Bugün dünyanın dört bir yanını kuşatan bir dünya savaşı var. Bu, insanlar savaşan tüm tarafları bilmeseler de benzeri görülmemiş sıcaklıkta bir savaş… Dünyanın beş kıtasında ateş ve barut fırtınaları yükseliyor. Geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısında iki dünya savaşına tanık olundu. Bu savaşlarda kimileri müttefik oldu ancak ikinci savaşın bitiminden sonra mihver güçlerine karşı müttefik olanlar arasında bir savaş çıktı. Soğuk denilen bir savaş... Gelgelelim, bugün sıcaklığını kimsenin ölçemediği dünya savaşlarının ortasındayız. Bu savaşlar hem soğuk hem sıcak oluyor.
Savaş insan yaşamının doğal bir gerçeğidir. Satır aralarında binlerce yıldır akan kanın ve yaşanan trajedilerin gezindiği cilt cilt kitapları okumamıza gerek yok. İnsanlar arasındaki çatışmaların doğası savaş yeteneklerinin gelişmesiyle değişmektedir. Taş hançerlerden kılıçlara, mızraklara ve bugün ülkelerin ellerinde tuttukları birkaç saniyede milyonları öldürme gücüne sahip olan silahlara geçilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen birkaç yıl sonra dünün müttefikleri arasında bir savaş çıktı.
İşin ironik yanı, sıcak bir savaş olan İkinci Dünya Savaşı’nda faşizme ve Nazizm’e karşı Avrupa’daki müttefik kuvvetlere önderlik eden ve daha sonra ABD Başkanı olarak seçilen General Dwight Eisenhower, Soğuk Savaş’ı yöneten kişi oldu. Diğer taraftan, dünkü müttefiki Sovyetler Birliği’nin lideri Josef Stalin de yeni dünya savaşında karşısında yer aldı. Biri sıcak, diğeri soğuk iki savaşta iki lider... Kore Yarımadası’nda yanardağlar harekete geçti ve kor parçaları düştü. Sovyetler Birliği, 1940’ların son yılında ortaya çıkan Komünist Çin Halk Cumhuriyeti ile silahlı bir ideolojiye dayalı olarak, komünizm dalgasının yayılmasından korkan Batı’ya karşı ittifak kurdu. Burada çıkan çatışma yarımadanın güney ve kuzey olarak ikiye bölünmesi ile bitti. Güney devleti kapitalist çizgide olup Batı’nın yörüngesine girerken, kuzey komünist olup Jong ailesine verildi. Vietnam’da ikinci yanardağ patladı ve Batı ile Doğu blokları arasında uzun ve kanlı bir iç savaş yaşandı. Bu savaş ABD’nin yenilgisi ve Vietnam’ın iki bölümünün Komünist Parti Genel Sekreteri Ho Chi Minh’in önderliğinde birleşmesi ile sona erdi.
ABD, Amerikan liberal modelinin yolunu izleyen Batı Avrupa ülkelerinde siyasi varlığını güçlendirdi. Kendisine bağlı siyasi partileri destekledi ve komünist partilerle mücadele etti. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üsleriyle askeri varlığını pekiştirdi. Bütün Batı Avrupa ülkeleri ABD’nin yanında bu bloğa katıldı. Japonya ise bu bloğun sessiz takipçisi oldu.
Çoğu ülkesinin 1960’ların başında Fransa ve İngiltere’den bağımsızlığını kazandığı Afrika Kıtası, kendi savaşlarını yarattı. İç savaşların ve askeri darbelerin mimarları yurt dışından, sivil mühendisler ve savaş malzemeleri ise yerli üretimden geliyor. Toprağının altındaki hammaddeler ve topraklarının üzerindeki ağaçlar da isteyerek denizlerin ötesindeki büyük fabrikalara taşınıyor. Adı bile konmamış savaşlar bunlar.
