık’ın ortak olmasının avantajlarını kabul eden herhangi bir ülke ile yapıcı ticari anlaşmaların imzalanması planlanıyordu.
Söylemeye gerek bile yok, bu olmadı.
Birleşik Krallık’ın imzaladığı tek büyük ticaret anlaşması, çoğunlukla Brüksel Anlaşmaları olan aynı eski ve çok nefret edilen AB anlaşmasıydı. Tüm bunları, Kuzey İrlanda’nın geri çekilme protokolünde telafi etmek için ‘AB hukukunun bazı yönlerinin Kuzey İrlanda ve Birleşik Krallık ile bağlantılı konularda halen yürürlükte olduğunu’ açıkça belirtiyor.
Hatta asıl anlaşmaya göre Birleşik Krallık, AB yasalarının ve yönetmeliklerinin birçoğunu yerel yasaları olarak kabul etti ve çoğunlukla ‘teknik değişiklikler’ yaptı. Birleşik Krallık’ta kabul edilen bazı yasalarda ‘geçiş şartı’ vardır. Bu, Birleşik Krallık Parlamentosu geçerlilik süresini uzatmadıkça, genellikle 2023 sonu ile 2027 arasında belirli bir tarihte çıkarılacağı anlamına gelir.
Diğer bir söz de Birleşik Krallık’ın başlangıçta desteklediği bir kurum olan AB İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisini sona erdirmekti. Bu söz gerçekleşmedi, çünkü Avrupa Konseyi’ne üyeliği devam eden Birleşik Krallık, pek çok meselede halen Mahkeme’nin hükümlerine bağlı.
Brexit ayrıca Birleşik Krallık’ın, AB üyelerinin üniversite öğrenci değişim programı olan Erasmus’a üyeliğini de sona erdirdi. Bu, Birleşik Krallık üniversitelerini, yabancı öğrenci harçlarından elde edilen milyarlarca dolardan mahrum bıraktı. Akademik düzeyde kültürel iletişimin faydalarından mahrum kalmayı hiç söylemiyorum. Üstelik Birleşik Krallık öğrencileri de Avrupa üniversitelerinden ve kültürler arası iletişimin sağladığı faydalardan yoksun kaldı. 2019 yılında Birleşik Krallık’ta 50 binden fazla öğrenci, Erasmus değişim programına katılmış.
Sorunu çözmek için birçok Birleşik Krallık ve AB üniversitesi, bu programı ikili anlaşmalarla canlandırmaya karar verdi. Örneğin Birleşik Krallık’taki Birmingham Üniversitesi ile Fransa’daki Grenoble Üniversitesi aralarında kendi öğrenci değişim programını yürütüyor.
Brexit’e rağmen Birleşik Krallık, Avrupa Uzay Ajansı’ndan çekilmedi ve böylece bir dizi ileri teknolojiye erişimini sürdürdü.
Brexit, Birleşik Krallık’ı birçok alanda AB ile ortak bankacılık projelerinin de dışında tuttu. Bununla birlikte yakın zamanda Moldova’ya yardım etmek için Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ile imzalanan ortak bir proje, özel durumlarda iş birliğinin dışlanmadığını gösteriyor.
Aslında bunu söylemeye gerek bile yok ama söyleyelim: Brexit, savunucularının vaat ettiği ekonomik avantajları da getirmedi. Birleşik Krallık, herhangi bir AB ülkesine kıyasla daha yüksek enflasyon oranına ve daha düşük bir büyümeye sahip. Tabi bunun sorumlusu kısmen, hemen hemen Birleşik Krallık’ın AB’den ayrıldığı sıralarda başlayan salgın ve küresel durgunluk olabilir.
Brexit, bir nevi siyasi kumar idi. Kaderinizin ne olduğunu bilmeden birçok kart çekiyorsunuz.