Her dönem sahiciliğin katledilmesine matuf eylemlilikler ve oyunlar oynanmıştır. Ama bu sahiciliğe yönelik yapılan eylemler ve düşünüşler sınırlı ve kısıtlı bir zeminde gerçekleşmiştir. Tarihin hiçbir döneminde sahiciliği katletmeye yönelik bugünkü kadar sağlam bir teori, eylem ve strateji geliştirilememiştir.
Siyasi, sosyolojik ve iktisadi zeminde de bu sahiciliği ortadan kaldırmaya yönelik yapılan çalışmalar, ödenen meblağlar dudak uçuklatacak cinstendir. Daha açıkçası, bugün sahiciliği tamamen ortadan kaldırmanın yöntemleri çoğaltılarak büyütülmektedir. Sahtenin egemenliğinin kesin bir zafere erişmesine ise ramak kalmıştır. Özellikle siyasal zeminde aldatma bir temel stratejik hamle olarak kabul görmektedir. Siyaseten yalan söylemek normalimiz olarak mevcudiyetini korumayı sürdürmektedir.
Sahicilik, her şeyin kendi zemininde sağlıklı ve doğal akışı içinde neşvünema bulmasına matuf çabaların ve istikametin adıdır. Aldatmayı içermeyen ve bunu hiç zihnine düşürmeyen bir psikolojik vasatı içermektedir. Yalanın gayri ahlaki tabiatının kötülüğünü söylemsel ve eylemsel düzeyde kabulünü sağlamaya matuf sosyal psikoloji üzerine temellendirilmiş reel bir gerçekliği inşa etmenin yöntemini gelenek/kadim kültür açıkça inşa etmeyi önermektedir. Modern kültür ise yalanı normalleştirerek insanların aldatılmasının bir yarar meselesi olarak öne çıkarılmasını makulleştirmektedir. Reklam gibi temel iktisadi bir parametrenin, yalan üzerinden inşa edilmesi, satışını sağlamaya matuf her türlü abartı ve sahteliği inşa etmesi ise başka bir sorunsal alanı imler.
Sahicilik, yaşamın kenti otantik yapısı içinde varlığını rutin akışı içinde sağlamaya matuf bir yapıyı işaret eder. Sahtelik ise, kurgusal ve yapay olanı kullanarak yeni bir inşa ameliyesine yönelik kurgusal bir yaşamı içermektedir. Kurgusal yapaylığın temel bir tutum olarak öne çıkarıldığı her zeminde sahicilik katledilmekte ve gerici, işlevsiz ve anlamsız olarak betimlenmektedir. Bu çerçeve içinde dindarlara yönelik modernleşmiş zevatın saldırıları anlam kazanacaktır.
Herhangi bir olayı, olduğu gibi göstermek ile olması gerektiği gibi göstermek arasındaki salınımdır sahicilik ve sahtelik… Bu durum, Gazze olayları sürecinde daha rahat bir biçimde gözlemleme imkânı sunmaktadır. Şurası güvenlidir açıklaması yapıldıktan sonra, oraya doğru yürüyen insanlara saldırmanın adı sahteciliktir. İsrail, 7 Ekimden bu tarafa her boyutu ile sahteciliği kendisine meslek edinmiş ve yalan üzerine kurulu bir dünya üzerinden katliamlarına sebep üretmektedir. İkili ilişkilerin niteliği ile de bu sahteliğin kabulü veya reddi oluşmaktadır. Yani kabul ve ret aslında otantik yapısı gereği değil, ilişkilerdeki yararın belirleyiciliği altında biçimlenmektedir. ABD ve Avrupa ülkelerinin bu soykırıma verdiği destek tam bir sahteliğin dışavurumudur. Hamas’ın terörist olduğu vurgusu altında bir katliama ve soykırıma, sivil insanların ölümüne bu kadar sessiz kalındığı gibi desteğe yönelmesi de tam bir aldatışın ve aldanışın tavan yaptığı bir zemindir.
İslam coğrafyasında da benzer bir durum söz konusu: ‘Ama Hamas’da bu Aksa Tufanı’nı yapmasaydı. Şimdi nasıl İsrail durdurulacak’ ve benzeri yorumlar, yaklaşımlar, tam bir sahteliğin dışsallaşarak mücessem biçime kavuşmasıdır. Kendi çıkarları uğruna İsrail katliamına yeterli sesi çıkaramayan bütün iktidarların bir sahteliğin pençesinde debelendiğini söylemek mümkündür. Toplanıp hiçbir reel bir eyleme dönüşmeyen kararlar, kınamalar bir sahteliğin dip durumunu işaret eder. Sahte öfkelenmeler, meydan okumalar veya yetersiz kalan açıklamalar bu sahteliğin ipuçları olarak okunmalıdır.
