Bugün dünyadaki en bedbaht iki ulus Filistin ve Ukrayna ulusları olabilir. Her ikisi de işgale maruz kalmış durumda ve kendilerine farklı derecelerde sempati duyan küresel tutumlara rağmen duyguları ne olursa olsun gerçeği kabul etmekten başka çareleri yok gibi görünüyor.
Ukrayna'daki savaş hızla ikinci yılını tamamlamaya doğru ilerliyor ve Ukrayna halk, devlet ve altyapı olarak büyük miktarda can ve ekipman kaybı yaşıyor. Hak veya haksızlık bir yana, halkların mücadelesi mutlaka hakkın haksızlığa galip gelmesiyle sonuçlanmaz. Doğru ve hata göreceli olup kesin olmadığından, pek çok tarihsel deneyimde haksızlık da hakka galip gelir.
Rusya önümüzdeki yıl, yani 2024'te yapılacak ABD seçimlerinin sonuçlarına göre oynuyor ve Donald Trump'ın Beyaz Saray'da yeniden iktidara gelmesi senaryosunun gerçekleştiğini görmek istiyor. Trump iktidara gelmese ve onun yerine liderleri Ukrayna'yı bu kadar coşkuyla desteklemenin siyasi bir hata olduğuna inanan Cumhuriyetçi Parti'nin adaylarından biri iktidara gelse bile bu gerçekleşmesi göz ardı edilmemesi gereken bir senaryo. O zaman Ukrayna'da denklem değişecek. Buna bir senaryo daha eklenebilir, o da Batı'da Ukrayna'yı destekleyen güçlerin siyasi ‘tükenme’ aşamasına geldikleridir. Bunun bazı tezahürleri Batı Avrupa'da ortaya çıktı ve Ukrayna'ya komşu ülkelerde de giderek ortaya çıkıyor. Ancak sadece bu ülkeler değil, Amerikan eliti arasında bile bazı kesimler Ukrayna'yı desteklemenin uzun vadedeki yüksek maliyeti hakkında kamuoyunda konuşmaya başladılar. Ekonomik gevşeklik ve borç bağımlılığından mustarip olan Avrupa ekonomisinin büyük bölümünde göstergeler net ve işgücü piyasasındaki işsizlik oranının yükselmesiyle birlikte Avrupa ülkelerinde yaşam pahalılığı da artıyor.
Batılı gücün ‘halkları desteklemek’ veya ‘demokrasiyi savunmak’ gibi birçok slogan ve söylemden vazgeçmesi yeni bir şey değil. Elimizde iki örnek var; ilki, on yıllar önce ABD’nin ‘evlerin salonlarında’ kaybettiği söylenen Vietnam Savaşı'dır. O dönemde sosyal iletişimin tek popüler biçimi olan televizyon, her gece ABD'nin kayıplarına ilişkin ‘tatsız’ haberler aktarıyordu. Mesele neredeyse tekrarlanan bir sahneyle sona erdi; Saygon'daki ABD Büyükelçiliği binasından kalkan son helikopterin ardında neredeyse kendisine tutunacak kişiler bırakarak yükselişi. Başka detaylarıyla birlikte aynı sahneye dünya, bazı Afganlar Kabil Havalimanı'ndan kalkan dev uçakların kanatlarına tutunduğunda yeniden tanık olmuştu.
Modern demokrasiler savaşlarını içeride kaybederler ve Kremlin'in Ukrayna'daki savaşında bahse girdiği şey de bu. Her ne kadar Rus gençliğinin makul bir yüzdesi, savaş ilk aylarında ‘yerinde saymaya’ başlar başlamaz ülkelerini terk etmiş olsa da savaştan duyulan bu memnuniyetsizlik genişlemedi. Moskova'nın yarattığı paralı ‘askeri güç’ Wagner liderliğinin isyanı bile Batılı analizlerin beklediği iç bölünmeyi yaratamadı. Hatta söz konusu paralı asker grubunun lideri Prigojin’in kötü bir şekilde öldürülmesiyle tehlikesi azalmış dahi olabilir!
