Bugün Irak, aynı zamanda hem bir yer arayan kimlik hem de kimlik arayan bir yer olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bu ikisinin dolambaçlı yollarında yapılacak iki araştırma, iki hususa işaret ediyor; bu ülke, yer ve kimliği eşleştirme ve bunları bir arada yaşamakla tanımlanan ulusal bir topluluğa bağlama arayışı anlamına gelen kuruluş aşamasındadır. Ne var ki bahsi geçen kuruluş aşaması kuruluş ile sonuçlanmıyor.
Bir asır önce kurulduğu iddia edilen Irak için bir “kuruluş efsanesi” arayışı devam eden bir proje. Ancak bu projeyi bozan husus, birikmiş başarılar değil, artan zorluklar ve tuzaklardır. Iraklılar sanki dinmek bilmeyen bir jeolojik doğum içindelermiş gibi şunları sorgulamaya devam ediyorlar; biz kimiz? Iraklılığın anlamı nedir? Bununla birlikte her taraf cevabını kendi okuduğu şekliyle tarihe dayandırıyor. Bu, bildiğimiz gibi, Irak elitinin daha önce monarşi döneminde de yaşadığı bir deneyim. O dönemin kahramanları Satı' el-Husri (Mustafa Satı Bey), Fazıl el-Cemali, Muhammed Mehdi el-Cevahiri ve diğerleriydi.
Birkaç hafta önce, Bağdat'ın meydanlarından birinde dikili Ebu Cafer el-Mansur büstü hakkında, son zamanlarda ilk olmayan tartışmalar alevlendi. Tartışma sebebi, bazı radikal Şiilerin, Abbasi Halifesini Hicri 148 veya Miladi 765 yılında İmam Cafer es-Sadık'ı zehir ile öldürmekle suçlamaları.
Yaklaşık olarak aynı dönemde Irak Meclisi, Sadr hareketinin lideri Mukteda Sadr'ın Irak’ta Gadir-i Hum gününün resmi tatil olması talebini görüşüyordu. Sadr'ın isteğinin görüşülmesi Sünnilerde yaygın bir hoşnutsuzluğa yol açtı. Zira o gün ve Hz. Muhammed'in kendisinden sonra İmam Ali bin Ebu Talib'i atayıp atamadığı ile ilgili Sünni ve Şii rivayetlerin yorumları farklılık gösteriyor.
Elbette gerçeğe duyulan tutku veya tarihe nesnel bağlılık, karşıt tarafları ilgilendiren son şeydir. Eğer tartışmayı yönlendiren sivil, mezhepsel veya etnik bilinç ise, hegemonya arayışında olan tarafın sorumluluğu, onu püskürtmeye çalışan tarafların sorumluluğundan çok daha fazladır.
Şimdi bu hegemonya Irak'ın modern tarihine, özellikle Irak Cumhuriyeti'nin kuruluşuna da elini uzatıyor. Zira bugün 14 Temmuz 1958'deki kuruluş gününün adı resmi tatiller kanunundan kaldırılırken yerini Gadir-i Hum günü aldı.
14 Temmuz darbesinin özelliği belki de Arap Maşrık bölgesindeki askeri darbeler arasında ülkesinin sakinlerini birleştiren ve bir “kuruluş efsanesi” ile ilişkilendirilen bir vatanseverliği güçlendirmeyi amaçlayan tek darbe olmasıydı. Bu, etnik ve dini gruplarını simgeleyen birçok rengin bulunduğu ilk Irak Cumhuriyeti bayrağına da yansıdı. Bu bayrak, Mezopotamya'nın kadim tarihi ile ülkenin modern tarihini uzlaştırma girişimiydi. Aynı zamanda Safiyüddin el-Hilli'nin onlar hakkında yazdığı şiirlerin temsil ettiği Araplar ile kadim mitolojik sembolleri olan güneşin temsil ettiği Kürtleri bir araya getiriyordu. Ancak 1963'teki ilk Baas darbesinin ardından bu bayrak kullanımdan kaldırıldı.
Abdulkerim Kasım rejimi (1958-1963), Nasırcı Arap milliyetçiliğinin etkisinden korunmayı amaçlayan Irak milliyetçiliğini güçlendirme konusunda aşırı hassasiyet gösterdi. Diğer pek çok şeyin yanı sıra, Bağdat'ın ortasındaki devasa Özgürlük Anıtı da bu hassasiyeti açıkça gösteriyordu. 1961 yılında tamamlanan anıt, Kasım’ın görevlendirdiği ünlü heykeltıraş ve ressam Cevad Selim’in eseri. Bu anıt, Babil ve Abbasi duvar yazıtlarıyla temsil edilen eski Irak sanatının tarihinin yanı sıra, çabalayan, çalışan ve acı çeken Irak vatandaşlarını, Iraklı grupları ve kesimleri kendisinde topluyordu.
Bu anlamda 14 Temmuz'un resmi tatiller kanunundan silinmesi, birleşik Irak milliyetçiliğinin en ciddi kuruluş çalışmasının silinmesi anlamına geliyor. Iraklı aydınların ülkelerinde yaşananları kınamak için yayınladıkları bildiride bunu dillendirmeyi amaçlıyordu. Aydınlar yeni yok sayıcı tutumu "Egemenlik sembollerini yüzdürmek ve iptal etmek dahil Irak devletini varoluş temellerinden yoksun bırakmak için 20 yıldır devam eden sistematik operasyonlara” bağladılar. Bunun sivil devletin altını oymanın, dar alt kimliklere sahip, diktatörlüğün çöküşünden bu yana ülkede yönetimin dizginlerini elinde bulunduran bazı güçler tarafından desteklenen mezhepsel, etnik ve kabilesel bağlılıklara tabi alternatif oluşumlar yaratarak devleti parçalamanın bir başlangıcı olmasından korktuklarını belirttiler. Aydınlar daha sonra bu son adım ile "Irak devleti bayrağı ve milli marşına ilişkin yasa tasarısının onaylanmaması” arasında bağlantı kurarak, bunun amacının ülkeyi "bayraksız ve milli marşsız" bırakmak olduğunu ifade ettiler. Bildirilerinde "Irak devletini yok etmeye yönelik erken bir dönemden beri var olan niyetler, her an Irak halkını şaşırtacak başka kanunlarla Irak toplumunun dokusunu parçalamaya yönelik sürekli girişimler" konusunda uyarıda bulundular. Bildiri "Iraklı aşiretler ve kabileler için bir konsey kurulmasına yönelik bir yasa tasarısının varlığına ilişkin söylentilerin, toplumun vazgeçtiği değerleri yeniden yerleştirecek, anayasayı ve sivil değerleri ihlal ederek halk arasında ayrımcılığı pekiştirecek bir geriye dönüşü temsil ettiğine" işaret etmeyi de unutmadı.
Bugün İran himayesi ve teşviki altında yaşananlar, mezhep lehine vatanı, milisler lehine devleti ortadan kaldıran darbenin meyvelerinden biridir. Keza yalnızca mezhepçi hegemonyaya, fosilleşmiş fanatizme ve herkesin herkesten nefret etmesine yol açacak bölünmüş ve çatışan bir tarihi öne çıkarmak adına kapsamlı bir tarih inşa etme çabalarının sonucudur.