Avrupa ve ABD’de yaşayan halkların tepkilerinin otantik yapısı ise kendisini açıkça beyan etmektedir. Herhangi bir çıkar gözetmeden sivil insanların, özellikle kadın ve çocukların öldürülmesi, yaralıların tedavi edilmesine yönelik şiddet vesaire üzerinden tepkilerini dile getirmeleri tam bir sahicilik örneğidir. Aynı ırktan olmadıkları halde, aynı dine mensup olmadıkları halde bir ahlak üzerinden kendi tepkilerini inşa etmeleri kendi sahicilikleri ile orantılı bir zemine sahip olmaktadır.
Benzer bir durum Müslüman halkların tutumlarında da gözlemlenmektedir. Daha sahici ve reel bir durum olarak protesto yapmalar, boykot çabaları bu sahiciliğin izdüşümlerini göstermektedir. Ama bir adım ötesine yönelik isteksizlik ve iktidarları zorlamaya matuf bir çabanın açığa çıkmayışı ise sahiciliği zedeleyen ve sahteliğe kapı aralayan durumu işaret eder. Yapılması gereken o kadar şey varken sınırlı bir zemin üzerinde durmakta sahiciliği zedeleyen bir durum oluşturmaktadır.
Bu olay, bu durumu meydana getiren sosyal psikolojik vasatın neliğini da açıklayan bir olguyu işaret eder. Kültürel evrenin kendisinin insanı sahteliğe alıştıran kodları ve yaşama konforu sayesinde mevcut durum işini yürütmenin maharetini izhar eder bir konuma sahip olmaktadır. İşte bu olgunun kendisi sahteliğin egemenliğinin açığa çıktığı bir zemini işaret eder. Her insanın kimliğini inşa ettiği karakteristik yapının sahtelik üzerinden oluştuğu ve bu sahteliğin kimliğin temel bir vasatını belirlediğini anlamak çok önemli hale gelmiştir. Bu farkındalık, sahteliğin iktidarını alaşağı edebilmenin imkânlarını sunacaktır. Birey, toplum, devlet ve sosyal mecraların bütününde bu sahteliğin egemen olduğu, liyakat, ehliyet ve bilgi yerine çıkar, yakınlık ve işini yürütmenin aldığı bir dünya sahteliğin inşa edildiği bir kimliğin kodlarını sunmaktadır. İşin garibi, bu ahlaksızlığa eleştiri getiren muhaliflerin de iktidar olduklarında aynı durumu normalleştirmeleri tam bir sahteliğin inşasının güçlendirilmesini sağlamaktadır.
Sahicilik, çıkar, bencillik ve benzeri konfor alanlarının dışında kalan, doğru, iyi, güzel ve hakikatli olanı tercih edebilecek bir ahlaki zemini muhkem kılmaktır. Kıskançlık yerine imrenmeyi öne çıkartır. ‘Onun varsa benim de olmalı’ yargısı yerine ‘hak ettiğim bir şey varsa o zaten benim olacaktır’ yargısına sahip olmak sahiciliğin kapısını aralayacaktır. Hak etmediği hiçbir şeye tamah etmeyen ve onu arzulamayan bir insan sahiciliğin kapısından içeri girebilir. Ama hak etmediği halde türlü hilelerle kendisine ait olması için her türlü şeyi yapmaya yeltenen birinin sahici olması düşünülemeyeceği gibi sahteliğin kurucu unsuru olacaktır.
Sahicilik ile hak arasındaki derin irtibatı kavramadan sahteliğin tam bir kurguya tekabül ettiği anlaşılamaz! Hak, herhangi bir sahtelik ve yalanın devreye girmediği bir zeminde ortaya çıkan bir konumu ihtiva eder. Bir şeyi hak etmek ile bir şeyi hak etmemek arasındaki fark, sahicilik ile sahtelik arasındaki farkı gösterir.
