İnsan ne savaşla yaşar ne zulümle ne halkından toprakların gasp edilmesiyle ne de güçle…
Şiddetten sadece şiddet doğar; asla bir barış doğmaz. Bu yüzden Ortadoğu’daki çözüm denklemi, iki taraf açısından halen dengesiz. Bu ve güç dengesizliği yüzünden İsrail’in barışçıl çözümü reddedip uzlaşmazlık sergilediğini ve siyasi bir gerçeklik dayatmak için güce başvurduğunu görüyoruz.
Arap-İsrail müzakere tarihinde merhum Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, Camp David maratonundan önce İsrail Knesset’inde bir konuşma yaparak, İsraillilere hitaben şöyle demişti: “Ders almalı; güç kullanımının Araplara karşı bir seçenek olduğu düşüncesinden ve işgal hayallerinden vazgeçmelisiniz.”
İsrail’in sorunu, herhangi bir barış girişimini onaylamamasıdır. İsrail, rahmetli Kral Abdullah bin Abdülaziz’in sunduğu ve Arap Birliği’nin Ortadoğu’daki krizin çözümü için stratejik bir seçenek olarak benimsediği barış girişimini dahi kibirlenerek reddetti ve yeryüzünde bozgunculuk çıkardı. Diyalog ve müzakere süreçlerinde de ortalarda görünmedi; aksine Arap Girişimi’ni de parçalayıp dağıttı. Zaten ABD’li Henry Kissinger döneminden bu yana İsrailli siyasetçiler, hedefleri barış değilse, her türlü girişimi veya anlaşmayı didik didik edip sündürmeyi alışkanlık haline getirdi.
Yom Kippur Savaşı’nın (Ekim Savaşı) yıldönümünde Filistinliler, yerleşimlere yönelik benzeri görülmemiş bir saldırı başlattı; yüzlerce İsrail askerini esir edip öldürdü ve onlarca tanka zarar verdi. Bunlar olurken en güçlü silahları, av tüfekleri ve en iyi durumda kalaşnikoflar olan saldırganlar karşısında orantısız yeteneklere ve devasa cephaneliğe sahip olmasına rağmen İsrail ordusu, saldırganları kontrol altına almayı ya da işlerini bitirmeyi başaramadı. Aksine saldırganlar, onlarca subayı ve askeri esir aldı ve İsrail ordusu askerlerinin kaçmasının ardından onlarca yerleşim yerinin kontrolünü ele geçirdi. Bu olay, İsrail güçlerinin de Binyamin Netanyahu hükümetindeki mini Güvenlik Konseyi’nin de atlamadığı bir şok gibi görünüyordu. Güvenlik Konseyi benzer bir duruma düşen herhangi bir İsrail hükümetinde olduğu gibi ordu uçaklarına Gazze’deki sivillerin evlerini vurup yok etme emirleri verdi. Bununla birlikte bu sefer planlama, uygulama ve iki taraftaki ölü ve esir sayısı bakımından emsalsiz bir durum söz konusuydu. Bu olay ayrıca, şokun etkisiyle ellerinde silahla kalakalan generallerin de aralarında bulunduğu İsrailli askerleri de perişan etti.
Kimileri, Hamas’ın Gazze muhitindeki yerleşimlerde yaptığı şeyleri, İsrail’in uyguladığı şiddet ve baskı karşısında Filistinlilerin çektiklerine bir tepki olarak görüp haklı gösterecek. İş, suların ve elektriğin kesilmesine, özgürlüklerin kısıtlanmasına, hatta yıllarca yargısız tutuklamalara kadar varmış ve bu durum çocuklara, kadınlara ve yaşlılara kadar uzanarak, kanser hastalarını dahi es geçmemişti. Tüm bunlar, Filistinlileri şiddeti tırmandırmaya itti. Tabi bizim, olayları başlatan İsrail’den de gelse istisnasız tüm İsrail hükümetlerinin özel olarak Gazze ve genel olarak Batı Şeria halkına yönelik baskı ve kısıtlamalar da dahil olmak üzere uyguladığı baskı ve zulüm karşısında öfkeyle dolup taşan Filistin’den de gelse, her halükârda şiddete karşı çıkmamız gerekir. İsrail, Batı Şeria’yı Samiriye (Samarya/Şamron) olarak kabul edip, onu yeniden içine almaya çalışıyor. İsrail’e ‘Gazze ve Eriha barışını’ kabul etmesi için baskı yapıldığında dahi İsrail, bunu Eriha’ya bağlı hissetmediği için kabul etti. Onların inanışına göre “Eriha’da bir taş bile diken lanetlidir.” Dolayısıyla Gazze ve Eriha Anlaşması’yla hem Eriha’dan hem de Gazze’den kurtuldu. Ama Samiriye olarak kabul ettiği için, yerleşimlerle kestiği Batı Şeria üzerine bir anlaşmaya varmadı.
İsrail, Kaddafi’nin ‘İsratin’ adıyla bilinen önerisini de kabul etmedi. Kaddafi, İsrail’ ve ‘Filistin’ kelimelerini birleştirerek oluşturduğu bu önerisiyle bu toprakları iki kimlikli tek bir devlet haline getirmeyi tasarlamıştı.
Her konuda birbirlerine zıt düşen İsrailli liderler, tek bir şeyde hemfikir: Ne Filistinlilere ait bir devlet ne de kalıcı bir barış olacak. Bu, tüm İsrail hükümetlerinin davranışlarında açıkça görülebilir.
Barışın tek seçenek ve savaşınsa iki taraf için de yokluk olduğu yönündeki kanaat hâkim olmadıkça kriz çözülemez.