Bu hikayeyi, kültürel iletişim politikaları alanında önde gelen bir uzman olan Prof. Dr. İbrahim el-Beayyez anlatıyor. Hikâye bizi Batı toplumlarından ayıran kültürel uçurumun keşfedildiği an etrafında dönüyor. Dr. İbrahim 1983 yılında Ohio Eyalet Üniversitesi'nde doktora öğrencilerine özel, kültürel ilişkiler üzerine bir derse katıldığını anlatıyor. Dersin öğrencilerinden kültürel ilişkiler ile ilgili okudukları hakkında haftalık bir ödev yazmaları isteniyordu. Profesör en iyi ve en kötü ödevleri belirliyor ve sahipleri de bu ödevleri sınıftaki arkadaşlarına okuyorlardı. Bir hafta Prof. Dr. Beayyez, Amerikan kültürüyle iletişim kurma konusundaki kendi deneyimi hakkında yazmak istedi. Özetle, kendi Arap kültürüne ve değerlerine uygun olanları seçmek için Amerikan kültürünün çeşitli yönlerini incelemeye gayret ettiğini yazdı.
Prof. Dr. İbrahim Beayyez şöyle diyor: Profesör bana sordu “Gerçekten seçebilir misin? Dünya ile kültürel olarak iletişim kurmanın en iyi yolu bu mu?”
Bu olay, toplumumuzda yaygın olan bir yanılsamayı görmemi sağladı. Bu yanılsamanın özü, dünyayla alışverişe benzer bir ilişki hayal ettiğimizdir; süpermarkete gidiyorsunuz, istediğinizi seçiyorsunuz, sepete atıyorsunuz, sonra parasını ödeyip çıkıyorsunuz. Kendime ve meslektaşlarıma sık sık şunu sordum: “Süpermarket modelini” gerçekten uygulayabilir miyiz? Başkalarının kültürünü parçalara ayırıp, bazı kısımlarını seçip diğerlerini bırakabilir miyiz?
Dr. İbrahim, dünyaya açık olmanın - prensipte - değişimi kabul etme isteği, yani miras aldığımız ya da beynimize doldurulan veya yaşam deneyimimiz bağlamında seçtiğimiz kültürel birikimi terk etmeyi, yerine özellikle günümüzün zorluklarını anlama, toplumun kültürel ve yaşamsal ihtiyaçlarını karşılama konusunda daha iyi olduğunu kanıtlayabilecek yeni bir sistemi koymayı gerektirdiğine inanıyor. Bu, büyük ölçüde, belirli unsurların değiştirilmesi değil, kültürel sistemin kendisinin değiştirilmesi anlamına geliyor. Zira yabancı bir kültürün seçmeyi düşünebileceğimiz kısımları sağlam, kendi kendine yeten parçalar değildir.
Tıpkı bir romanın ya da şiirin parçaları gibi, onları diğer parçalarla birleştiren kapsamlı bir bakış açısıyla tasarlanmışlardır. Victor Hugo'nun "Sefiller" adlı romanından bir paragraf aldığınızı ve bunu Necip Mahfuz'un "Nil Üstünde Gevezelik" adlı romanından bir sayfanın ortasına yerleştirdiğinizi hayal edin. Onunla bütünleşip dokusunun bir parçası olacak mı?
Seçimin mevcut tek seçenek olduğunu, Batı kültürü ve değerlerinin unsurlarını, kültürümüz veya değerlerimizle çelişiyorsa benimseyemeyeceğimizi sıklıkla savunuyoruz. Bu gerçekten tek ve kullanışlı bir seçenek mi?
Arkadaşım İbrahim'e konuya başka bir açıdan baktığımı söyledim. Buna göre diğer halklar ile iletişim kurmak kültürel mirasımızda arzu edilen ve desteklenen bir şey değil. Hele ki iletişimde bulunulan karşı taraf maddi veya kültürel olarak daha güçlüyse, iletişimin dini bağlılığı bozacağına dair derin bir korku duygusu var. Örneğin yurtdışına seyahatin dini liderler tarafından hoş karşılanmadığını hatırlıyoruz, hatta bazıları, çok ciddi bir ihtiyaç bulunmuyorsa yurtdışına seyahati yasaklayarak daha da katı bir tutum benimsemiş olabilirler. Kültürel çerçevemizin dışından gelenler, özellikle de gayrimüslimler ile iletişim kurmayı da hoş karşılamıyor ya da yasaklıyorlardı.
Daha sonra bunlar geri adım atmak zorunda kaldılar çünkü insanlar onları dinlemediler. Bu nedenle var olan şartlarda makul bir alternatif olarak başkalarının sahip oldukları arasından seçim yapma fikri önerildi. Bugünlerde herkes bu tür bir alışverişin, yani "süpermarket modelinin" ideal seçenek olduğundan bahsediyor.
Peki, eğer kültürümüze ve geleneklerimize uygun olanı seçeceksek, bu demektir ki kültürümüz ve geleneklerimiz, başkalarının mallarını ölçerken benimsediğimiz bir standart ve ölçektir. Ama kültür ve geleneklerimizin gerçekten bu seviyeye ulaştığına inanıyor muyuz?
Eğer böyleyse neden başkalarının sahip olduklarından alıyoruz, neden elimizdekilerle yetinmiyoruz?
İşin gerçeği başkalarının kültürünü benimsiyoruz, çünkü kültürümüz geri kalmış ve çağımızın yaşam zorluklarını kavrayamıyor. Bu durumda, nasıl bir başarısızlık, başarıyı değerlendiren bir ölçüt olabilir?