Diğer yandan Ukraynalıların Rus kuvvetlerine karşı çokça propagandası yapılan ‘yaz karşı taarruzunun’ göreceli başarısızlığı, savaşın net bir galibi ya da net bir kaybedeni olmayacağı gerçeğine yeni bir ağırlık kattı. Savaş ne kadar uzun sürerse küresel ekonomiler o kadar kan kaybedeceği için hem Rus hem de Ukrayna tahıllarının pazarlanmasını kolaylaştırmak amacıyla Moskova'nın küresel finans sistemine (SWIFT) dönmesi konusunda neredeyse ciddi konuşmaların yapıldığını görüyoruz. Son gelişme Kiev'in (Ukrayna'nın başkenti) hoşuna gitmedi ama bunu engelleyecek herhangi bir aracı da yok.
Dolayısıyla bazı Avrupa çevrelerinde, genişlemesi engellenerek verilmek istenen dersin Moskova’ya ulaştığı, bu nedenle Ukrayna'nın Rusça konuşan ve Rusya sınırına komşu olan, şu anda Rus ordusunun işgali altındaki kısmını Rusya'ya bırakmanın hiçbir sakıncası olmadığı söyleniyor. Buna karşılık Ukrayna da Avrupa pazarına ve belki daha sonra NATO'ya girebilir.
Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesiyle Filistin işgali arasında bir bağlantı var mı? Görünen o ki, coğrafi konumun uzaklığına rağmen politikalar hemen hemen aynı. Filistin safları Batı Şeria ve Hamas arasında bölünmüş durumda ve her ikisinde de bazı iç yolsuzluklar yok değil. Filistin anlaşmazlığı tarihi ve zor olmasının yanı sıra, geçtiğimiz günlerde Ayn el-Hilve kampında yaşananlarda olduğu gibi gurbette ve mülteci kamplarındaki Filistinlilerin arasında bile yaygın. Buna bir de Filistinli grupların Ortadoğu ve Araplar arasında çatışan taraflardan birine boyun eğmesi ekleniyor. Camp David Anlaşmaları (Enver Sedat ve Menachem Begin arasında 1978’de imzalandı) ve ardından Oslo Anlaşmaları’ndan (Arafat ve Rabin arasında 1993’te imzalandı) bu yana Filistinlileri savunma oranında bir düşüş olduğu, o zamandan beri İsrail'in uluslararası tanınırlığının genişlediği belirtilmeli.
Özellikle İsrail ve Filistin tarafları en az iki fırsat kaçırdılar. Birincisi, İzak Rabin'in Filistinlilere bazı haklar tanıyan girişimi ve bunun sonucunda 1995 yılında İsrailli bir aşırılık yanlısı tarafından öldürülen ilk İsrail başbakanı olması. İkinci fırsat ise Olmert'in (2006-2009 arasında başbakanlık yaptı) yine kabul edilmeyen planıydı ve o da İsrail'de yolsuzluk nedeniyle hapse atılan ilk başbakan oldu.
Siyasette duygular yoktur, çıkarlar ve sahadaki gerçekler vardır. Ukrayna ve Filistin vakalarında bazı liderler arasında geleceğin daha iyi şeyler getirebileceğine dair bir algı var, ancak bu bir gerçeklikten ziyade bir umut olabilir. Zira Ukrayna ve Filistin halklarının sundukları ve her gözlemcinin açıkça görebileceği, aynı zamanda son derece acımasız olan fedakarlıklarına rağmen, zamana oynanan bahsin mutlaka kazanması gerekmiyor. İsrail, tüm iç sorunlarına rağmen ABD tarafından desteklenmeye devam edecek. Nedeni de İsrail’in kendisi değil, daha da önemli olan ABD iç siyasi etkileşimleridir. Çin'den Rusya, Hindistan ve geçmişte İsrail politikalarının şiddetli muhalifleri olan diğer ülkelere kadar, dünyanın dört bir yanından ülkeler İsrail ile iş birliği köprülerini genişletiyor.
Her iki örnekte de geleceğin daha iyi olacağını varsaymak gerçekçi olmayan bir varsayım ve tarih bize işin bu kadar basit olmadığını öğretiyor. Adalet ve haklar bilhassa uluslararası düzeyde görecelidir. Duygular üzerine umut inşa etmek, sağlam bilimsel analizlere dayalı politikalar inşa etmek gibi değildir. Dünyamızdaki bedbaht ulusların muzdarip olduğu husus da budur.
Son söz; siyasette doğru az da olsa yanlış, yanlış az da olsa doğru içerir!