İnsanı tanımlayan üçleme, Zat, Şahsiyet ve Enniye olarak betimlenir.(Abdulkerim Cili/ İnsanı Kamil) İnsan bu üç kavram üzerinden betimlenebilir, denmek istenmektedir. Ki bu yaklaşım şu ana kadar ortaya konan birçok teoriden daha sağlam durmaktadır. Zat, ele avuca sığmayan boyutu ile öne çıkarken, Şahsiyet, ele avuca gelebilecek bir özelliği ile öne çıkar ve biz ona kimlik adını veririz. Enniye ise benlik dediğimiz olgu üzerinden betimlenir. Ben dediğimizde ortaya çıkan şeye enniye, yaşamı üzerinden elde ettiği tanıklığa şahsiyet ve hem şahsiyeti, hem de enniyeyi/benliği belirleyen Zat olarak insan sürekli bir devinim ve değişim içinde kendi değişmezlerini bulur ve kurar…
Zat, yaratılmışlığı içinde taşıdığı gibi semavi bir konumu da ihtiva etmesi bakımından özel bir yere sahiptir. O yüzden tam olarak tanımlanamaz olana tekabül eder. Ruhun az bir bilgiye konu edinilmesi de bu Zat meselesinin ehemmiyeti kadar bilinemezliğini de içermektedir. Buradaki bilinemezlik, yapıp edebileceği şeyleri tam olarak kestirememeyi de içermektedir. İnsan varlığının kendi bütünlüğünü sağlamada gösterdiği farklılıklar ve değişim onun imtihan edilmesinin başat öğesi olarak düşünülmelidir. Bu yüzden sorumlu ve mükâfat veya ceza görecektir. Bu durumun kendisinin insana kattığı değer ve Allah katındaki kıymeti ayrıca düşünülmeyi hak etmektedir.
İnsan yaratılmış bir varlıktır. Kimliği de bu yaratılmışlığı içinde taşıyan boyutu içermektedir. Ama aynı zamanda insan itina ile yaratılmış ve Yaratıcı Kudretini sergilediği bir var oluşsal zemine sahiptir. ‘İki kudret elim ile yarattım’ derken kastedilen bir anlam vardır. Bu durum insanı diğer varlıklardan farklı kılmakta ve onu sorumlu kılmaktadır. Şeytan ile girdiği savaşta da bu durumun rol oynadığı açıktır. İnsan, ulûhiyet ile ikili bir ilişki kurabilecek yetenekte yaratılmış tek varlık olarak sayılabilir. Bu özelliği onu varlık hiyerarşisinde tepe noktaya taşımaktadır.
İnsanın yeryüzü serüveni ise onun aynı zamanda bir sınırlılık içinde var oluşunu sürdürmesine zemin oluşturmuştur. Bu imtihan gereği oluşan sınırlılıklar, insanın unutkanlığı vesilesi ile de başına gelen şeylerin sebebi olarak izah edilebilir. Ama bu da bir imtihan olduğu için insanın uyanıklığının söz konusu olabilmesi ve diri bir yaklaşım ile idraki ortaya koyması, iradesi ile de değişimi başlatabilmesi onun melekelerinden sadece bir kısmıdır. Zorluğa dayanıklı yaratılması, kolaya kaçması, cesur veya korkak bir gösteriye dönüştürmesi hep onun ilişkiler ağı içindeki kimliği ile birlikte değerlendirilmesi gereken olgulardır.
İnsan, kendi kimliğini inşa etmede akli yetilerini kullanır. Ama bu akli yetilerini kullanırken kendisine ‘gönderilmiş bilgi’/vahiy ile hareket etmesi onun sahih ve sahici bir kimliğe ulaşmasının teminatıdır. Kişi, kendi kimliğini inşa ederken dayanağı olan kültür ise hep kendisinin öncesine yönelik bir ilişki ve iletişimi öne çıkartır. Kişi, ‘ben kendi kimliğimi kendim inşa ederim’ dediğinde de sadece kendisini hem aldatmış ve hem aldanmış kılar.
