Daha önce Sudan'daki mevcut savaşta meydana gelen bazı insanlık dışı eylemler hakkında iki makale yazmıştım. Bunlar münferit olaylar olarak değerlendirilebilirdi, ancak aynı zamanda savaşın gittiği yöne dair tehlikeli bir göstergeydi. Meselenin artık münferit olaylar olmadığını, daha çok vahşete, insan doğasından ve değerlerinden, savaşlarda sivilleri, esirleri ve sivillerin yaşadığı yerleri korumaya yönelik ulusların uymayı taahhüt ettiği insani yasalardan ve anlaşmalardan sapmaya yönelik genel bir eğilim olduğunu söyleyen olaylar ve pozisyonlar tekrarlandı.
Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), geçtiğimiz iki hafta içinde Cezire’nin doğusundaki el-Harka köyü ile Hartum'un güneyindeki küçük el-Tekina bölgesinde iki korkunç katliam gerçekleştirdi. Kurbanlar, evleri, malları ve her şeyden önce insanlıkları ihlal edilen onlarca sivildi; HDK’ye bağlı silahlı gruplar onları öldürdü, evlerini ve mallarını yağmaladı ve yerlerinden etti. Geçen hafta yine HDK, devrim sırasında ordu komutanlığının emirlerine uymayan, Genel Komutanlık önünde protesto yapanları korumak için küçük birliğiyle birlikte bekleyen ve el Beşir iktidarını deviren Aralık Devrimi'nin simgesi haline gelen genç subay Teğmen Muhammed Sıddık'ı yakaladı. Muhammed Sıddık devrim sırasındaki bu duruşunun bedelini işten çıkarılma ve uzaklaştırma ile ödedi. Daha sonra savaş patlak verince ordu komutanlığının çağrısını karşılıksız bırakmayarak iki kez gönüllü olarak başvurdu. Ancak ordu komutanlığı onu kabul etmeyi reddetti ve ancak medyada başlatılan bir kampanyanın ardından seferberlik çağrısına karşılık veren gönüllülere katılabildi. Geçen hafta HDK onu ele geçirdi ve esir haldeki bir videosunu yayınladı. Videoda, HDK unsurları onu kışkırtmaya çalışıp hakaret ediyor ama o onlara yanıt vermediği için içlerinden biri ona tokat atıyordu. Saatler sonra HDK onun yerde yatan cesedine ait bir fotoğraf yayınladı.
Bundan önce medya, ordu güçlerinin HDK unsuru olduğundan şüphelendiği için öldürdüğü ve başlarını sergilediği kişilerin görüntülerini yayınlamıştı. Görüntülerde üst düzey bir güvenlik yetkilisi başların yanında durmuş askerlere, HDK’nin her liderinin başı için 1 milyon Sudan cuneyhi (yaklaşık 600 dolar) ödeyeceğini söylüyordu. Başka bir olayda ise bir HDK savaşçısının karnı kesilerek açılıyor ve iç organları herkese gösteriliyordu. Aynı zamanda ordu herhangi bir muharebeyi kaybettiğinde, o bölgeye uçaklarını göndererek sakinlerinin başına yıkıyor. Ne asker ne kadın, çocuk ne de hastaneler bundan kurtulabiliyor.
Buna ilave olarak, her iki taraftan da esirlerin onurunun ayaklar altına alındığını, esirlerin insanlığının ve zayıflığının hiçe sayılacak şekilde aşağılandığını gösteren videolar yayılıyor. Ama hepsi bu kadar da değil, sosyal medyada bunu teşvik eden ya da buna gülen sayfalar, alay eden yorumlar da var. Dahası sivillere saldırmaya, belirli bir grup veya kabile için sosyal kuluçka merkezini temsil eden köyleri ve bölgeleri yakıp yıkmaya teşvik eden mesajlar yayınlanıyor.
Ordunun, Hartum'un kuzeyindeki el-Cili petrol rafinerisine yönelik saldırısının başarısızlıkla sonuçlanması ve Teğmen Muhammed Sıddık'a düzenlenen suikastın ardından, orduyu devlet ve halkın mülklerinden biri olan rafineriyi vurup yerle bir etmeye çağıran kışkırtıcı mesajlar ve videolar yayıldı. Ordunun Hava Kuvvetleri de geri kalmayıp yapılan çağrılara kulak vererek, rafineriyi bombalayıp büyük hasara yol açtı.
İşin özeti şu ki, Sudan halkı içinde halen aklı başında olan insanların gerçek duruş sergilemesini gerektiren bir vahşet aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Geleneksel haliyle savaş her an durdurulabilir ve siyasi düzeyde bir anlaşmaya varılabilir. Bu iyi bir şey ama ahlakımızın, değerlerimizin ve insanlığımızın uğradığı yıkım karşısında ne yapacağız?
Barış anlaşmasıyla sonuçlanan birçok savaş örneğinde, insanlar işlenen suçları ve ihlalleri ele aldıktan sonra uzlaşı ve barışı inşa etme programlarına yönelerek, farklı gruplar arasında güveni yeniden tesis ederler. Ancak Sudan'ın mevcut durumunda, savaş liderlerinin davranışlarının ve ardından sosyal medyanın kötü kullanımının ektiği intikam, kin ve nefret çekirdeği, bu konuyu zorlaştıracak. Elbette Sudanlı toplumsal bileşenler, partiler, siyasi güçler ve sivil toplum kuruluşları, bundan sonra bu konuyu çalışma programlarına ekleyip üzerinde çalışmaya başlarsa işler değişebilir.
Sudan vatandaşlarının ister Sudan'ın içinde, ister iltica ettikleri ve sığındıkları bölgelerde yaşadığı acıların boyutu tarif edilemez. Bunlar insanların yaşamlarına, davranışlarına, eylemlerine, sosyal ve siyasal bileşenlerin birbirleriyle olan ilişkilerine yansıyacak ciddi psikolojik ve sosyal etkiler bıraktılar. Sığınmacıların bulunduğu şehirlerden birinde örgütler, iki ay içinde altı intihar girişiminin yanı sıra Sudanlıların hissettiği baskı, aşağılanma ve acının boyutlarını gösteren düzinelerce başka olay kaydetti. Savaşı durdurmaya yönelik çabaların öncelikli olduğu kesin ama başka çalışma programları da hazır ve mevcut olmalı. Kaldı ki, ülkeyi, boyutu büyüklüğünde bir psikolojik tedavi kliniğine dönüştürmemiz gerekebilir.