Diğer yandan Latin Amerika da kanlı çatışmalardan payını almış, ülkeleri askeri darbe fırtınalarının sillesini yemiş ve ideoloji de etkilenmiştir. Şili’nin demokratik yollarla seçilmiş sol devlet başkanı Salvador Allende askeri darbeyle devrildiğinde ABD buna desteğini açıkça ifade etmekten çekinmedi. ABD, hatların gerisinde bir güvenlik indirme politikası benimsedi.
Doğu ile Batı arasındaki son zamanların en büyük çatışması Afganistan’da yaşandı. Leonid Brejnev liderliğindeki Sovyetler Birliği, Afgan ordusu içinde kendisine sadık kişileri askeri darbe düzenlemek için harekete geçirdi. Daha sonra peş peşe kanlı darbeler politikası oluşturdu ve Afganistan toprakları Doğu ile Batı arasında bir çatışma alanına dönüştü. Özellikle Taliban’a mensup radikallerin ülkenin kontrolünü ele geçirmesinden ve El-Kaide grubunun onlarla ittifak kurmasından sonra yıllarca kan aktı. Batı’nın Afganistan topraklarında Sovyet güçlerine karşı savaşan savaşçılara verdiği destek, Sovyetler Birliği’nin çöküşüne yol açan en güçlü etmenlerden biriydi.
Doğu Bloku dağıldı, komünist Varşova Paktı çöktü ve Batı uluslararası arenada hakimiyet kurdu. Almanya birleşti ve Doğu Avrupa ülkeleri Batı kapitalist bloğuna katıldı.
Nicolas Robert-Schuman, Fransız Bakanlar Kurulu’na iki kez başkanlık eden Fransız politikacı. Yaratıcı vizyona sahip bir düşünür ve politikacıydı. Bazıları onu bir filozof olarak tanımlıyordu. Kendisi şu sözü ortaya atan önde gelen Fransızlardandı:
“Avrupa ya birliktir ya da savaştır.”
Eski Kıta yüzyıllarca savaşlar yaşadı. Ancak iki dünya savaşı korkunç bir dehşete sahne oldu. Silahlar ve savaş yöntemleri gelişti, Avrupa Kıtası’nda on milyonlarca insan öldürüldü. Robert-Schuman, Avrupa ortak pazarına dönüşen ve Avrupa Birliği’nin (AB) kurulmasıyla taçlandırılan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulmasına öncülük etti. Batı Avrupa, ulusları arasındaki tüm çatışma ve savaş kapılarını kapatarak başka bir dünyaya taşındı. Napolyon’un silahlı zafere yönelik dürtüleri ortadan kalktı, Hitler’in çılgın Aryan kibri yok edildi ve dünyadaki denge standartlarını değiştiren dev bir varlık ortaya çıktı. Diğer dev bir varlık ise dünyanın doğusunda yükselen Çin oldu. Ekonomik gücüyle kaslarını geliştirdi. Ülkeye milyonlarca kurbana mal olan Maocu komünist ideoloji hırkasını çıkardı. Bugün Çin doğrudan sıcak veya soğuk savaşlara girmiyor. Kendisi olağanüstü bir sabır politikası geliştirdi.
Vladimir Putin’in Rusya’sı geçmişin ağırlığını taşıyan hırs çukurundan silahlı maceralara atılıyor; Gürcistan’daki ve Çeçenya’daki savaştan Kırım Yarımadası’nın ilhakına ve Ukrayna’nın işgaline kadar… Bir dünya savaşının korkunç sıcaklığı var. Silah üretmek için çok para harcayan büyük Rusya, İran’dan insansız hava aracı (İHA) dileniyor ve halkı açlık çekerken güney komşusu ve çevresindekileri acı ve yıkımla tehdit eden Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong-un’u, geliştirdiği silahların bir kısmını kendisine versin diye ağırlıyor. Dünya korkunç bir çukura doğru yuvarlanıyor. Savaşlar ve sahalar kızışıyor. Peki, son nasıl olacak? Toplu bir katliam silahıyla mı yoksa Avrupa dersinin gerçekçiliği ve rasyonelliğinin dünyaya rehberliğiyle mi?