Kültürün inşa ettiği kimliğin ise sorunlu bir kimlik oluşu ortada… Bu kimliğin sağlıklı ve sahici bir zeminde inşa edilebilmesinin yolu ise eleştirel bir yaklaşım geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Bir şeyi eleştiriye tabi kılmanın yolu ise o işi en iyi bilen birinin sağladığı ‘bilgi’ ile sağlanabilir. İşte bu bilgi ancak insanın dışında ve kendisini yaratan Rabbin ona gönderdiği bilgi olabilir. İnsan kimliğini ancak kendisine gönderilmiş bilgi ile verili bir şekilde elde ederek kültürün kendisini eleştiriye tabi kılabilir. Peygamber dönemleri hariç insanlığın gerçek anlamda bir barış ve adalet içinde var olduğunu söylemek imkânsıza yakın bir olguyu işaret eder. İstisnai durum var mı? Ona ayrıca bakmakta yarar var… Ama elimizde kesin bir şey var ki insan merkezli düşünce ve gönderilmiş bilgiye dayanmayan herhangi bir bilginin insanın gelişim dinamiklerini olumlu anlamda oluşturduğunu söylemek mümkün değildir. Son iki yüz yılın tek iktidarı olan modern düşüncenin ürettiği kültürel kodların son Aksa Tufanı ile yerle yeksan oluşu da bu durumu izah edebilecek önemli bir delildir.
İnsan, kendine mahsus bir bilgi edinebilecek kıvamda değildir. Kendisine sunulan bilgiyi idrak edebilecek bir kapasiteye sahiptir. Ama sağlam kıstasları yoksa o bilgiyi kendi lehine/negatif kullanması mümkün ve hatta zorunlu bir durumu içerebilir. Bu yüzden ister isimlendirme faaliyeti veya ister kavram üretme istidadı olsun, yeterli ve düzeyli bir ilişki kurmaya yeterlilik kesbetmemektedir.
İnsanlık tarihini nereden başlattığınız da önemli tabi… Ama ilk insan ve ilk peygamber olarak kabul edilen Âdem (as)ın ilahi dinin oluşturduğu kültürlerin ortak temasıdır. Buradan meseleyi ele aldığımızda ise insan, ancak kendisine sunulan bilgi ile doğru bir ilişki ve iletişim kurabilmektedir. Her şey bizatihi Allah tarafından kendisine öğretilmektedir. Bu varlığın ilişkisel boyutunu doğru bir zeminde kurmak ve ona göre hareket etmenin olmazsa olmazı olarak önümüzde durmaktadır. Kimlik bu sağlam ilişki zemininde doğru bir karaktere sahip olabilir.
İnsan çok yönlü boyutu gereği farklı ilişkisel ağlara sahiptir. Yaratıcısı olan Allah ile ilişkisi, Evren ile ilişkisi, İnsanlarla ilişkisi ve en önemlisi kişinin kendisi ile ilişkisi de apayrı bir boyuta sahiptir. Bu dört ilişki zemininde de sahih ve sahici bir ilişki kurabilmesi için gereken kimliğin inşa olabilmesinin zemini verili bilgiye dayalı ilahi bilginin karakteristik yapısına sahip olması ve peygamberlerin örnekliğini dikkate alan bir yaklaşımı içermesi elzem hale gelmektedir.
İnsan, kimliğinin temel kodlarını verili bilgi üzerinden elde eder, sonra bu kimliği kendi hiyerarşik yapısı içinde varlık ile kuracağı ilişkide de tecrübe üzerinden deneyimleyerek kendi özelliğini ekler ve kendi şahsiyetinin kurucu kimliğini böylece ikili yapı üzerinden gerçekleştirmiş olur. Bu ikili yapı, imtihan oluşunun teminatı olan bir yapıdır. Çünkü kimlik, verili olsa da insan bu kimliği kendi tecrübesi içinde yeniden bir ruh katarak onu anda bütünleştirerek varlık kazandırır. İşte bu şahsiyet kendi kimliği ile örneklik ve önderlik zemini kazanır. Tarihte şahsiyet haline dönüşmüş ve önderlik makamına ulaşmış kimliklerin tarihsel tecrübelerini dikkate alarak cesur davranışlar sergilemesi ve özellikle de anlam merkezli bir dünya görüşü içinde kendi değerlerine sımsıkı sarılmaları ile öne çıkarlar.
Kurucu kimliğin nübüvvet oluşunu göz ardı edemeyiz! Müminler peygamberlerin örnekliğini dikkate alarak kendi kimliklerini inşa ederler. Bu da ilahi belirleyiciliğin olmazsa olmaz bir şart olarak öne çıktığını bize göstermektedir. Peygamberler dışında ve din dışı kalan örnekliklerin kimlik oluşumundaki sorunları da durumu gayet iyi izah etmektedir.