İsrail gibi herhangi bir şeye sahip olmayı sağlama adına üretilmiş yalan bilgilere ve mitolojik anlatılara sığınmak da sahteliği açığa çıkarmaktan öte bir şeye yaramaz! Yani bir şeye sahip olmak için mevcut sahibini alaşağı edecek yeni bir parametre uydurma ve kendi haklılığını yalan ve sahte mitolojilere, ya da sahte miraslara dayandırma da bir sahtelik inşasıdır. Hâlbuki Filistinliler Yahudilere kapılarını açmışlar, onları misafir etmişler ve onlar sonradan oraya yerleşmişler, bunu da sağlayan o gün orada yaşayan Filistinlilerin bizatihi kendileridir. Yani otantik hak, Filistinlilerin iken, Yahudiler, özellikle de Siyonist Yahudiler, kendi mitolojik yalan anlatılarını kaynak göstererek bu toprakların tanrı tarafından kendilerine verildiğini söyleme cüretinde bulunmaktadırlar. Ve bütün dünya bu yalanı temel bir gerçeklik gibi kabul ederek sessizliğe bürünmektedir. Hâlbuki insanlık tarihi boyunca böyle bir durum söz konusu olmamıştır. Eğer böyle bir durum olsa idi son vahiy Kuran’da bunun izdüşümlerini okurduk. Yalan üzerine bina edilmiş sahteliklerin üzerine kurulu olan inançların insan katliamına yönelmelerinin din ile bir ilişkisi yoktur. Son kitap Kuran, ‘bir insanı haksız yere öldürmenin bütün bir insanları öldürmek ile eş değerdir’ dediği bir dini hükmün varlığı ortada dururken, haksız yere sivil insanları öldürmenin makul ve meşru bir mazereti olamaz!
Benzer bir durum modernleşme süreçlerinde de mevcuttur. Afrika ve Latin Amerika yerlilerini aydınlanma adına sömürme, öldürme, köleleştirme, haklarını ellerinden alma, yer altı ve yer üstü zenginliklerine el koyma hakkını kendilerinde görmüşlerdir. Hala, dünya insanlarını aldatma arayışları içinde sürekli Pandemi inşa eden hastalıkların laboratuar ortamlarında üretilmesi, iklim değişikliği gibi sahte ve yalan söylemler üzerine insanları aldatmaya devam etmeleri ve her türlü hile ve desise ile kendi zenginliklerine yeni alanlar açmaları da bu sahteliğin egemenliğini sağlayan motor güçlerdir. Pandemi sürecinde herkes fakirleşirken, kapitalist sermaye en büyük kazanca ulaşmaktadır. Son iki yıldır Türkiye’de enflasyon ile birlikte başlayan süreçte her kes kaybederken bankaların en büyük kar paydasına sahip olması da bu sahteliğin nasıl bir zemine sahip olduğunu göstermektedir.
Bir avuç sermayenin bütün dünya insanlarını belirli bir kalıp içinde yaşamalarını sağlayarak kendi iktidarlarını güvence altına alma girişimlerinin sahtelikle tanımlama yapmadığımız zaman sahiciliği bir daha göremeyiz. Yapay zekâ, adı üzerinde yapay, sahteliğin yeni mimarlarından bir olgusal zemin… Yeni dönemi ise ikna edilmişler dönemi olarak betimlemek, insanları nasıl ikna edeceksiniz, onları aldatarak… İşte bu aldatma her alanda kendine makes bulmaktadır.
Filistin/Gazze bir turnusol kâğıdı gibi sahte ile sahici olanın neliğini aşikâr kıldı. O yüzden her insan, dini, mezhebi, inancı, ırkı, rengi, dili ne olursa olsun, kendisini aldatmaya matuf her eyleme tavır almalı ve aldanmama adına sahiciliğin içinde kendi varlığını inşa etmelidir. Bilmeli ki kendisine hitap edenlerin aynı zamanda kendisini aldatmaya yönelik bilinçli veya bilinçsiz bir eylem içinde olduğu gerçeği kesinlik derecesindedir. Bu yüzden anlam, ahlak ve güzellik taşımayan iyiliği içinde barındırmayan, bu güzel hasletleri de kendi yararını dikkate alarak sunmayı maharet bilenlerden uzak durulmalıdır.
Sahteliğin egemenliğinden sahiciliğin egemenliğine yönelen bir istikamet tutturmak insan olmanın başat öğesidir. Bu temel gerçeği görmeyen her yaklaşım sorunlu ve sahtedir. Biz, eğer kendimizi aldatmaya açık hale getirmezsek, kimse bizi aldatamaz! İnsan, sahici bir varlıktır. Ve sahici bir dünya kurmak onun en temel mümeyyiz vasfıdır. Sahici bir evrende kötülük yer bulamaz! Sahici olmak demek vicdanlı olmak demektir. Yüreğini arındıran, ruhunu saflaştıran bir insanı sahteliğe ikna edemezsiniz, bilakis, o sahiciliğin mimarlarından olacaktır.