Emir ve yasakların apaçık bir şekilde bildirilmesi, hedefin doğru bir şekilde ortaya konmasını sağlayan ahiret ve dünya ayrımı önemli bir yer tutar. Dünyayı dikkate alan ama ahireti eksen kılan bir yaklaşım kişinin hedefini sahih ve sahici kılar. Dünya merkezli kurgulanmış her yaşam anlam merkezli olmaktan çıkar ve aşkınlığı kendi içinde yok saydığı içinde kimliği daraltılmış bir alanla sınırlı olmaktan kaynaklı bir daralmayı ve bu daralmaya dayalı, kabalık, şiddet ve salt kendini düşünme gibi hastalıkların öne çıktığı bir karakterle karşı karşıya bırakır.
İlişkiler ağı içinde sahih bir dini düşüncenin eşliğinde kurulacak bir zihni yapının sağlam olması, kimliğin de sağlam bir zemine yaslanmasını mümkün kılar. İnsan salt kendi başına yaşayan biri olarak var olamaz! Bir ilişki biçimi içinde kendi varlığının anlamını izhar eder, tecrübe eder ve idrake konu edinir. Bu süreç onu daha iyi ve üst bir insan olmaya taşır. İnsanlar farklıdırlar. Bu farklılığı sağlayan şey ise ilişkisel ağda nasıl davranacağını bilmesiyledir. İlişkiler insanın kendini bulduğu ve sergilediği alanlardır. Bu yüzden adalet, iyilik, sadakat ve benzeri birçok anlama dayalı zemin burada açığa çıkar. İlişkiler ağının içindeki en önemli ilişki Allah ile kurulacak ilişkidir. Bu ilişki kişinin ulûhiyet ile bağını belirleyeceği gibi kimliğinin sağlam bir zemine yaslanıp yaslanmadığını da belirleyen temel bir ölçüttür. Allah ile kurulan ilişkide ortaya çıkan durum ise insan ve diğer varlık çeşitleri ile de ilişkinin mahiyetini belirler. İnsanın kendisi ile kurduğu ilişki temel bir ilişki biçimidir. Ama bu ilişki biçimini sağlam bir zemine yaslandırabilmek için Allah ile kurulacak sağlam bir ilişki zeminine ihtiyaç vardır. İnsanın kendisi ile kurduğu ilişki aynı zamanda diğer ilişki biçimlerinin biçem ve biçimini de belirgin kılar.
Daha yalın bir şekilde kişi, Allah ile kurduğu ilişki üzerinden kendisi ile ilişki kurar. Kendisi ile kurduğu ilişki üzerinden de diğer ilişki biçimlerini inşa eder. Böylece kimliğin temel kodlarını belirginleştirmiş olur.
İnsanın kimliği ise şahsiyetini belirgin kılar, şahsiyeti ise zatının konumunu belirler. Zat, her ne kadar belirlenemez olan ise de şahsiyet Zat’ın uzanımı ve alanını belirgin kılan bir özellik olarak öne çıkar. Şahsiyeti güçlü olan insan, Zatının gizlerine vakıf olur ve insanlık mertebesini güçlendirerek yukarı doğru tırmanışını sürdürme gücü elde eder. Manevi ve maddi boyutun aşıldığı zemin Zat’ın belirginleştiği alanı imler. Önemli olan insanın kendi miracını gerçekleştirmesidir. Bu miracın ilk basamağının ise kendi Zatına yönelik bir yükselişi zorunlu kıldığını belirgin kılmakta yarar var…
Kişinin kendisini tanıması ve Rabbini kendi tanıması üzerinden tanıması meselesini daha derin bir zeminde düşünmekte fayda vardır. Rabbini tanıdığı ölçüde de kendisini tanıma zemini bahşedilir.
İnsanın istikameti kendisinin kimliğini, kimliği ise şahsiyetini ve şahsiyeti ise enniyesini/benliğini sahih bir zemine yaslandırarak Zatına yönelmesine bir imkân tanır. Zatı ile tanışan birinin şahsiyetini tanımlaması mümkün olur ve bu onun benliğini sahih ve sahici bir zeminde kurmasına zemin olur.
Modern dönemde Aksa Tufanı ile başlayan süreçte İnsan Allah ilişkisinin tecrübe edilebilmesinin imkânı doğmuştur. Gazze ve Filistin halkı Allah ile ilişkiyi tecrübeye açarak yeni bir insan tipolojisine yönelmeyi mümkün kılmıştır.